Avustralya’dan (2008) yıllar sonra Nicole Kidman yine çorak topraklarda ancak bu defa ortada pek de eğlenceli bir macera yok!
Ailesi münasebetiyle bir Aussie olan Kidman, TV için çektiği kısa filmler ve belgeseller ile tanınan kadın yönetmen Kim Farrant’ın, çöl sıcağında kavrulmuş yalnız ve tekinsiz karakterlerle dolu filminde başrolü üstleniyor. İyi de yapıyor çünkü ilerleyen yaşına ve geçirdiği onca estetik müdahaleye rağmen kariyerindeki en güçlü performanslardan birine imza atmayı başarmış. Filmin en büyük başarısında onun imzası var.
Strangerland, dünyanın en sıkıcı ve yaşanması en zor iklimlerinden biri olan Avustralya kırsalını (kırsal dediysek toz toprak, başka da bir şey yok) mesken edinen ve büyük bir kum fırtınası vakasından sonra ergen kızları ve erkek çocuklarından haber alamayan bir ailenin ve onlara yardımcı olmaya çalışan ilginç bir dedektifin dramını konu ediniyor.
Fırtınanın Ortasında adına yakışan bir film… Yaşanılan trajedi ve karakterlerle arasına asap bozucu bir mesafe koyuyor, bu bilinçli bir çaba gibi görünse de yönetmenin belgeselci geçmişinin en azından bunu başarmak konusunda işe yaradığı ortada… Kim Farrant’ın, biçimsel açıdan epey güçlü olan filmi, Lilly Parker (Maddison Brown) karakterinin halet-i ruhiyesine benzer bir şekilde kafa karışıklığı yaşayan senaryonun kurbanı oluyor. Strangerland, Temmuz sıcağında camları tamamen kapalı bir odada görülen gündüz düşü gibi, bölük pörçük ve terden sırılsıklam uyanmışsınız hissini yaşatan bir izleme deneyimi…
Filmin senaristleri Michael Kinirons ve Fiona Seres, gerilim yüklü bir aile trajedisi yazmak için yola çıkmışlar ancak güçlerinin buna yetmediği ortada. Önümüze kadar gelen şey, her 10 dakikada bir şerit değiştiren, nereye de gideceği pek belli olmayan bir otomobil adeta… Kim Farrant, senaryonun oluşturamadığı twistlerden vazgeçmeyip kendi önsezileriyle aldığı her virajda uçuruma savruluyor ancak filmin sonuna kadar aynı şeyi yapmaktan vazgeçmiyor. Bu yaklaşımıyla, senaristlerine meydan okuyan ve filmi kurtarmaya çalışan cesur bir sinemacı gibi geldi bana…
Kum fırtınası sekansına kadar Amerikan tarzı klasik bir gerilim hikayesinin rotasında seyreden film, bu andan itibaren daha gerçeküstücü bir yaklaşım benimsiyor ancak “bir Stephen King hikayesi” olsa bu kadar olur diyebileceğimiz kadar tekinsiz bir yapı hikayesizliğin ve olaydan ziyade karaktere yaklaşan bir yönetmen tarafından ziyan edilme noktasına geliyor.
Strangerland, oyunculukları ve Peter Booh imzalı hava çekimi yönetmenliği (Aerial director of photography) ile nefis bir biçim denemesi ancak haddinden fazla minimalize edildiği için ortaya koyduğu çatışmaları ve trajediyi kendi elleriyle çöl güneşinde solduruyor. Yine de başlangıcından finaline güçlü bir film izleme deneyimi yaşatıyor. En azından, “şimdi ne olacak” diye sonuna kadar gidiyorsunuz. Yönetmenin elindeki malzemeyi bu kadar ciddiye alması takdir sebebi ancak izleyene bir notkadan sonra eziyet ettiği de ortada…
Her şeye rağmen bu minimal gizem sineması örneği, kimsenin değilse bile festival sineması tutkunlarının ilgisini çekecektir. Avustralya sinemasından her zaman Mad Max gelecek değil ya… Bu sefer de “what a boring day!” diyelim.