Star Wars dediğinizde “Aaa hani çift taraflı ışın kılıcı vardı adamın değil mi?” diye soran bir yeni nesilin, 70-80 kuşağı bizlerin çocukluk korkuları karşısında tir tir titremesini beklemek gerçekçi değil elbette. Diğer yandan artık orijinal fikirlerin daha nadir ortaya çıktığı, yabancı kültürlerin geleneksel korku temalarının didip didik edildiği bir “remake” dünyasında “ürkme” hissimizi malulen emekli eden bu yeniden çevrimlere, aslını aratıp tekrar gündeme getirdiği için teşekkür etmek gerekiyor bazen.
Öteki Sinema için yazan: İrem Yılmaz
Orijinaline rakip olabilir mi bilinmez ama biz korkuseverlerin yakında çok eğlenceli bir karşılaştırma yapacağını söyleyebiliriz. Warner Bros, 2009 yılında haklarını satın aldığı, Stephen King’in kült kitabı It’in yeniden çevrileceğini duyurdu. ABC Kanalının 1990 yılında, 192 dakikalık bir televizyon dizisi olarak hafızalarımıza kazıdığı It, iki bölüm olarak beyazperdeye yansıyacak.
Yönetmen koltuğunda, aynı zamanda senaryoya da katkı sağlayan, 2011 yılında Jane Eyre’yi yeniden sinemaya uyarlamış, asıl ses getiren filmi “Sin Nombre” ile 2009 Sundance Film Festivali’nde en iyi yönetmen ve en iyi sinematografi ödüllerini almış Cary Fukunaga var. Henüz gösterim tarihi belli olmasa da It filminin senaristlerden David Kajganich’in (Pet Semetary’nin de şu an senaryosunu yazmakta) “Kitabı televizyona değil de beyazperdeye taşımanın avantajları var. R-Rating (17 yaş izleyici sınırı) etiketi altında Pennywise’ın şaklabanlıklarına gülmek öyle kolay olmayacak” şeklindeki açıklamaları kaşları kaldırmaya yeter sanırım.
Hikayemiz 1950’lerde bir Amerikan kasabası olan Derry’de, çocukların gizemli bir şekilde ortadan kaybolması veya parçalanmış cesetlerinin şehrin çeşitli yerlerinde bulunmasıyla başlar. Buna rağmen kasaba uykuda gibidir. Yetişkinler olayları çabucak unutmakta, polis gücü ceset bulamadıkları her vakayı evden kaçan bir çocuk daha diyerek rafa kaldırmaktadır. Yedi çocukla tanışırız önce. Her biri popüler olmaktan uzak, şu veya bu şekilde “kaybeden” olmuş bu yedi çocuk tesadüf eseri tanıştıklarında okulun kabadayılarına karşı birlik olmakla kalmaz, aynı zamanda en büyük sırlarını da birbirleriyle paylaşır. Hepsinin karşısına zamana zaman çıkan “O” (It) dedikleri bir palyoçodur (Nam-ı diğer “Pennywise”) bu sır. Karanlık ve izbe yerlerde, nedense etrafta hiçkimse yokken balonlarla çocukları yanına çekmeye çalışan bu palyaço şekilden şekile girebilmekte, başka insanların suretine bürünebilmektedir. Kimine yaşlı bir teyze olarak yaklaşıp çay ikram eder, kimine ise kurtadam olarak saldırıp en büyük korkularını onları dehşete düşürmek için kullanır. Kendilerine “Kaybedenler Klübü” ismini koyan yedili, hayatta kalmak için gereken gücü arkadaşlıklarında bulurken O’na karşı mücadele eder, hatta zafer kazanır. Yıllar geçer. Biri hariç hepsi kasabadan ayrılır, büyük şehirde başarılı kariyerlerini sürdürür. Ta ki yıllar sonra geceyarısı gelen bir telefona kadar… “O geri döndü!” der telefondaki ses. “O geri döndü ve sen söz verdin. Gelecek misin?”
O andan itibaren her bir telefon konuşmasıyla birlikte biz de karakterlerle tanışır, flashbacklerle geçmiş günlerin dehşetine tanık oluruz.
KARAKTERLER
Billy: Grubun bir nevi başkanı. Kekeme. Kardeşi Georgy yağmurlu bir günde sokağa çıkmış fakat cesedi yağmur oluğunda, kolu parçalanmış halde bulunmuş. Kardeşinin intikamını almak ve bu korkuya bir son vermek istiyor. Yıllar sonra O’nu başarılı bir fanstastik kurgu yazarı olarak görüyoruz.
Ben: Babası savaşta ölünce annesi ile birlikte teyzesinin ve evde fazlalık olduğunun sürekli altını çizen şımarık kuzenlerinin yanına taşınmak zorunda kalmış. Fazla kilolarıyla başı dertte. Okul kabadayılarının bir numaralı hedefi. İtiraf edemese de Beverly’e aşık. İleride onu Time dergisine kapak olmuş ünlü bir mimar olarak görüyoruz. Üstelik zayıflamış.
Beverly-‘Bev’: Şiddete meyilli, otoriter babasıyla birlikte yaşayan Beverly grubun tek kız üyesi. Yıllar sonra ünlü bir tekstilci olarak karşımıza çıkıyor. Maalesef şiddete düşkün bir de sevgilisi var.
Richie: Alaycı esprileriyle ve kızıl saçlarıyla her zaman bulunduğu ortamlarda sivrilen Richie’nin yıllar sonra ünlü bir komedyen olmasına şaşırmıyoruz. (Ufaklığı tanıdınız mı? Filmde en çok korktuğu şey Kurtadam olan Seth Green, Buffy the Vampire Slayer’da uzun yıllar bir kurtadamı canlandırmıştı.)
Eddie: Küçük adam Eddie. Astımı var. Hastalık hastası annesi yüzünden beden eğitimi derslerinden sonra okul duşunu bile kullanması yasak. Koç’un bu durumu farkedip Eddie’yi tek başına duşa gönderdiği sahneler filmin en iyi anlarından biri bence. Günümüzde ise ünlülere limuzin kiralayan bir şirketi var. Hala annesiyle yaşıyor.
Mike: 1950’li yıllarda siyahi bir çocuk olmak başlıbaşına bir zorluk zaten. Kasabayı terketmeyen Mike yıllar sonra Derry’de kütüphaneci olarak karşımıza çıkıyor. Cinayetler yeniden başladığında arkadaşlarını arayıp geri gelmelerini isteyen de O.
Stan: Hayatta her sorunun cevabının mantıkta veya yahudi inancında olduğunu düşünen tam bir izci. Bu yüzden tanık olduğu olaylar en çok onu dehşete düşürüyor.
Georgie: Billy’nin cinayete kurban giden kardeşi. Filmin çeşitli anlarında ortaya çıkıp Billy’e vicdan azabı yaşatıyor. Sarı yağmurluğu ve “They all float down here!” cümlesi filmin unutulmaz sembollerinden biri.
Henry: Okulun kabadayısı. Yedilinin her birinden ayrı ayrı nefret ediyor. Yıllar sonra akıl hastanesinde olduğunu görüyoruz. Malum, çocukken tanık olduğu bazı olayları! kaldıramadı!
* * * * * *
It, gücünü seyircinin kendisini kahramanlarıyla kolayca özdeşleştirebilmesinden alır. Hemen herkesin çocukluğunda kendini tecrit edilmiş, fazla şişman, gözlüklü, sivilceli, uzun, kısa, tuhaf, yalnız, dışlanmış hissettiği anlar olmuştur. Kendilerine “Kaybedenler” ismini seçmelerine rağmen kahramanlarımız yeri geldiğinde arkadaşları için isyan eder, en büyük korkularının üzerine yürür. Kendileri için yapamadıklarını dostları için yapar.
Diğer yandan “O” (It) denen yaratığın amacı korkunun ta kendisidir. Kurbanlarını çocuklardan seçer çünkü onların hayalgücü daha geniştir. Dehşete kapılmaları daha kolay, mücadele etmeleri daha zordur. Bu nedenle kurbanların akıbetini gördüğümüz anlar değil, aksine, rüzgarlı havada uçuşan çamaşırlar arasında beliren bir palyaço yüzü, buzdolabından çıkan bir balon, eski bir fotoğraf albümününden damlayan kan, banyo borularından gelen-yardım isteyip sizi de yanına çağıran- çocuk sesleri, nereden geldiği belli olmayan kırmızı bir ponpon veya Çin lokantasında masaya gelen talih kurabiyesindeki çatlaktan bakan mavi bir göz bizi daha çok korkutur.
It, Stephen King’in en sağlam kurguladığı kitaplarından biri. Filmin tek kötü yanı ise özensiz bir yaratık maketi ile on dakikaya alelacele sıkıştırılmış hissiyatı uyandıran finali olsa gerek. Pennywise’ı bu kadar korkutucu yapan şeylerin başında hiç kuşkusuz aktör Tim Curry’nin başarılı performansı geliyor. Pennywise’ın yavaş yavaş yüzünden silinen gülümsemesi, hırıltılı, tatlılaştırmaya çalıştığı sesi ve ne yapacağı kestirilemeyen hastalıklı espri anlayışı karakteri unutulmaz kılıyor. Filmin bazı anlarda-kendi mantık örgüsü içinde dahi- seyircinin kafasını karıştırdığı bir gerçekken Pennywise’ın günümüzde hala sinema tarihindeki en kötücül karakterlerden biri olarak sayılması da bunun kanıtı. 3 saatlik makyajla yüzü tanınmayacak hale gelen aktör bu durumu çok eğlenceli bulmuş.
Warner Bros’un adeta iki büyük finali olan kitabın yeniden çevrimi için “daha az zamanda daha çok şey göreceksiniz” vaadi ne kadar gerçek olur bilinmez ama sırf Pennywise rolünü kim üstlenecek ve ne kadar başarılı olacak merakıyla bile izlemeye değer.
Eğer her filmi ayrı bir zaman dilimine değil kitaptaki gibi sahne sahne gidip gelmelerle verebilirlerse gerçek anlamda mükemmel bir modern klasik olabilir.
70li yılların filmlerinin remake yapılarak bozulduğu yeni bir örnek olur.Hollywood eskiyi özlüyor.Önce Richard Thomas’ı bulmaları lazım.Walton’ları küçük Joe’sunu…