Sinema yazarlığını, vizyonda izlediğim filmleri eleştirmekten fazlası olarak gördüm hep! Hele de bizimkisi gibi dertli bir sektörde, orkestranın tüm enstrümanlarını kalemime konu ettim; filmler, filmciler, festivaller vs. Festivaller ayağıyla en çok ilgilenen yazarlardan biri olduğumu zaten siz biliyorsunuz. Bazıları, bunu bir düşmanlık olarak algılamayı tercih etti ve benim festivaller aleyhine yazılar ürettiğim halde neden orada olduğumu vs. sorguladılar.

Oysa benim yaptığım, sadece çuvaldızı kendimize batırmaktan ibaretti. Bu nehir kuruyacak, bu lunaparkı kapatacaklar, tıpkı Pal Sokağı Çocukları romanında olduğu bu kimsesiz sandığımız tarlayı gün gelecek inşaat makineleri kaplayacak. Yazdım, çok yazdım, hep yazdım. Kalemim yettiğince engel olmaya, kurulan tezgahı ortaya çıkarmaya çalıştım ama gördüm ki, herkesin keyfi tıkırında. Solcu sinemacılarımız vardı ve onlar sandı ki, otosansürlü senaryolarla fon kemirerek çektikleri filmlerle festivalleri dolaşıp, ödülleri toplayarak devam edecekler ve bu sonsuza kadar sürecek! “Filmimi seyirci için çekmiyorum, bu kişisel bir sinema…” Aferin, hadi şimdi sünnet düğünü kasetini izletirsin salonunda misafirlerine…

blank

İşte o gün geldi… Türk sinemasının Akdeniz’de atan kalbi olan Altın Portakal’da ulusal yarışma yok! Bunu ilk haber alan da bendim üstelik ama bekledim, bu saçma karardan dönüleceğini umarak. Birkaç meslektaşımla paylaştım o kadar. Ancak, karardan dönmek bir yana, cansiperane bir şekilde savunulduğunu görmekten dolayı acı çekiyorum, elbette anlıyorum da o savunmayı yapanları çünkü bu karar onları aşan bir şey! Tartışmalara yeni bir boyut katabilmek adına yazıyorum; ulusal yarışmanın kaldırılması fikri Antalya’dan değil Ankara’dan çıktı! Kimden çıkıyor böyle saçma fikirler diye merak ediyorsanız, cumhurbaşkanının iftar yemeğindeki fotoğraflara bakın, göreceksiniz!

Sebepsiz Sonuç Olur mu?

Türk sineması bir halk eğlencesi/sanatıdır dedim, komediyi festivallerden kovup gişede yozlaştırmayın dedim, halka ulaşmayan filmlerle bir yere gidemeyiz dedim. Ortaya çıkarılan eserle değil ödül törenlerinde gösterilen tavırla muhalif olmanın yeteceği sanılıyordu. Bu komik günah çıkarma seanslarının yapanın yanına kar kalmadığı günler de gelecekti ve de geldi.

Ne oldu; başkan Türel konuşmasında, kimse bir yıl önce birinci seçilen filmi hatırlamıyor diye savunma yapıyor! İyi de o zaman o festivalin yönetimine çat, kendini suçla… Sinemanın bir suçu yok, bazıları hala müthiş filmler çekmeye devam ediyorlar, sen onları Antalya’ya getirip yarıştıramıyor da uyuzluk abidelerini film sanatı diye önümüze sürüyorsan, o senin suçun! Yok mu yarışacak film, yarıştırma o zaman… Yarışmayı sonsuza kadar iptal etmek başka bir numara!

Türel’in başkan seçildiği ilk Portakal’dan sonra oraya dadanan komitenin ilk kararı neydi hatırlayın, bunu bir röportajda söylemişlerdi; “Altın Portakal’ı Yeşilçam eskilerinin tatil yeri olmaktan kurtaracağız”! Ne yaptılar, Hollywood eskilerini hem de B oyuncularını doldurdular! Çakmalık, özentilik bu burnu büyüklerin elinden geldi ve devam ediyor. O günden bu zamana Türk sinemasının köküne kibrit suyu dökmeyi amaç edindiler ve şimdi “yarıştırdığımız filmleri kimse hatırlamıyor” diyerek bunu yapıyorlar! Gerçekten de bu festivaller onların iş ağlarını geliştirmekten başka bir işe yaramıyor. Yapımcıdan festival başkanı olur mu? Elif Dağdeviren zamanında hep sorduğum soru bu… Yapımcıyı çağırır, atölye yaptırır gönderirsin, o kadar!

Öte yandan, adam haklı!

(Yazının bundan sonraki kısmı 13 Mart 2017 tarihli yazımdan yani henüz kimsenin meseleye uyanmadığı zamanlardan…)

Bu ülkede gişe filmlerinden kesilen para ile fonlanan ve kimsenin izlemediği, festivallerde dahi salonun yarısının uyuyarak sonunu getirebildiği filmler çekiliyor. Recep İvedik’in Kış Uykusu’nu fonladığı fantastik bir düzen. Sinema sanatı adına nefis bir intikam yöntemi aslında ama ortaya çıkan filmler, filmden başka her şeye benziyor. Hepsi değil elbette ama 1 iyi filme karşılık 30 kötü film var.

Ne diyordum; bakanlık para veriyor ve filmler çekiliyor. 1 ya da 2 değil yılda 25-30 tane hem de. Bu filmleri fonlayan bakanlık bir de gösterilebilsinler diye festivalleri destekliyor. Başka destekler de var. Ortada dolaşan para milyonlarca dolar. Parayı dolaştıran devlet ve yerel idareler. Sinemacılar ağzını açmış bekliyor. Peki, karşılığı ne? Kimsenin izlemediği çekenlerin bile unutmak istediği filmlerden oluşan bir bağımsız sinema arşivi. Bunun kültüre, sinemaya katkısı nedir? Peki, bu katkı hiç sorgulanmayacak mı sandınız? Bir gün bu oyuncağı sizin elinizden alırlar da başkasına verirlerse ne hissedeceksiniz, sizi kim, ne diye savunacak?

Eline kamera almamış adamların projelerini onaylayan, kendi yapım fimasına destek çıkaran kurul üyeleri… Kötü filmleri bile yarıştıran, yarışan her filme bol kepçeden ödül dağıtan festival jürileri… Minimalist çekilmiş her filme sanat eseri muamelesi yapan sanat seviciler… Size ne yazsam az!

Toplumcu sinema yapma baskısını geçtim, bari iyi filmler çekseydiniz. Hayır, aranızda yüz akı birkaç sinemacı var, onlara da teknik itirazlar getirerek adamların yoluna taş koyuyorsunuz. Neymiş, Nuri Bilge Ceylan neden yapım desteğini yapımdan sonra almışmış! Bu itiraz sanat düşmanı kesimden değil bizzat sinema sanatını icra edenlerden geliyor. Sanki kendileri etikten bir adım sapmıyorlarmış gibi ama mesele o değil. Mesele o kremalı beleş pastadan bir dilim dahi yiyememiş olmak. Güzel kardeşim, al Altın Palmiye’yi kolunun altına gel ülkeye, fonun tamamı sana helal olsun. Her sinema heveslisine dağıtılıp heba edilecek bir para yok ki ortada!

Bakın burada salak olduğunu sandığınız ve Recep İvedik’ten başka bir şey izlemez bunlar diyerek aşağıladığınız bir seyirci var ama sizin filmlerinizde Recep İvedik’teki kadar bile “bir şey” yok. Recep İvedik taşlarken hiç şunu düşündün mü; komedi bu ülkenin festivallerinden yıllar önce kovuldu ve sanıldı ki sanat somurtmaktır. Bunun yozlaştırcı etkisini öngöremedin mi de Recep’e kızıyorsun?

Neden Tarkovski Olamıyorsunuz?

“Seyirci umurumda değil, kişisel bir sinema yapıyorum ben” diyecek kadar şımardıktan sonra birileri geliyor ve oyuncağınızı elinizden alıyor. Yani, ne sandın ki? Milyonlarca lira sen kişisel sinemanı yap diye mi toplanıyor. Sanırsın bir filmle Bela Tarr olunuyor! Kişisel sinema yapmakla bu kadar övünüyorken Yılmaz Güney’den utan bari!

Ha bir de şu var; ülkede fonları tarumar eden Tarkovski replikacılarını eleştirdiğimde hemen Tarkovski, Tarr, Angelopoulos gibi büyük ustaların isimleri zikredilir ve bir tabu yaratılmaya çalışılır. Cevabım şu; yeteneksiz sinemacının gücü yetse Kubrick, Hitchcock falan taklit edecek ama yetmiyor. Biçimsel açıdan en kolay taklit edilecek sinemaya yöneliyor. Minimalist sinemanın tuzağı da bu; sabit planları arka arkaya dizerek rastlantısal bir kurguyla idare edebileceğini biliyor çünkü. Çoğunun filminde düzgün bir tek fotoğraf bile yok. Tarkovski’nin tek filmini izlemeden Tarkovski filmi çeken yönetmen var bu ülkede… Daha bunun üstüne yazmayalım mı?

Geçti Bor’un pazarı ama Niğde seyahatinizde size eşlik edecek cümlelerim var; ne çekeceğinizi söyleyecek değilim fakat bir zahmet artık “iyi filmler” çekin. Ülke sinemasını yıllardır kendinizden ibaret bir şamataya çevirdiniz ama bu iş buraya kadar. “Nasıl olsa gidip bir yerlerde ödül alıyor, tıkır tıkır takılıyor, tek film çekip 3 yıl geziyoruz” kafasından çıkın. Kısa filmcileri de kendinize benzettiniz ama sinema sanatının bu sinsi hesaplara tahammülü yok. Kimse artık bu numaraları yemiyor!

Antalya’dan Türk sinemasının kovulması yeni sinemacı kuşağının fırsatçılığının, yeteneksizliğinin ve başka kötü alışkanlıklarının sonucudur. Yolu Antalya Altın Portakal’dan geçen tüm büyük ve gerçek sinemacılarımız sizi yuhluyorlar! Utanın…

Murat Tolga Şenmurattolga@otekisinema.com

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Pandemi, Kısıtlamalar, The Wretched ve Gişe Rekoru

The Wretched (2019), haftalardır rüyasında bile göremeyeceği “hafta sonu gişe
blank

Türkiye’de Bağımsız Sinema Usta Oyuncular İçin Yer Açıyor mu?

Ana akım sinemanın tam karşısında yer alan bağımsız sinema, oyuncular