kyle-lambert-stranger-things-posterBaşlıktan hareketle Stranger Things dizisinden önce seksenler hakkında bir iki şey söylemek lazım. Seksenler deyince akan sular durur. Modasından müziğine pop kültür üzerinde geri dönülmez bir hasara yol açmış olsa da pek severiz seksenleri. Hele ki benim gibi çocukluğunu seksenlerde yaşamış olanlar için çok garip yıllardır. Dev vatkalı, renk cümbüşlü kıyafetleri ile cırtlak sesli şarkıcıların pop saatinde TRT’de göründüğü yıllar bizlerde derin yaralar açmıştır. Metal’in bile Hair Metal olduğu yıllardan bahsediyoruz. Lütfen yaşadığımıza şükredelim.

Tabii ki Türkiye için ayrı imkansızlıklar ile yoğrulmuş yıllar olsa da gene de seksenleri severiz. Özellikle seksen kuşağı gençlik filmlerinin her biri kült olmuştur. Türkiye’de çoğu sinemaya uğramamış olsa da video kaset çılgınlığı sayesinde çıkışından yıllar sonra seyredilebilmiş ve kendi hayran kitlelerini yaratmıştır.

Seksenler gençlik filmleri genelde ergen problemleri ve aşkları ile uğraşsa da aynı zamanda çocukların/gençlerin doğaüstü güçler ile mücadele ettiği bilim kurgu ve korku türlerine göz kırpan filmler de çokca görülmüştür. The Goonies (1985), E.T. (1982) gibi çok başarılı gişe sonuçları olan büyük yönetmenlerin kamera arkasına geçtiği filmlerin dışında daha sert The NeverEnding Story (1984) ya da Gremlins (1984) gibi örnekleri de görebiliriz. Bu türe kısaca “Aile Korkusu” gibi bir isim de verilmiştir zamanında. Hatta temelde A Nightmare on Elm Street (1984), Friday the 13th (1980) gibi gençler ile uğraşan pek çok slasher’la da örnekleri çoğaltabiliriz. (Tabi ki burada artık aile korkusunun dışına çıkmış oluyoruz.)

Özellikle çocukların şiddetten uzak kalması için zamanla yok olan bu tarz filmler Netflix’in yeni hiti Stranger Things ile geri dönüyor. Hem de direkt bizi 1983’e götürerek, Matthew Modine ve Winona Ryder gibi iki seksenler yıldızını da kadrosuna katarak o zamanın ruhunu nostaljik bir tatla karşımıza çıkarıyor.

Wayward Pines’dan tanıdığımız Matt Duffer ve Ross Duffer Biraderlerin (The Duffer Brothers) yaratıcısı olduğu dizi, Stephen King, Steven Spielberg ve John Carpenter’a göndermelerle dolu bir sinefil eğlencesi.

blank

Indiana’nın herkesin birbirini tanıdığı, suç oranının sıfıra yakın olduğu Hawkins adlı kasabasında geçen dizimiz X-Files’a yanaşır bir bilim adamı kaçırılma sahnesi ile başlıyor. Daha sonra püfür püfür Amerika kokan kasabada 4 kafadar arkadaşın Masaüstü FRP oyununa şahit oluyoruz. Ailesi artık yeter deyince çocuklar bisikletlerine atlayıp evlerine dönüşe geçiyor, ancak Will Byers’ın geçtiği yolda onu bir sürpriz bekliyor. Karanlıkta gördüğü şekilden ürken Will bisikletini de bırakarak hızla evin yolunu tutuyor. Ancak evde kimse olmayınca peşindeki “şey”den de kurtulamıyor.

Sabah olduğunda annesi Joyce (Winona Ryder) ve kardeşi Jonathan (Charlie Heaton), Will’in kayıp olduğunu anlıyor ve polise gidiyor. Şerif Jim Hopper (David Harbour) konuyu fazla ciddiye almasa da başta yavaş yavaş Will’i aramayı hızlandırıyor. Bu sırada Will’in arkadaşları da kendi arama ekibini oluşturup yolda gizemli bir kız çocuğuna rastlıyorlar.

Kendine Eleven (11, Millie Bobby Brown) diyen kız psişik güçler sergilerken Will ile ilgili de bazı ipuçları veriyor. Ancak büyüklerden korkan ve peşinde Dr. Martin Brenner (Matthew Modine) ve adamlarının olduğunu bilen 11, Mike Wheeler’dan (Finn Wolfhard) kendini saklamasını istiyor. Bir yandan Byers ailesinin dramı, bir yandan çocukların hem arkadaşlarını bulmak hem de 11’i koruma girişimleri ile gelişen konu bizi elektrik kesintileri, yanan telefonlar, cızırtılar, başka saldırılar ile dolu ilginç bir gizemin içine sürüklüyor.

Çocuk oyuncuların büyük başarı ile oynadıkları Stranger Things’de eski yıldızlar ve çocukluğumuzun kahramanları Winona Ryder ve Matthew Modine de üstüne düşeni yapıyor.

E.T.’den çıkmış gibi duran çocukların karanlıkta bisiklet sürdüğü sahneler, synthesizer müzikli Carpentervari jenerik, çocukların etkileşimlerinin King romanlarından fırlamış gibi durması gibi açık ve gizli göndermelerle dolu Stranger Things başta bizim kuşağı avucuna alacak bir dizi. J.J. Abrams’ın Super 8‘i (2011) gibi seksenler nostaljisi ile nasıl beslenmesi gerektiğini iyi biliyor. Ancak yeni kuşaklar için bir şey ifade ediyor mu zamanla göreceğiz. Eğer bir kaç kuşağı birden ekrana çekmez ise başarısı sınırlı olacaktır. Şimdilik gizemli konusu, başarılı oyunculuklar, iyi kurgulanmış ortamı ile dönemi yansıtmakta ve izleyiciyi kendine çekmekte başarılı olduğunu söyleyebilirim.

blank

Masis Üşenmez

1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. 2006 yılında "Öteki Sinema" kadrosuna katılır ve sitenin gelişiminde önemli rol üstlenir. Halen Öteki Sinema'da editörlük ve Cinedergi'de yazarlık yapmaktadır.

1 Comment Leave a Reply

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Siyasetin Perde Arkasındaki Medya Patronu ile Tanışın

Medya ile politikanın gizli ilişkilerini Fox News kurucusu Roger Ailes’in
blank

Rise of Empires: Ottoman – Yiğit Giustiniani vs Diktatör Mehmed!

Netflix’in 6 bölümlük kurmaca belgesel dizisi Rise of Empires: Ottoman’ı