Murat Tolga Şen bağımsız sinema eleştirmenliği denildiğinde akla gelen ilk isimlerden, sözünü sakınmıyor, adeta sektöre savaş açmış durumda. Sayım Çınar ile Altın Koza’da buluşan Şen, yine önemli açıklamalarda bulundu, sinemaya ve festivallere dair çok konuşulacak sözler söyledi.
FESTİVALLER SİNEMAYI ZENGİLEŞTİRİYOR MU?
Bu ikinci buluşmamız bir söyleşiyle. Çok şey değişti mi sence festivallerde zaman içinde? Sinemanın zenginleşmesi anlamına mı geliyor festivaller?
Batan bir geminin yolcularıyız. Adana, Antalya, Malatya, irili ufaklı festivaller var. Bodrum’da bir festival var yakın zamanda. Ancak sektörün tümünü kucaklayan bir şey yok. 100. Yılı Türk sinemasının, ve ortalık asla gösterilmeyecek filmlerle dolacak. Onca film çekilirken neden her festival 15 filmin peşinde dönüyor, bunu sorgulamak gerek. Festival filmleri için bir üretim bandı var; devletten destek al, senaryonu kabul ettir, filmini çek, ödül al! Tezgah böyle olunca da sünnet düğünü bile çekmemesi gereken adam festivalde yarışıp ödül kazanıyor. 1000 kişi bile izlemiyor bu filmleri…
Belediyelerin salonlarında görüyoruz bahsettiğin bu filmleri ancak. O filmler izleyiciyle buluşmuyor, festivalde gösterilmekle kalıyor.
Seyirci iyi filmi yakalıyor. Örneğin Kış Uykusu. Bunun için izleyiciyi suçlayamayız. Çok ödüllü film iyi filmdir dediğimiz yıllar epey eskide kaldı, şu anda festivallerde gördüklerimiz kimsenin ilgisini çekmeyecek işler…
Kazım Koyuncu’yu konu alan bir film var. Nasıl buldun?
Yağmur Kıyamet Çiçeği çok ucuz bir aşk öyküsü, Siyad ödülünü hak etmiyor. Lösemili oğlunu tedavi ettirebilmek için fahişelik yapan bir Rus kadın var ve ona aşık olan bir futbolcu, kadını kurtarmak için şike yapıyor. Bu hikaye çok ucuz. Kazım Koyuncu’yu eklemleyerek bir P&R çalışması yapılmış. Koyuncu’nun anısına hürmet etmeyen bir film. Ailesi de izleyince benim gibi hissedecektir. Bu numaradan hoşlanmadım.
İçimdeki Balık, Kuzey sinemasına gönderme yapan, oyuncuları çok naif, güzel bir film. İzlediğimizde bir sinema var, bir dert var, bunu hissediyoruz.
İçimdeki Balık olumlu finaliyle alışık olmadığımız bir festival filmi. Hiç bu sonun sinyalini de vermiyor. Festival filmleri keşke şöyle olsa dediklerimizden.
“DERVİŞ ZAİM’İN CAMDAN DIŞARI, UZAKLARA BAKAN ADAMLARI ÇEKMEKTEN BAŞKA BİR DERDİ VAR!”
İddialı filmleri izledik. Derviş Zaim yine fark yarattı diyebiliriz.
Derviş Zaim gösteriş düşkünü bir yönetmen değil. İsterse herkesten ağır anlatım yapar, minimal film çeker. Gerçek meselelere eğilmek istiyor. Kötü balıkçılık neler yapar, doğaya saygısızlık nasıl sonumuzu getirecek bunu işliyor. Uzaklara bakıp camdan dışarı bakan adamları çekmek dışında bir derdi var. Balık filmi bunun için önemli. Çok iyi oyunculuklar var… Gösterişsiz ama birinci sınıf bir yönetmenlikle hikayesine sahip çıkan, kıvamında bir film. 80 dakika. Büyük ödülleri almasını istiyordum.
Öteki Sinema’dan Başak Bıçak “kötü filmlere kötü demediğimiz sürece izlemeye devam edeceğiz” dedi. Bence bu son derece yürekli ve önemli bir açıklama.
Başak meseleyi kavramsal değerlendirmiş. Ben, 9 – 10 kişilik bir eleştirmen grubunun hep aynı filmleri sevip nefret etmesini bir P&R çalışması olarak görüyorum. Öfkesini, beğenisini açıkça ifade etmeli eleştirmen dediğiniz kişi, ipoteklememeli. Sinema bilgisi sevgisi yok burada, başka bir şey var. Hangi yapımcı var diye baktığımda bu yere göğe konulamayan filmlerin arkasında, hep aynı isimleri görüyorum.
Neden Tarkovski Olamıyorum, beklediğimiz bir yere bağladı sonunu, oysa başlangıcı farklı ve umut vericiydi.
İlk 20 dakika güçlü bir şekilde işleniyor, sonrasında festivallerde alışık olduğumuz ilişki sarmalıyla gücünü kaybetti.
Nergis Hanım, bende kısa film olmalı duygusu uyandırdı. Sen nasıl buldun?
Ancak 9 – 10 dakikalık bir film çıkardı, öyle bir konusu vardı. İlk yönetmelik deneyimi. Kısa filmdeki fikirleri senaryolaştırırken olgunlaştırmadan hemen filmleştiriyorlar. Bu filmde de aynı durumu görüyoruz.
“BALIK, İÇİMDEKİ BALIK, SİLSİLE”
Bugün kapanış yapılıyor. Sen hangi filmlere şans veriyorsun? Başarılı bulduklarını sayar mısın?
Balık, İçimdeki Balık. Deniz Seviyesi vasat ama izlenebilir. Bir şehirli hikayesi var, aşk var. Bir es verdirdi en azından. Neden Tarkovski Olamıyorum da bence ödüllendirilecek. Jüri bir şekilde sevecek bence. Silsile çok iyi bir film. stilize bir yönetmenliğe sahip, çok iyi oyunculukları var ama İstanbul film festivalinde yarıştığı için jüriler daha taze film arayışındalar. Büyük ödül alsa iyi olur ama boş dönecek gibi.
ADANA SANAYİDEN İŞÇİ GETİRSEN İZLETSEN DAHA SİNEMA İÇEREN SONUÇLAR ÇIKAR
Bir takım oyuncular umut vaat ediyor gibi, ülkemizde ödül alamayan oyuncu ve filmler yurtdışında ödül alıyor.
Adana sanayinden işçi getirsen izletsen daha sinema içeren sonuçlar çıkar. Hısım akraba kollayıcılığı çok fazla, arkadaşlık düşmanlık çok etkili kararlarda. Bir festivalde bir film çekmiş bir yönetmen bir sonraki sene jüri üyesi oluyor. 9 10 filmi olan yönetmenin filmini değerlendiriyor. Daha kendi dilini olgunlaştırmamış. Nasıl tartacak? Bu jürilikler neye göre belirleniyor? Yurtdışına gelince, Almanya’da 7 dalda Jin’e ödül verdiler. Kürt hareketine duyarlılar. Aslında daha iyi filmler varken Jin’i ödüllendirdiler. Filmleri 5 – 6 kişinin eline bırakmamalıyız. Bir salon dolusu Adanalı bir hafta boyunca izlemeli bence filmleri, sonuçlar öyle açıklanmalı.
OYUNCULARI BİZ TANIYORUZ HALK TANIMIYOR
Açılışlarda olaylar yaşanıyor. Türk sinemasının 100. ılı vesilesiyle oyuncular vardı. Fatma Girik, Filiz Akın.
Ben öncelikle 100. Yılda olduğumuz düşünmüyorum. Manaki kardeşleri görmeliyiz her şeyden önce. Bu yıl, Türk sinemasının yüzüncü yılı değil. Resmi söylemle kutluyorsak Adana’da öyle büyük bir görkem görmedim. Her zamanki gibi ahde vefa için geldi oyuncular. Çevremde, otelde, sokakta ünlü oyuncuları görmek çok hoşuma gitti. Çınarlar bunlar. El üstünde tutmalıyız. Yenileri çağıralım diyenler var ama Türkan Şoray’ı tanıyan Nazan Kesal’i tanımıyordu Antalya’da. Yeni oyuncuları biz tanıyoruz, halk tanımıyor.
Dizilere benzeme durumu var mı filmlerin, bunu hissediyorum son dönemde festivallerde.
Evet çok tehlikeli. Firak filmi bir dizi gibiydi örneğin. Bizim kendimize ait bir sinema dilimiz yok. Ortada bir Nuri Bilge Ceylan sineması var, Türk sineması değil.
Nuri Bilge çok etkiliyor sinemacıları.
Çünkü çok başarılı, Altın Palmiye kazandı diye onu taklit ederek değer kazanmaya çalışıyorlar. Özgün sinema yerine taklit ederek değer kazanmaya çalışanlar. İki kitap okumayanlar senaryo yazıp film çekiyor bu ülkede… Bazı yönetmenler o kadar sığ ki onlarla sinema konuşmak mümkün değil.
SİNEMA ELEŞTİRMENLERİ BEŞ PARA ETMEZ
Genel olarak sinema eleştirmelerini hatalı ve eksik buluyorsun.
Beş para etmezler çünkü. P&R yapmak üzerine, arkadaşlarına, film şirketlerine kıyak geçiyorlar, iyi sinemayı ödüllendirmiyorlar. Bu adamla festivalde karşılaşırız fazla kötülük yapmayalım diyorlar. SİYAD sinema eleştirmenliğini yerinde saydıran bir kurum, bir devrime ihtiyacı var, yeni başkanın dikkatine… Aslında eleştirmen dediğin bağımsız olmalı, kendi iradesiyle yazmalı, sorunları dillendirmeli. Bu filmlerin kötü olduğunu yazmalı. Jüri kararlarını eleştirmeli. Alper Turgut iki yıl önce sert bir yazı yazdı, disiplin kuruluna sevk edildi ya da edilmek üzereydi. Bu mudur yani?
Bağımsız olma çabası onu kötü bir noktaya getirdi.
Alper doğru olanı yaptı. Eleştirmenlik böyledir, bazen salonun ortasına kirpiyi fırlatman gerekir. Yabancı eleştirmenleri de okuyorum, hatta bizde kimlerin yabancı eleştirilerden çaldığını da biliyorum. Bizimkiler fazla edepli. Aman suya sabuna dokunmayalım diyen içi geçmiş bir eleştirmenlik anlayışı var. Bir de ülkemizdeki sinema eleştirmeni ne kadar çok bildiğini göstermek için çırpınıyor. Okura cehalet yüklemesi yapıyor. Bu halk Recep İvedik’e gitti diye sinemadan anlamıyor sonucuna varamayız. İyi film sinemada, olmazsa DVD’de, TV’de bir yerde keşfedilir muhakkak.
İSTANMEYEN ADAM İLAN EDİLDİM
Sen bağımsız bir eleştirmensin. Birçok yere çağrılıyorsun. Bir taraftan da Okan Bayülgen’le program yaptın. Sendeki durumu televizyoncular hissetti.
Çok dostum var, çoğu da derneklidir ama fikren yalnız kaldım. Derin Siyad tarafından neredeyse istenmeyen adam ilan edildim. Bazı eleştirmenler asansörde bile selam vermez, yere bakar. oysa herkesle dost olmak isterim ama yazımın dürüstlüğü her şeyden önemli. Ben yapımcıya, yönetmene, benim gibi eleştirmene değil sadece seyirciye karşı sorumluyum. Bu işi kendi kalemine, sinema bilgine güvenerek yaparsan insanlar fark ediyor. Okan’la geçtiğimiz sezon 5-6 program yaptık, bana sürüden ayrıldığım için değer verdiğini söyledi. Martı en sevdiğim kitap. Romantik bir benzetme olacak ama Jonathan Livingston gibiyim. Tabi ille de sürüden ayrılma derdim yok ama eleştirmenlik ortak beğeniyle yapılacak iş değil. İyi filme iyi, kötü jüriye kötü diyebilmeliyiz. Tartımın ayarı bozulmamalı.
Hollywood sinemasının sınırlarını aşamamış eleştirmenler var, klişe yazılar çıkıyor sürekli. Özgün sinema yazısı yazmak için ne gerekiyor sence?
Öncelikle sinemayı çok sevmek, seyirci olmaktan vazgeçmemek gerekiyor. Artık herkes sinema eleştirmeni çünkü her gün doldurmak zorunda oldukları bir köşe var, filmlerden çokca bahsediyorlar. Halkın sinemaya ilgisini fark ettiler daha da çok işliyorlar onun için. Şu an işsiz kalan çok arkadaş da var, Sinema dergisi ve Radikal kapandıktan sonra. Onlar da burada… Köşe yazarı mesleği eleştirmenlik olanlardan fazla okura ulaşıyor. Yekta Kopan bile sinema yazarı oldu, baksana! Bana artık eski isimler gelmiyor okurdan. Hıncal Uluç’un, Ahmet Hakan’ın yazıları daha çok okunuyor, Alin Taşçiyan’dan, Fatih Özgüven’den. bu meslek adına üzücü… Fazla akademik yazıp olay ufkunda kaybolduk, seyirciyi de kaybettik sanırım. Bir de, tembeller eleştirmenler. Odaklarını, heveslerini kaybetmiş durumdalar, haklılar da bir yandan, çünkü para kazanılmıyor bu işten…
Bağımsız sinema eleştirmenleri daha ön planda olacak gibi önümüzdeki dönemde.
Festivallere götürüp getirme dışında derneğin işlevi nedir, bunu biri açıklamalı. Bu dernek belli başlı üyelerin işine yarıyor, kıyak jürilikler, moderasyonlar hep aynı isimlere ayarlanıyor. Bir tane sinema yazarları derneği var ama o derneğin içinde en az 3-4 fraksiyon var. Yeni yazarlara önerim, bağımsız kalarak daha ileri gidebilirsiniz. Dernek yapısına ihtiyacınız yok. Yazılarla bir yere geldiğim için mutluyum, siz de yaparsınız.
ÜLKEDE TÜR ELEŞTİRMENİ YOK
Eleştiri olumsuz olmak zorunda değil ancak bağımsız kalmak çok önemli.
Her film herkes için yapılmaz. Transformers ile Kış Uykusu’nu aynı filmmiş gibi eleştiremezsin. Ülkede doğru dürüst tür eleştirmeni yok. Biz ana akım sinema dışında her şeye ilgi gösteriyoruz. Kısa film eleştirilerini, röportajlarını ilk biz yaptık.
Öteki Sinema’dan bahsedelim.
Kadri kıymeti bilinmemiş iyi filmleri, sinemada çocukluk zamanlarında izlediklerini hatırlatıyoruz okurlara. 80’lere özel bir ilgi gösteriyoruz. Burnu büyüklük taslamadan yerli içerik üretiyoruz. 2005 de başladığımızda Türkçe içerik sağlayan yoktu, 35.000 okuyucumuz oldu zaman içinde. Siteye reklam almıyoruz, aslında bir tane var ama ücretsiz bilet alıp onu da okurlalara veriyoruz. Öteki Sinema’yı yapmak için cebimden para ödüyorum, diğer arkadaşlar da canla başla uğraşıyorlar. Yazarlar sıkı arkadaş,
BİZ ÖNCE ULUSAL FİLM FESTİVALİNİ BAŞARALIM
Ekimde Antalya film festivali ardından Malatya var. Ulaslararası formatı yakalamış durumdalar mı sence?
Türkiye’de yapılan hiçbir festivalin Uluslararası saygınlığı yok. Türk basınında Cannes, Venedik ne çok yer alıyor, sosyal medya Altın Ayı, Altın Aslan diye inliyor günlerce… Bizim festivaller konu oluyor mu yutdışında? Kimse bizim festivallerle ilgilenmiyor. Biz önce ulusal film festivali olmayı başaralım. Sonra uluslararası oluruz. Gökdelen inşa etmeden önce düzgün bir ev inşa edebilelim. Altın Aslan’ın, Altın Ayı’nın karşısına Altın Koza’yı – Portakal’ı koyamayız. Acı ama gerçek bu…
Festivallarde yapılan konuşmalar da tartışma konusu. Oscar ödül töreninde vali çıkıp konuşmuyor, bizde herkes çıkıyor.
Çünkü Los Angeles Belediyesi yapmıyor o etkinliği, bizde belediye yapıyor. Oyuncularla buluşturmazsan, bu bürokratlar motivasyonlarını yitirirler. Her ne kadar ne konuştuklarıyla ilgilenmesem de orada bir film festivali yapılabilmesi için bürokratların konuşmalarına sabretmeliyiz. İKSV’nin yaptığı gibi festivallerimiz olmalı. 51. Altın Portakal hala belediyenin yaptığı bir festivalse bu sinema yapanların ve sinemaseverlerin ayıbıdır. Güya AKSAV yapıyordu Altın Portakal’ı, ancak arkasından CHP çekildiği anda patladı, ihale bu kez Ak Parti’li belediyeye kaldı yani yine belediye gazozu. Bu olmaz, olmamalı!
Teşekkürler Murat Tolga
Ben de sohbet ve kahve için teşekkür ederim.