Yaklaşık bir hafta süren Sundance Film Festivali dünkü ödül töreniyle tamamlandı. Ülkemiz sineması Tolga Karaçelik’in Sarmaşık filmiyle temsil edildiyse de maalesef Sundance’ten herhangi bir ödül alamadık. Filmin geçtiğimiz Pazartesi günkü dünya prömiyerinden sonra kaleme aldığım Sarmaşık yazısını buradan okuyabilirsiniz. Şimdi gelelim festival ile ilgili genel izlenimlerime.
Öteki Sinema için izlenimlerini yazan: Anıl Aba
Bu sene Park City’deki en merak konusu bir sonraki Whiplash’in hangi film olacağı idi. Hemen hemen her kritik geçen sene Sundance’te büyük ödülü aldıktan sonra bu sene En İyi Film Oscar’ı için yarışan Whiplash’in başarısı üzerinden bu yılki filmleri tartışıyordu. Guy Pearce ile dikkat çeken Results ile genç yönetmen Chloe Zhao’nun ilk uzun metrajlı filmi olan Songs My Brothers Taught Me ilk etapta ön plana çıksa da tüm filmler görüldükten sonra tören günü kulislerde büyük ödül için Dope ve Me and Earl and the Dying Girl bahis konusuydu. Nitekim Babel ve Argo’da ikinci yönetmenlik, American Horror Story’de yönetmenlik yapmış olan Alfonso Gomez-Rejon’un yönettiği, Jesse Andrews’un aynı adlı romanından uyarlanan Me and Earl and the Dying Girl en büyük ödül olan Amerikan Drama kategorisindeki Büyük Jüri Ödülü’nü aldı. Film aynı zamanda seyircilerin oylarıyla belirlenen Seyirci Ödülü’nü de alarak duble yaptı. Aynı kategoride Yönetmenlik Ödülü The Witch filmi ile Robert Eggers’a, Senaryo Ödülü ise biraz garip bir şekilde Zimbardo’nun daha önce de defalarca filme alınan deneyinin modern bir uyarlaması olan The Stanford Prison Experiment ile Tim Talbott’a gitti. Tüm kategorilerdeki ödüllerin tam listesini burada (İngilizce) bulabilirsiniz.
Sarmaşık’ın önü açık!
Sarmaşık filminin de yarıştığı Dünya Sineması Drama kategorisinde ise büyük ödülü, biraz da sürpriz yaparak, Hindistan yapımı Umrika filmi aldı. Vincent Cassel’in oynadığı Partisan ise izleyiciler tarafından beğenilse de ödüle layık görülmedi.
Belirtmeliyim ki Sarmaşık, benim son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri. Tolga ve ekibi çok iyi bir iş çıkarmışlar. Sarmaşık’ı, tahmin ettiğim gibi, yarışmada bir adım geri kalmasına sebebiyet veren faktörleri yine Sendika.org’taki yazımda sıralamıştım. Film çok başarılı olmasına rağmen yeteri kadar Amerikanlaş(a)mamanın ve teknik bazı sorunların getirdiği eksi puanlarla festivalden eli boş döndü. Konuştuğum ve gözlemlediğim kadarıyla seyirciler Sarmaşık hakkında ikiye bölünmüşlerdi. Benim de dahil olduğum bir grup izleyici sesteki sorunlara rağmen filmi çok beğenirken, diğer bir grup izleyici ise hiç etkilenmemiş görünüyordu. Bunun Amerikanlaşmamanın ötesinde diğer bir sebebi filmin verdiği metaforların biraz kapalı bulunması. Ortalama Amerikan izleyicisi metafor seven ya da anlayan bir izleyici değildir. Hollywood sineması, bir endüstri olmanın sonucu olarak, ‘direkt’ bir sinemadır, filmlerde verilen mesaj gayet açıktır. Ucu açık sonlar, çok dolaylı anlatılar, derin metaforlar, çözümlemeyi seyirciye bırakan hikayeler içeren filmler Hollywood’ta pek iltifat görmez. Sundance Film Festivali de, çöküş sürecinde olan Hollywood’a ekonomik bir alternatif olması suretiyle her geçen yıl ticari kaygıları artan bir organizasyon. Dolayısıyla Sarmaşık filmindeki metaforlar ve yarı kapalı mesajın Hollywood sineması ile yoğrulmuş Amerikan sinemasever ve ticarileşen Sundance Enstitüsü tarafından pek olumlu değerlendirilmediğini düşünüyorum. Zaten gösterim sonrası salondaki seyircilerden gelen sorular da bunu gösteriyordu.
Tabi buradaki bir diğer faktör de filmin aslında inceden bir Marxist alt metninin olması. Sundance Enstitüsü, çok fazla ‘Amerikan’ bir enstitü. McCarthy döneminde komünistlerin vatana ihanet gerekçesiyle idam edildiği bir ülkede sınıfsal mesajlar içeren filmlerin herhangi bir organizasyonda tutunması imkansız değilse bile son derece güç. Sundance’te hemen hemen her yıl pek çok anti-komünizm temalı, özellikle Doğu Avrupa’dan gelen, film yer alıyor. Hatta bu senenin anti-komünist filmlerinden olan, bence deli saçması, The Russian Woodpecker Dünya Belgesel kategorisinde bir numaralı ödülü aldı mesela. Sonuçta Sundance kendi formülü doğrultusunda işleyen Amerikan bir ‘‘kulüp’’. Ve, ortalamada, bu kulübe girmek ancak Amerikan değerlerini ve enstitünün kaygılarını yansıtarak mümkün olabiliyor.
Tabii karamsar olacak bir durum yok. Sonuçta geçen yıl Sundance’te yarışan filmlerin %80’i dağıtım anlaşması yaptı ve ortalama 7 ay içerisinde dünyada vizyona girdi. Mesela bunların arasından sıyrılan Whiplash ve Boyhood bu sene Oscar için yarışıyor. Sarmaşık daha pek çok festival gezeceğe benziyor. Yabancı filmlerin Amerika’da vizyonda girme oranı %40 civarı ama ben Sarmaşık’ın diğer %60’lık dilimde yer alacağını tahmin ediyorum. Yine de Amerika dışında iyi bir anlaşma imzalama ihtimali az değil. Sonuçta Tolga ilk filminin üzerine epey koymuş ve bence doğru yolda ilerliyor. Sarmaşık bir gişe filmi olmadığı için Türkiye’de de fazla makara satmayacaktır belki ama yarıştığı filmlere bağlı olarak yerli festivallerde iddialı olabilir.
Hepsi bir yana, Adana Demirspor formalı Cenk karakteri ile yıldızlaşan Nadir Sarıbacak için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Eğer festivalde oyunculuk ödülü verilseydi Nadir kesinlikle çok iddialı olurdu. Tartışmasız, son zamanlarda izlediğim en iyi performanslardan biri. Zaten Nadir Sarıbacak, yayından kaldırılan bir kaç dizi projesine talihsizce takıldıysa da, Türkiye sinemasının parlayan yıldızlarından. Eminim yakında kendisini daha da iddialı yapımlarda göreceğiz.
Robert Redford istifa…
Her sene Sundance’te konuşma yaptığı panele bile bilet satan Robert Redford, 70’lerde Sundance projesini başlattığında bir boşluğu doldurmuş, o dönem sadece ana akım gişe filmlerinin yapıldığı Hollywood piyasasına bağımsız bir alternatif sunmuştu. Arada sırada ticari film ile bağımsız film arasındaki gri alanda kalan görece yüksek bütçeli filmler festivalde yer almışsa da bağımsızlık büyük oranda korunabilmişti. Fakat son yıllarda bu gri alanın giderek daha kalınlaşması duyarlı sinemaseverler tarafından epey eleştiriliyor.
Bu sene James Franco, Jonah Hill, Michael Cera, Zachary Quinto hatta Keanu Reeves ve Nicole Kidman gibi Hollywood yıldızlarının milyon dolar bütçeli filmleri festivalde yer aldı. Üstüne üstlük enstitünün formülü giderek daha standart hale gelmeye ve kulübün çemberi daralmaya başladı. Bir kaç yılda bir Whiplash gibi bir film parlasa da ortalama film kalitesi her geçen yıl düşüyor, yıldız bir iki filmin yanında onlarca çok kötü film izliyor millet. Biletler, Amerika standartlarına göre bile pahalı, izleyici çok şikayetçi. Salonlar pahalı VIP biletlerini kapatan platin saçlı ve kürk mantolu kadınlardan geçilmiyor. Parti, parti, parti, her yer parti. Ortam ünlülerle takılmak isteyen zengin züppelerin partilerinden ibaret. Bu sebeplerden ötürü düzgün sinema izleyicisi ana mekan olan Park City’den ziyade Salt Lake City’deki gösterimleri tercih ediyor. Yani böyle bir ortamın olduğu bir festivali kimse bana bağımsız film festivali diye yutturamaz, kimse kusura bakmasın. Zaten aslına bakarsanız Tribeca Enstitüsü neredeyse bu gidiş hata tepki olarak, ticari eğilimleri giderek artan Sundance’e bir alternatif olsun diye kuruldu.
Yani kaliteli izleyici artık Sundance furyasından uzaklaşıyor. Redford durumun farkında fakat meseleyi televizyon yapımlarının sinema sektörünün önüne geçmesine bağlayarak dışsallaştırıyor. Tüm bu sıkıntılara karşın 78 yaşındaki Redford’un emekli olma niyeti de yok gibi.
Sizin anlayacağınız Sundance’le aram pek iyi değil. Önümüzdeki hafta, her sene olduğu gibi, festivalde ödül alan filmlerin Utah yerlisine ücretsiz gösterimleri yapılacak. Kaçırdığım birkaç filmi orada izledikten sonra belki bir iki filme daha yakından bakabilirim burada.
Anıl bey yazınızı büyük bir merakla okudum ancak filmle ilgili nadir saribacak’in oyunculuğu dışında tek bir iyi eleştirinize rastlayamadım. Buna rağmen filmin ödül alamamasini amerikanlasamamasina baglamanız, maçı kazanamayan milli takımi pohpohlamak icin hakemin Bulgar ya da Yunanlı olmasina bağlanmasına benzettiM. Kendinize karsi samimi olun lutfen. Film gercekten de yeterince iyi olmamis olamaz mi? cunku bir filmin iyi olmasi hikayesinin sosyal icerikli ya da marksist degerler tasimasi ya da tasimamasiyla mi olculur? nedense işi kiviramayan yönetmenlerimizden duyduğumuz seyleri siz de tekrarlamissiniz. Film sizin beğendiğiniz kadar iyi ise hak ettiği değeri bir şekilde görecektir zaten merak etmeyin. sundance olmasada baska bir yerlerde… Ama değil ise de açık yürekliline neyin olmadığını neyin daha iyi olabileceğini ya da olmadığını söylemelisiniz. Böylece genc yönetmen kardeslerimizin basarisizliklarinin nedenini tartarken, gercegi gormelerini saglayabiliriz. Yoksa bu tarz savunmaci yazilar film ekibini teselli etse de, kolayciliga sebep olup bahane üretmelerine çanak tutmaktan başka hiçbir ise yaraMinor. Umarım film dediginiz kadar iyidir de iyi filmden anlamayan Amerikalıların ahmakligindandir her şey.
Haklısnız Tarkovski bey. Direk Sarmaşık ile ”biraz” da detaylı bir yazıyı prömiyeri izledikten hemen sonra yazmıştım (http://www.sendika.org/2015/01/sundance-festivaline-bir-gomlek-buyuk-turk-filmi-anil-aba/), burada tekrar etmek istemedim.
Film yeterince iyi olmamış olabilir mi? Olabilir tabii. Sonuçta ben profesyonel bir film kritiği değilim ve nihayetinde kendi fikrimi yansıtıyorum. Misal Atilla Dorsay bir liste kitabında Geleceğe Dönüş filmine 4 üzerinden sadece 1 yıldız vermişti, oysa benim en sevdiğim filmlerdendir, ortada bir gariplik olduğu aşikar. Siz de Sarmaşık’a Sundance jürisi ve izleyicisi gibi düşük puan verebilirsiniz, hatta izledikten sonra kendi kritiğinizi yapıp filmi yerden yere de vurabilirsiniz. Ben dahil her yorumcu kendi fikrini yansıtır ancak festival sonuçları baki kalır. Sonuçta film Sundance’te başarısız oldu, önümüzdeki festivallere bakacağız. Film başarı için Amerikanlaşarak kendi ana hattından uzaklaşırdı, öyle olsaydı ben de Sarmaşık’ı çok fazla Amerikanlaştığı eleştirirdim. Sadece Sarmaşık örneği değil, diğer ödül alan ve almayan filmleri incelediğimizde de Amerikanlaşma hususunun geçerli olduğunu göreibliriz. Yani hakemler sadece bize değil herkese aynı taraflı bakış açısıyla ofsayt veriyor Sundance’te.
Sosyal mesaj konusuna gelince, evet sanatta halkçılık tek kriter değilse de benim için önemli kriterlerden biridir. Dolayısıyla filmin Marxist tonda bir işçi filmi olmasını cesur ve olumlu buldum, bu eksende fazla film olmadığı ortada.
İnşallah film vizyona girdikten sonra tekrar yorumlarınızı yazarsınız.
Kelebekler filmi Amerikanlaşan bir film mi ?