Can Merdan Doğan, ilk kısa filmi olan 2021 yapımı Stiletto ile bir nesneyi merkezine alarak anlatısını kuruyor ve her türlü tanımlamayı ve işaretlemeyi reddediyor. Aile kurumu ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden öğrenilmişlikleri ve önyargıları da eleştiren yönetmen, filmi aracılığı ile uzlaşmacı bir bakış açısı önermeyi de başarıyor.
Biyolojik cinsiyet (sex) ile toplumsal cinsiyet (gender) kavramlarının birbirlerinden farklı olduğunu, biyolojik cinsiyetin doğuştan getirilen genetik ve fizyolojik özellikleri ifade ederken, toplumsal cinsiyetin kültürel bir kavram olduğunu hatırlatalım ve ekleyelim: Toplumsal cinsiyet, içinde bulunulan toplumun ve kültürün cinsiyete dair tanımlarını, inşa ettiği anlamları ve bireyden beklentilerini içerir ve aynı zamanda psikososyal özellikler de barındırır. Toplumsal cinsiyet rollerinin nesilden nesle aktarılışı gibi ailenin tanımının da bu rollerin uzantısı olarak aktarıldığı söylenebilir. Yani bir aile içerisindeki karı koca olma halleri aslında toplumda öğrenilmiş kadınlık ve erkeklik rollerinin uzantısı olarak okunmalıdır.
Marksist yazında evlilik kurumunun ortaya çıkışı, mülkiyet ve varlıkların değişimi ile ilintili olarak açıklanır ve feodaliteden kapitalizme geçişle aile kurumunun ideolojik bir baskı mekanizmasına dönüşünün altı çizilir. Ataerkil kapitalist sistemin, bir iktidar ilişkisi içerisinde erkeği ve onun ötekisi olarak kadını tanımlamayı tercih ettiği söylenebilir. Sistem, erkeğe ait özellikleri rasyonellik, bağımsızlık, liderlik gibi özellikler ile; kadını duygusallık, uyumluluk, bağımlılık, hassaslık, duyarlılık gibi özelliklerle tanımlar ve inşa edilen cinsiyetlere ait davranış biçimlerinden ev içi ve kamusal alandaki görev dağılımına kadar her unsurun kapsamını ve sınırlarını çizer.
Stiletto anlatısının merkezine aldığı nesne üzerinden, içindeki kadınsı yanı ortaya çıkan Hasan aracılığı ile önce sahip olunan nesneler üzerinden tanımlanan kimlikleri eleştiriye tabi tutuyor. Ardından cinsiyet kavramı ile birlikte aile kurumunu da masaya yatırıyor ve evlilik içerisindeki cinsiyet rollerini de bu tartışmanın içine dahil ediyor. Filmsel anlatıda taksiden eve dönmekte olan filmin ana karakteri Hasan kırmızı ışıkta beklerken, stiletto giymiş bir kadın görüyor. Kadına baktığı sahnede, alt fonda stilettonun topuk sesleri işitiliyor. Kırmızı ışık üzerine filmin ismi yazarken aynı anda işitilen “Şimdi karşıya geçebilirsiniz” komutunun tekrarı ile ana karakterin, işaret edilen nesne aracılığı ile bir eşiği aşacağı bilgisi izleyiciye filmin hemen başında iletiliyor.
Evine dönen Hasan’ın, arabasında unutulmuş bir poşeti yanına aldığı görülüyor. Bu sırada Hasan’ın çevresindeki evrenin cinsiyetçi dili kuruluyor. Örneğin Hasan, evinden içeri girerken ayağına yanlışlıkla giydiği pembe beyaz çiçekli “kadın” terliğini çıkarıp, “erkek” terliğini giyiyor. Sağdaki duvarda bulunan afişteki kovboy, elindeki silah, yanındaki atı ve kadın da yine “eril nesneler” olarak görüntüye ekleniyor. İki çocuklu, klasik, geleneksel ve ataerkil bir aile ve bu aileye ait evin dizaynı, yatak odasındaki duvardaki evlilik fotoğrafları ile beraber filme yansıyor.
Ardından ayna karşısındaki Hasan’ın kendi yüzüne bakışı, bir tür kimlik edinme arayışını imliyor. Bir sonraki sahnede Hasan, yatakta dinlenirken, duvarda asılı olan düğün fotoğraflarının altına ayaklarını uzatıyor. Bacakları, arzuladığı topuklu stiletto ile evliliğinde ona yüklenen roller arasındaki çatışmanın simgesi oluyor. Evde kimsenin olmayışının rahatlığı ile poşetten çıkardığı stilettoyu giyen Hasan, ayna karşısında ayaklarındaki stilettoya hayranlıkla bakıyor ve sonrada müzik eşliğinde oynamaya başlıyor. Bu sahnede müziğin de yardımı ile gerçeği kıran ve bir anlık sekteye uğratan yönetmen, Hasan’ın iç dünyasındaki bastırılmış kadınsı yanı izleyicisine göstermekten çekinmiyor. Ataerkil bir toplumun erkekten beklentisi ve stiletto giyen bir erkeğe vereceği tepki, Hasan’ın eşi Aysel özelinde filmde görülüyor. İşten erken çıkan Aysel, eşini ayağında pembe stiletto ile oynarken görünce şaşırıyor ve durumu zihnindeki kadınlık ve erkeklik tanımları üzerinde anlamaya çalışıyor. Kendi kadınlık rolünü tanımlayarak konuşmasına başlayan Aysel, ona “çorba yapmak” için erken geldiğini söylüyor, sonra da zihnindeki erkeklik tanımı üzerinden sorusunu soruyor: “Hasan bu ne?”, “İbne misin sen?” Aslında bu sahne dolayısıyla Hasan’ın biseksüel eğilime sahip olduğu düşünülebileceği gibi Hasan’ın eşi ile yaşadığı cinselliğin, onun cinsel arzusunu doyuramadığı da düşünülerek, bu arzusunun kadın giysisi fetişizmi ya da transvestizm gibi parafilik bir yapıya dönüşmüş olabileceğini söylemek de mümkün.
Aysel ile Hasan’ın konuşmaları sırasında, kamera Hasan’ı aynadan gösteriyor. Platonun mağara alegorisi çağrışımı ile bu sahnede Hasan, yansıması (gerçeklik) ve gerçeği arasında bölünüyor. Lacanyen ötekinin tanımladığı, ötekinin bakışına muhtaç ve bağımlı öznenin krizi de burada başlıyor. Aysel toplumun beklentilerini, baskılarını ve tehditlerini eşine karşı savurup dururken Hasan makul bir soru sorarak, onun konuşmasını kesintiye uğratıyor. “Aysel, naptım ben? Adam mı öldürdüm? Seni mi aldattım? Kendimi mi sattım?” Bu sırada akvaryum içindeki bir balık görüntüye eşlik ediyor ve böylece Hasan’ın ataerkil toplum içerisindeki sıkışmışlığı ve yalnızlığı simgeleniyor. Aysel bir daha soruyor: “Açıkla bana bu normal mi?” Filmin yönetmeni, Hasan’a, bilinçli olarak bir açıklama yaptırmayı uygun bulmuyor. Hasan sadece, Aysel’e onu sevdiğini söylüyor.
Aysel’in, Hasan’ın arzu nesnesi olan pembe stiletto ile eşinin başına vurması ile birlikte, Hasan’ın başından akmaya başlayan kana, dökülen pembe güller de ekleniyor ve görüntüye pembe renk hakim oluyor. Freudyen rüya analizinde pembe rengin, arzular ve gizli istekleri simgelediği hatırlanarak sahne okunabilir. Yaratılan bu düşsel sahne gerçekliği ikinci kez bölüyor.
Güncelde toplumsal cinsiyet tartışmalarının, cinsiyet rollerini kategorileştirirken kadınsı, erkeksi, androjen (hem erkeksi hem kadınsı) ve belirsiz olmak üzere 4 farklı ayrımdan söz ettiğini hatırlatalım. Hasan, ister erkek olarak bir nesneyi ya da kadınsı bir çekiciliği arzulamış olsun isterse de biseksüel/gey seçimin ortasında olsun, eşinin tehditleri karşısında durumu basitleştiren bir hareket yaparak hem izleyicisini hem de Aysel’i ters köşe yapıyor ve aynı zamanda içlerinde bulundukları gerilimli durumu da rahatlatıyor. Hasan, ayaklarında stilettosu ile müzik eşliğinde tekrar oynamaya başlıyor, iki oğlu da neşeyle ona katılıyor. Böylece Hasan, Aysel’in öğrenilmişliklerini ters yüz ediyor ve olaylara bakış açısının önemini de ortaya koyuyor.
Film sona erdiğinde, izleyici aslında bu mutlu görünümlü ailenin simgeselinin sarsıldığının farkındalığı içerisinde, oynamaları bittiğinde ne olacağını merak ediyor. Filmin kullandığı renklerin aydınlık tonu, öğrenilen yeni durumla beraber, kartların yeniden karılarak dağıtılacağını ve ardından dengelerin yeniden kurulacağını düşündürtüyor.
Genç yönetmen Doğan’ın klişelerden uzak ve aynı zamanda oldukça cesur bir anlatı kurduğu ve sinemasal temsiller anlamında da kıymet arz eden bir film ürettiğini belirtmek gerek. Tüm tanımlamaları reddederek, insan olmaya odaklanan Doğan’ın filmi aracılığı ile ataerkil yapının ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinin sorunlu yanlarını ifşa ederek, bir anlamda ayrımcı, cinsiyetçi ve ataerkil dilin yıkılış yolunu da deşifre ettiğini de söyleyebiliriz.
Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit