Çok uzun zamandır kara filmler (film noir) üzerine disiplinli bir şekilde çalışıyorum. Bundan 10-11 yıl önce, IMDb’de kara film türü olarak işaretlenmiş filmlere ait genel görünüm şimdikinden bir hayli farklıydı. Listelerde daha çok Alain Silver ve Elizabeth Ward’ın “Film Noir: An Encyclopedic Reference To The American Style”, R. Barton PALMER’ın “Hollywood’s Dark Cinema: American Film Noir”, J. P. Telotte’in “Voices In The Dark: The Narrative Patterns of Film Noir”, Alain Silver ve James Ursuni’nin (ve sonra Robert Porfirio’nun) “Film Noir Reader”ları ile Raymond Borde ve Etienne Chaumeton’un “A Panorama Of American Film Noir” kitapları etkindi. Zamanla; Foster Hirsch, Michael F. Keaney, Eddie Muller, Andrew Spicer ve James Naremore gibi isimlerin kara filmler üzerine yazdığı kitaplar da ağırlığını koymaya başladı.

Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç

IMDb önemliydi çünkü uluslararası forumlardaki listeleri de etkiliyordu. Ve kitaplar önemliydi çünkü sinemaseverlerin keşif çizelgelerini etkiliyordu. IMDb’de, Amerika (ve İngiltere) dışındaki (İngilizce olmayan) filmlerden de kara-film olarak işaretlenmiş olanlar vardı, halâ da var, bu konuya ileride detaylı olarak döneceğim. Kara filmler hakkındaki kitapları, internette paylaşılmış listeleri ve yazıları gücüm yettiğince incelemiş biri olarak söylüyorum, bu paylaşımlarda kritik öneme sahip temel bir konuda konsensüs sağlanamamıştı, halâ da sağlanamamıştır: Bu soru, “Kara film nedir?” sorusudur.

“Kara film nedir?” sorusu o kadar önemli bir konudur ki, hangi filmlerin kara film olarak kabul edilebileceği, kara filmin bir “tür” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği gibi soruların da cevabı buradadır. Yani biri “ben kara film çekecem arkadaş” derse, ne yapmalıdır, hangi yöntemleri ve tarzı kullanmalıdır? Veya çekse, o film ‘kara film’ olarak kabul edilecek midir? Kara film dönemsel bir olgu mudur? Bu soruların hepsi “kara filmler nedir?” sorusunun çıkışını kapattığı bir mağarada mahsur kalmış gibidir. Bu sorulardan biri de ‘ilk kara film hangisidir?’ sorusudur. Fritz Lang’in “M” ya da “Dr. Mabuse”si, Robert Wiene’nin “Das Cabinet des Dr. Caligari”si, Mervyn LeRoy’un “Little Caesar”ı, Rouben Mamolian’ın “City Streets”i bir dönem ya IMDb’de ya da bazı kişisel listelerde “ilk kara film” olarak karşımıza çıkıyordu. Zamanla bazıları bu ilk kara film olma payesini yitirdi, bazılarının da IMDb’de kara film etiketi kaldırıldı. IMDB’de Temmuz 2015 itibariyle Lewis Milestone’un “The Racket”ı (1928) kara film olarak etiketlenmiş en eski film. Şimdilik, yani. O da yeni keşiflerle değişebilir. İşte bir dönem bu tip listelerin başında, ‘en eski kara film ahanda budur’ diye öne sürülen “Stranger On The Third Floor” diye şahane bir film vardı, bilen eden azdır, işte bugün ben o filmi bir yönüyle kısaca ele alacağım.

*** Yazının bundan sonrası sürprizbozan (spoiler) içermektedir. ***

“STRANGER ON THE THIRD FLOOR”

Düşük bütçeli B filmlerle tanınan ve sinema tarihine altın değerinde çuvalla film imal etmiş RKO yapımevi “Stranger On The Third Floor”u 1940 yılında üretmiş (Bu RKO mevzusu hakkında ayrıca bir yazı kaleme alacağım). “Stranger On The Third Floor”un çekimleri 3 Temmuz 1940’da tamamlanmış, süresi ise 63 dakikanın birazcık üzerinde. Bugün; genelde otoriteler tarafından ilk klasik kara film olarak gösterilen ve üzerinde kara film olduğuna dair tartışmasız bir konsensüs sağlanmış bulunan “The Maltese Falcon”dan (Malta Şahini, 1941) geriye doğru gidildiğinde ilk karşımıza çıkan filmlerden biri “Stranger On The Third Floor”dur. Diğerleri ise “The Letter” ve “They Drive by Night”. Eğer biraz daha geriye yürürseniz “Blind Alley”, “Rio” ve “Let Us Live!” sizi karşılar. İleride bu filmleri tek tek ele alıyor olacağım. Şimdilik “Stranger On The Third Floor” ile devam edelim.

EKİP

Stranger on the Third Floor poster“Stranger On The Third Floor”un yönetmeni Boris Ingster. Ingster, slav kökenli bir göçmen olarak geldiği Amerika Birleşik Devletleri’nde hem yapımcı hem de senarist olarak görev aldığı bazı popüler dizilerle (“The Man From U.N.CL.E”, “Wagon Train” ve “77 Sunset Strip” vb.) hatırlanıyor. Ama bence görsel sanatlara yaptığı en büyük katkı, yönetmenliğini yaptığı birkaç filmden ilki olan 1940 tarihli “Stranger On The Third Floor”dur.

Filmin senaristi Frank Partos. Eddie Robson’ın aktardığına göre yapımcı Lee S. Marcus, Partos’un ‘Stranger On The Third Floor’ hikayesini ilk kez 1936 yılında okumuş ve etkilenmiştir. Marcus, RKO 1940 yılında onay verene kadar, hikayeyi kabul ettirmeye çalışmıştır. Partos’un senaristlerinden biri olduğu “Rio”nun (1939) IMDb’de bir dönem kara film olarak etiketlendiğini not düşelim. Partos’un Oscar adaylığı kaptığı o karamsar “The Snake Pit” (1948) filmi de bazı kaynaklarda kara film olarak gösterilmektedir. O filmi de kaçırmayın. Ben Partos’un da kariyerinin en önemli işinin “Stranger On The Third Floor” olduğunu düşünüyorum. Yönetmen ve senaristin en iyi işi bu film diyelim. İlerleyelim…

“Stranger On The Third Floor”un görüntü yönetmeni Nicholas Musuraca. Musuraca’nın olağanüstü görüntü çalışması, bugün bile ilk günkü tazeliğini koruyor. Siyah beyaz kontrastına dayanan chiaroscuro tekniği konusunda en büyük uzmanlardan biri olan ve adı “Cat People” (1942), “The Seventh Victim” (1942), “The Spiral Staircase” (1945), “Out of the Past” (1947) başta olmak üzere muhteşem çalışmalarla anılan Musuraca’nın bu filmdeki asıl büyük başarısı, Barok ve ekspresiyonist tarzları birleştirdiği rüya sekansları. Ayrıca gazeteci odası, mahkeme ve bar sahnelerindeki ışıklandırmalara dikkat. Musuraca’nın olağanüstü çabası sayesinde ekspresyonizmden sembolizme ve hatta sürrealizme kadar adeta bir akımlar bombardımanı altında kalıyorsunuz. Musuraca, klasik stilden gotik’e tarza kadar tüm hünerlerini bu filmde sergiliyor. Musuraca’nın, Orson Welles’in “The Magnificent Ambersons”unun (1942) kameramanlarından biri olduğunu da, “The Locket”, “Clash By Night” ve “The Hitch-Hiker” gibi önemli kara filmlerde çalıştığını da kaydedelim. “Stranger On The Third Floor”un görüntü çalışması da olağanüstü, hadi kadroya devam edelim…

Stranger on the Third Floor lobi 01

Özel olarak değinmek istediğim bir kişi, sanat yönetmeni Van Nest Polglase. Polglase; “King Kong” (1933), “The Informer” (1935), “The Hunchback of Notre Dame” (1939) ve “Gilda” (1946) ile tanınıyor. “Stranger On The Third Floor”dan sonraki işi de koskoca “Citizen Kane” (1941). Fazla söze gerek yok. Bir insan “Citizen Kane” setinde su taşımışsa bile bunu CV’sinin en başına yazabilir. Polglase bu başyapıtın tasarımlarında görev almış, daha ne olsun? Bu filmle “Citizen Kane” arasında görsel bağlantılar vardır, bunu nasipse başka bir yazıda detaylı bir şekilde örnekleyeceğim. “Stranger On The Third Floor”daki rüya sekanslarında Musuraca’nın Polglase’ye çok şey borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Beraber sinema tarihinin en etkileyici sahnelerinden bazılarını tasarlamışlar. Mahkeme sekansı güzel bir örnek teşkil ediyor. Her izleyen hakkını teslim edecektir, devam ediyoruz…

Oyunculara gelince. RKO’ya 2 günlük çalışma borcu kalan Peter Lorre, “Yabancı” (Stranger) tiplemesinde, “M” filmindeki rolünü yineliyor. Mike Ward’ı John McGuire, Jane’i Margaret Tallichet oynuyor. Joe Briggs rolünde Elisha Cook, Jr.’ı, irrite edici komşu Albert Meng rolünde Charles Halton’ı izliyoruz. Mahkeme sahnesinde ustalığını konuşturan Elisha Cook, Jr. bıçaksırtı bir rolün hakkından başarıyla geliyor, bu performansı sayesinde hem katil olabileceğine inanıyorsunuz hem de masum olabileceğine. Halton da üzerine düşeni fazlasıyla yapmış ve Meng rolüne farklı anlamlar katabilmiş. Roy Webb’in müzikleri sıradan ama film, Harry Marker’ın kurgusuna çok şey borçlu, filmi sekanslara parçaladığım bölümde bunun sebebini anlatıyor olacağım. Karşımızda sinema tarihinin en iyi kurgularından biri var ve bence bu kara filmi bir şahesere dönüştüren, onu farklı okumalara meydan veren bir tür hipermetin’e dönüştüren özelliği de kurgusu.

KONU

Konu basit. Bir gazetede muhabir olarak çalışan Michael Ward (John McGuire), tesadüf eseri bir cinayetin görgü tanığı olur. Eski bir mahkum olan Joe Briggs’i (Elisha Cook Jr.) cinayet mahallinde, gırtlağı boydan boya doğranmış Nick Giuseppe adlı maktulün yanı başında görmüştür. Joe, olay yerine geldiğinde kafe sahibi Nick’in çoktan öldürülmüş olduğunu öne sürer ama Michael’ın ifadesi Joe’nun idam cezası almasına yeter de artar. Bu görgü tanıklığı, Michael’ın gazetedeki önemi arttırmış, üstelik zam da almıştır. Nişanlısı Jane (Margaret Tallichet) ile evlenme hazırlığında olan Michael için bundan güzel bir haber olamaz. Öte yandan Jane, Briggs’in masum olabileceğinden kuşkulanmakta ve içini derin bir huzursuzluk kaplamaktadır. Daha önceden Nick’i alenen tehdit ettiği bilinen Briggs ise Michael’ın umrunda bile değildir. Michael bir odasını kiraladığı apartmanda çalışmakta olduğu bir gece, daktilo sesinden rahatsız olan komşusu Meng ile tartışmıştır. Bu tartışmanın görgü şahidi de vardır. Evsahibi. Başka bir seferinde yine evsahibi kadını yanına alıp Michael’ı nişanlısı yanında zor durumda bırakmıştır. Jane’i daireden adeta kovdurmuştur. Meng gırtlağı kesilmiş halde bulununca, Michael için korkunç bir kabus başlar. Briggs’i idama götüren tüm koşullar, Michael’ı da sarıp sarmalamıştır. Michael’ın gördüğü “Yabancı” gerçek midir, yoksa bir halüsinasyon mudur? Michael, hem Meng’i hem de Nick’i öldürmüş olabilir mi? Michael çift kişilikli midir?

Stranger on the Third Floor lobi 03

Konu nasıl? İlk etapta basit görünüyor değil mi? Aslında o kadar da değil. “Stranger on the Third Floor” (1940) suç filmleri tarihindeki en zengin kaynaklardan biri. Bu filmi hem semiyoloji, hem kara filmler içindeki önemi, hem görüntü çalışması, hem idam cezası karşıtı filmler hem de gazetecilik etiği hakkında filmler açısından yorumlayan küçük yazılar hazırladım, burada bugün sadece kurgu ile ilgili kısmına değinmekle yetineceğim. Zaten tek başına o bile, bu filmi izlenmeye değer, önemli bir yapım seviyesine getiriyor.

KURGU VE SONUÇ

“Stranger on the Third Floor”un (1940) insanın tüylerini diken diken eden, zeka dolu, muazzam bir kurgusu var. Film kabaca 21 ayrı sekansa bölünebilir: Sekans 1 – Kafe, Sekans 2 – Basın Odası (Adalet Sarayı), Sekans 3 – Duruşma Salonu (Mahkeme), Sekans 4 – Basın Odası 2 (Adalet Sarayı), Sekans 5 – Bar, Sekans 6 – Duruşma Salonu 2 (Mahkeme), Sekans 7 – Basın Odası 3 (Adalet Sarayı), Sekans 8 – Duruşma Salonu 3 (Mahkeme), Sekans 9 – Sokak, Sekans 10 – Apartman 1, Sekans 11 – 1. Geriye-dönüş Meng (Mike ile tanışmaları), Sekans 12 – 2. Geriye-dönüş Nick (Meng’i öldürmek istemesinden bahsetmesi), Sekans 13 – 3. Geriye-dönüş Jane (Meng’in Mike’ı dairesine kız attığı için ev sahibine jurnallemesi), Sekans 14 – Rüya Sahnesi, Sekans 15 – Park, Sekans 16 – Apartman 2, Sekans 17 – Savcının Evi, Sekans 18 – Kızın çalışma ofisi, Sekans 19 – Sokaklar (‘Yabancı’ arayışı), Sekans 20 – Kafe ve Sekans 21 – Yabancı’nın ölümü.

Filmin ilk 20 dakikasında yer alan ilk 10 sekans, doğrusal (lineer) bir anlatımla seyirciye sunulmaktadır. 11, 12 ve 13. sekanslar peşi sıra anlatılan 3 geriye-dönüşten (flashback) oluşmaktadır. Filmin görsel açıdan en can alıcı bölümünü, hikaye açısından ise kilit noktasını oluşturan 14. sekans ise bir rüya-sahnesidir (dream-sequence). Geriye kalan sekanslar (15-21) ise yine doğrusal ve gerçek zamanlıdır. İlk bakışta 21 sekanstan oluşan “Stranger on the Third Floor”u, ‘şimdiki zaman’ (gerçek zaman, sekans 1-10), geriye-dönüşler (geçmiş zaman, 11-13), rüya sahnesi (düşsel ‘şimdiki’ zaman, sekans 14) ve ‘şimdiki zaman’ (gerçek zaman, 15-21) olmak üzere zamansal açıdan 4 ana bölüme ayırmak mümkün gibi görünmektedir. İşte tam da bu noktada, tezimizi öne sürelim ve öyle ilerleyelim:

Stranger on the Third Floor lobi 04

Bence bu filmi zamansal açıdan dörde bölmek mümkün değildir, çünkü film sadece 3 bölümden oluşur. İlk 10 sekanstan oluşan şimdiki zaman, akabinde gerçekleşen 3 geriye-dönüşten oluşan geçmiş zaman ve geriye kalan tüm sekanslardan oluşan bir düşsel zaman. Şahsi kanaatimce bu filmi mükemmel yapan şey, “Point Blank” ya da “Once Upon A Time in America”yı mükemmel yapan şey ile aynıdır. Yani; bir noktadan sonra, gerçeklik duygusunu bütünüyle alaşağı etmiş oluşu ve o noktadan sonra yaşanan neredeyse tüm olayların bir rüya/kabus olması ihtimali. Bu filmi mükemmel yapan bir diğer özellik ise “Detour”u ve “The Postman Always Rings Twice”ı mükemmel yapan şey ile aynıdır. Yani; başkarakterin (Michael’ın) bize düpedüz yalan söylüyor olma ihtimali.

Michael Ward, komşusu Meng’in öldüğünü/öldürüldüğünü düşünmeye başladıktan sonra düş görmeye başlar. Bu düş içinde düş sahnesi sayesinde biz onun önce elektrikli sandalyeye mahkum edildiğini (ve cezanın infaz edilmek üzere olduğunu), daha sonra (güya düş bitip gerçek dünyaya dönünce ve Meng’in hakikaten öldürüldüğü ortaya çıktıktan sonra) bugün bile herkese absürd gelecek bir yöntemle kurtarıverildiğine şahit oluruz. Filmin rüya/kabus sekanslarından sonra yaşanan herşey bir şüphe dokusuyla örülmüş gibidir ve ciddi bir inandırıcılık sorunu taşıdığı açıktır. Sadece rüya kısımları değil, ilk rüyadan sonraki her sahne adeta bir başka rüyayı andırmaktadır. Giderek daha tuhaf açılardan yararlanılan sahneler ekspresyonist montaj, Barok çekim tarzı ve hikayenin ‘bu kadar da olmaz’ dedirten gelişmeleriyle gitgide sürreal bir kabusa dönüşürler. Elimizdeki tek şey Michael’ın anlattıkları ve/veya gördüğünü iddia ettikleridir. Masum bir insanın haksız yere idam edilmesi Michael’ın umurunda bile değildir. Peki neden? Belki de katil, ta en başından beri (zaten her iki olay yerinde de “tesadüfen” bulunan) Michael’dır. Her iki cinayet için de yeterince gerekçesi olan tek kişi Michael’dır. Kaldığı/yaşadığı yeri/hayatı karanlık bir batakhane olarak gören Michael’ın deli gibi paraya ihtiyacı vardır (Nick) hem de komşusundan (Meng) nefret etmektedir. Bazen Michael’ın belki de sadece bir yuvası olacağı için kızı kullandığı izlenimine kapılırsınız. Evlenmekle bozmuş gibidir. Her daim kendine ait bir evi olsun istiyordur, hiç evi olmamıştır. Belki de deli hastanesinden kaçan Michael’ın ta kendisidir. (Yabancı’ya tek iyi davranan da bir kadın değil midir?) Belki de “yabancı”, filmin bir yerinde komşusu Meng’i kastederek “onun gırtlağını kesmek büyük bir zevk olurdu” cümlesini ağzından kaçıran Michael’ın sanrılamalarından ibarettir.

Bu müthiş kurgunun varlığına imkan verdiği bir diğer ihtimal de; ilk rüya sahnesinden sonraki her sahnenin, masum bir adamı elektrikli sandalyeye götüren (götürdüğünü farkeden) bir görgü şahidinin derinden yaşadığı, travmatik bir vicdan azabı olabileceğidir. “Stranger on the Third Floor”un Harry Marker tarafından hazırlanan kurgusu, Partos’un suç/cinayet, umutsuz ve acımasız karakterler, çıkışsızlık, korku, paranoya, mantıksızlık, delilik/şizofreni ve ceza hukukun güvenilmezliğini içeren zengin hikayesi ile kusursuz bir uyum içindedir. Kurgu ve hikayenin ahengi, sayısız okumaya olanak tanır ve “Stranger on the Third Floor”u birinci sınıf bir kara film mertebesine yükseltir. Bu benzersiz kara film başyapıtı; yüksek kontrastlı ışıklandırma, derin bir gölgelendirme, dış-ses (anlatıcı), tuhaf kamera açıları, düşsel sahneler ve geriye-dönüş’lerle (flashback) zenginleştirilmiş müthiş bir ekspresyonist/dışavurumcu tarza sahiptir. Bu sürrealist kabusu kaçırmayın, derim ben.

Stranger on the Third Floor lobi 02

KAYNAKLAR

BORDE, Raymond ve CHAUMETON, Etienne. 2002; “ A PANORAMA OF AMERICAN FILM NOIR (1941-1953) ” [ Fransızcadan İngilizceye çeviren : Paul Hammond], [ilk basım : 1955], City Lights Books, San Fransisco (ABD)

CHRISTOPHER, Nicholas. 2006; “SOMEWHERE IN THE NIGHT : Film Noir & the American City ”, Shoemaker & Hoard Edition [yeni ve genişletilmiş baskı] (ilk basım : 1997), (ABD)

HIRSCH, Foster. 2001; “THE DARK SIDE OF THE SCREEN : FILM NOIR ” [ilk basım : 1981], Da Capo Press İkinci Baskı, California (ABD)

KEANEY, Michael F. 2003; “ FILM NOIR GUIDE : 745 Films of the Classic Era ”, McFarland Publ., North Caroline (ABD)

MULLER, Eddie. 1998; “DARK CITY : The Lost World of Film Noir ”, St. Martin’s Press, New York (ABD)

NAREMORE, James. 1998; “MORE THAN NIGHT: FILM NOIR IN ITS CONTEXTS”, Berkeley University of California Press, (ABD) [http://ark.cdlib.org/ark:/13030/ft6n39p13p/]

PALMER, R. Palmer. 1994; “HOLLYWOOD’S DARK CINEMA: American Film Noir”, Twayne Publ., New York (ABD)

PORFIRIO, Robert ve SILVER, Alain ve URSUNI, James. 2002; “FILM NOIR READER 3” , Limelight Edition Birinci Baskı, New York (ABD)

ROBSON, Eddie. 2005; “FILM NOIR” Virgin Books Ltd., Londra (İngiltere)

SILVER, Alain ve URSINI, James. 2001; “FILM NOIR READER”, Limelight Edition Altıncı Baskı [birinci basım : 1996], New York (ABD) – (Silver ve Ursuni ; 2001 : )

SILVER, Alain ve URSINI, James. 2004; “FILM NOIR READER 4” , Limelight Edition Birinci Baskı, New York (ABD)

SILVER, Alain ve WARD, Elizabeth. 1992; “FILM NOIR: AN ENCYCLOPEDIC REFERENCE TO THE AMERICAN STYLE”, The Overlook Press 3. Baskı [ilk basım : 1979], New York (ABD)

SPICER, Andrew. 2002; “FILM NOIR”, Pearson Education (Longman), Londra (İngiltere)

TELOTTE, J. P. 1989; “VOICES IN THE DARK: The Narrative Patterns of Film Noir”, Illinois (ABD)

http://www.scifilm.org/musing131.html

http://www.rbmoviereviews.com/movies/strangeronthethirdfloor.html

http://www.moria.co.nz/index.php?option=com_content&task=view&id=3550Itemid=1

http://www.noiroftheweek.com/2007/11/strangers-on-third-floor-1940.html

http://san.beck.org/MM/1940/Strangeron3rdFloor.html

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

This is Spinal Tap (1984)

Gelmiş geçmiş en komik kült filmlerden biri; This is Spinal
blank

Wake Wood (2011)

Wake Wood, okült, yeniden diriliş ve büyü gibi mevzularla ilgilenen