Geçtiğimiz sene ilki gerçekleşen, Neil Gaiman ve Kevin Smith gibi, çizgi roman, sinema, edebiyat alanlarının popüler isimlerinin yer aldığı Graphic Festivalinin ikincisi 20-21 Ağustos tarihlerinde, Sydney Opera Binası’nda düzenlendi.
Graphic Festivali, çizgi roman, animasyon, bilgisayar oyunları ve müzik etrafında dönen ve bu sanat dallarının hayranları için bir hayli doyurucu olan içerikler sunuyor. Örneğin, geçtiğimiz sene, Neil Gaiman, uzun hikayesi “Truth is a Cave in the Black Mountains”ı, Fourplay adlı yaylı quartet orkestrasının canlı müziği, ve çizgi romancı Eddie Campbell’ın ilüstrasyonları eşliğinde okumuştu. Bir başka seansta, Regurgitator grubu, Akira animesi için canlı olarak soundtrack çalmıştı. Bunların yanısıra çizgi roman, animasyon üretimleriyle ilgili atölyeler ve söyleşiler yapılmıştı.
Bu seneki program da bir hayli heyecan vericiydi benim için. Hayranı olduğum çizgi romancılardan, 60’ların Amerikan karşı kültürünün simgelerinden biri ve tabudevirenler kralı Robert Crumb, Sydney’e gelecek, yerel bir grup olan Captain Matchbox’la konser verecek, Fantagraphics editörü Gary Groth’la bir söyleşi yapacak ve çizgi romancı Jim Woodring ve ilüstratör Reg Mombassa ile psikedelik zihinsel durumlar üzerine bir panelde konuşacaktı. Lakin maalesef, Sunday Telegraph gazetesinde çıkan, itham edici bir yazı nedeniyle, Crumb festivale katılmaktan son dakikada vazgeçti, ve bizim hevesimiz de kursağımızda kalmış oldu.
Crumb’ın memleketlisi ve çağdaşı Woodring ve çizgi roman teorisi üzerine en çok kafa patlatan çizgi romancı olan Scott McCloud da festivalin diğer ağır toplarıydı. Muhtemelen en çok Alan Moore’la birlikte yarattığı From Hell grafik romanıyla tanınan Eddie Campbell da yeni çizgi romanı üzerine bir panelde konuşacaktı. Bir başka ziyaretçi de Mad dergisindeki Spy vs Spy çizgi dizisiyle tanınan Peter Kuper’dı. Bunun dışında, Bağımsız Bilgisayar Oyunları Festivalinden çeşitli oyunlar sergilendi; animasyon ve belgesel film gosterimleri yapıldı ve çizim atölyeleri düzenlendi.
20 Ağustos Cumartesi
Festivalin ilk günü benim için pek dolu geçmedi. Sabah Oz Comics Show and Tell seansına gittim. Genç Avustralyalı sanatçıların, büyük bir perdeye çizgi romanlarını yansıtıp okuma ve çeşitli performanslar sergiledikleri program beklediğimden çok daha renkli geçti. Katılımcılar, otobiyografik çizgi romanlarıyla tanınan Mandy Ord ve Leigh Rigozzi, karikatürist Oslo Davis ve yeni çizgi romanlarını tanıtan Pat Grant, Matt Taylor ve Matt Huynh idi. Ord, kısa, gündelik hayatla ilgili olan birkaç öyküsünün dramatik bir okumasını yaptı. Rigozzi, ilk önce, sembolik olarak Sunday Telegraph gazetesini çöpe attı ve akabinde çeşitli projelerinden ve yayıncılık macerasından bahsetti. Matt Taylor, sahneye Viking miğferli, gitarist bir arkadaşıyla çıktı, ve mizahi unsurları öne çıkan son kitabı Lars the Last Viking Goes to the End of the World’ü metal bir soundtrack eşliğinde, yer yer brutal vokaller yaparak okudu ve seyircinin genel beğenisini topladı. Pat Grant de yine müzik eşliğinde son grafik romanı Blue’dan bölümler okudu.
Kitabın ayrımcılık ve ırkçılık karşıtı tavrından bahsetti. Oslo Davis, gazete karikatürlerinden ve gezilerinde yaptığı skeç kitaplarından bahsetti. Matt Huynh ise, adaşı Taylor’ı performans konusunda geri bıraktı ve çizgi romanı Chinatown’dan bir bölümü, Çinli bir perküsyon grubu ve bir ejderha performansçıları eşliğinde perdeye yansıttı. Çizgi romanın da bir gösteriye hazırlanan ejderha dansçıları hakkında olması gösteriye ayrı bir güzellik kattı. Genel olarak programdaki tüm sanatçılar alternatif, dışavurumcu, naif, underground denilebilecek tarzlarda çalışıyorlardı. Bu tip çizgi romanlara ilgi duyan biri olarak benim için hayli doyurucu bir seans oldu diyebilirim.
Bir sonraki seansım öğleden sonraydı, bu üç saat boyunca yapılacak en güzel şey, Opera Binasının dışarısında, denize ve Harbour Bridge’e karşı güzel bir öğle yemeği yemek ve bir iki bira yuvarlamaktı – ki ben de farklı bir şey yapmadım zaten. Güneşli hava, denizden hafif bir rüzgar, elimde bir China Mieville romanı, keyfime diyecek yoktu.
Tabii, bu güzel ambiyansı, Jim Woodring’in Please Stand By adlı konuşmasına iştirak etmek üzere terk etmek icap ediyordu, ama şikayetçi değildim. Woodring, 70’lerin sonlarında, bizim de çocukluğumuzda seyrettiğimiz Turbo Teen, Mr T çizgi filmi gibi animasyon dizilerin üretildiği Ruby-Spears stüdyosunda, Jack Kirby ve Gil Kane gibi efsanevi isimlerle beraber çalışmaya başladı. 80’lerde Jim çizgi romanlarını, 90’larda ise en meşhur karakteri Frank’i Fantagraphics Books aracılığıyla yayınlamaya başladı. Festivalde yaptığı konuşmasında, eserlerine hakim olan naif, gerçeküstü ve tedirgin edici havanın izlerini sürdü ve çocukluğundan beri ilham aldığı şeyleri anlattı. Bunlardan biri, Fleischer Stüdyolarının ürettiği 1931 tarihli bir Betty Boop animasyonu olan Bimbo’s Initiation’dı ve Woodring bu kısa animasyonun tamamını bizi izletti. Ayrıca çocukluğunda gördüğu halüsinasyonların ve “görüngülerin” sanatına olan etkilerinden bahsetti. Kariyerindeki çeşitli aşamaları, çizgi romanlarını büyük bir perdeye yansıtılmış olarak görme şansını bulduk.
21 Ağustos Pazar
Festivalin ikinci günü daha yoğun bir programım vardı. Sabah erkenden heyecanla Opera Binasının yolunu tuttum, zira Jim Woodring’in sadece 10 kişiye açık olan atölyesine katılacaktım.
Woodring tüm çizgi romanlarını çini mürekkebi ve tarama ucuyla çizen bir sanatçı, ve bu işin ritüelleri ve tarihiyle de yakından ilgileniyor. Atölyesi, mürekkep ve tarama ucu kullanmaya giriş niteliği taşıyordu. Woodring bize sevdiği sanatçıların işlerinden örnekler gösterdi ve yapabileceğimiz bilek egzersizleri hakkında bilgi verdi. Derinlik, gölgeleme vb konuların püf noktalarından bahsetti ve sorularımızı cevapladı. Atölye sonunda da kitaplarımızı imzalatma şansı bulduk. Atölyede bize verilen, kalem, uçlar, mürekkep ve kağıtları da yanımızda götürmemize izin vermeleri de cabası oldu.
Atölyeden çıkıp koşturarak başını kaçırdığım Eddie Campbell seansına yetiştim. Campbell, On the Lovely Horrible Stuff adlı konuşmasında, üzerinde çalıştığı yeni grafik romanını stand-up tadında anlattı. Geçen sene de katıldığı panellerde izleyicileri kahkahalara boğan Campbell, bu sefer de bir sürpriz yapmadı ve yine, tabiri caizse, yardırdı. Sarkastik, huysuz, orta yaşlı bir İskoç profili çizen sanatçı, otobiyografik Alec çizgi romanlarının bir sonraki halkasını oluşturacak albümün konusunu oluştururken, “şimdiye kadar bütün büyük konularda çizdim, aşk, arkadaşlık, cinayet… bu sefer ne yapsam?” düşüncesiyle hareket edip en sonunda “para” konusunda çizmeye karar verdiğini söyledi. “Eğer yemek sofrasında para hakkında konuşuyorsanız, bu yaşlandığınıza işarettir. Ben de bunu yapmaya başladığımı fark ettim ve böylece konumu bulmuş oldum” dedi. Bu seansın ücretsiz olması, bazı konuyla alakasız seyircileri de çekmişti. En önde, ortalardaki masalardan birinde outran yaşlı bir çift, konuşmanın ortasında sıkılıp, güç bela diğer masaların arasından gecerek ayrıldılar. Campbell, “zaten pek benim hayranlarıma benzemiyorlardı” diyerek lafı yapıştırdı, “benim anlamadığım, neden en öne oturdular ki? Orası gösteriyi ortasında terk etmek için oturulacak en son yer!”
Campbell, gösteri sonunda soruları cevapladı ve koşturarak bir sonraki Altered States panelinde, Robert Crumb’ın yerini almaya yollandı. Eh, biz de onu takip ettik.
Altered States, festivalde iple çektiğim panellerden biriydi. Crumb’ın katılamayacak olması heyecanımızı biraz azaltmıştı tabii, ama saykodelik sanat konusu, Crumb’la ya da Crumb’sız ilgi çekiciydi. Panelin moderatörünün Mu Meson Archives’dan Jay Katz olması da ayrı bir hoşluk oldu. Love & Anarchy yazımızı okuyanlar, Jay’in bu konu hakkındaki en bilgili kişilerden biri olduğunu fark edeceklerdir. Jay, birer birer panelistleri sahneye davet etti: Reg Mombassa, Jim Woodring ve Eddie Campbell.
Mombassa’yı bu festivalden önce hiç duymamıştım. Daha çok resim ve ilüstrasyonlarıyla tanınan Avustralyalı bir sanatçı. Çizimleri gerçeküstücü, saykodelik, dini, mizahi tatlar taşıyor. Jay, panelistlere tek tek sorular sordu ve onlar da beraberlerinde getirdikleri slaytlar üzerinden sanatlarında saykodelik özellikleri tartıştılar. Dürüst olmak gerekirse, panel biraz tutuk geçti. Jim Woodring, halihazırda evvelki gün yaptığı konuşmasında söylediği şeyleri tekrarladı. Eddie Campbell, son dakikada panele yerleştirilmişti ve biraz “ben n’apıyorum burada?” havasındaydı. Kendisinin hayatı boyunca “altered state” deneyimi yaşamadığını iddia ediyordu. Jay Katz buna karşılık “gece gözlerini kapayıp uyuduğunda ne oluyor peki?” sorusunu yöneltince, “doğru… o bir ‘altered state’” demek zorunda kaldı. Campbell’ın Alan Moore’un From Hell ve A Disease of Language senaryolarından verdiği örnekler bir hayli ilginçti. Bir kez daha Moore’un ne ayrıntılı panel tarifleri yaptığını görmüş olduk. Jay Katz de panele, yanında getirdiği imzalı bir Timothy Leary plağını göstererek ve perdede LSD karşıtı bir propaganda filmini oynatarak katkıda bulundu. Panel çıkışında, üç sanatçı kitaplarını imzaladılar ve ben de Eddie Campbell’a A Disease of Language ve The Playwright’ı imzalattım. Hatta Campbell, A Disease… kitabıma bir de Alan Moore çizerek beni ihya etti! Bu arada kendisiyle biraz muhabbet de ettik(rakı ve şiş kebabı çok seviyormuş… şaka şaka!)
Bir sonraki seansa yine koşturarak yetiştim. Scott McCloud’un Understanding Comics: The Art of Visual Communication konuşmasıydı bu. McCloud, en çok Understanding Comics, Re-inventing Comics, ve Making Comics kitaplarıyla tanınıyor. Kendisi ayrıca internet+çizgi roman denklemi üzerine kafa yoran ve bu alanda deneylere girişen ilk sanatçılardan. Konuşmasında çizgi romanlarda görselliğin nasıl işlediğinden. Beynimizin bu ardışık resimler ve sözcükler bütününü nasıl yorumladığından, göstergebilimden, powerpoint ve benzeri programların git gide artan öneminden ve herkesin artık görselliğin eğitime katkılarını anladığından bahsetti. Kendi işlerine değinilerde bulundu. Çizgi romanların git gide daha iyi bir konuma geldiği konusunda iyimser yorumlarda bulundu. Benim izlenimim, bu konuşmayı o kadar çok yapmıştı ki, her şey mükemmeldi – konuşmanın ritmi, espriler, McCloud’un sahnenin neresinde duracağı, sanki bir saat mekanizması gibi işliyordu. Kendisinin çizgi romanlar ve görsel sanatlar konusundaki heyecanını paylaşsam da çizgi roman okurluğunun daha iyi bir yerde olduğu konusundaki görüşlerine katılamadım. Festivalde çizgi roman panellerine katılan kişilerin yaş ortalamasından da belli oluyordu bu biraz. Yeni nesil çizgi romanlara pek fazla ilgi duymuyor gibiydi. Onlar daha çok bağımsız bilgisayar oyunları festivalinde sergilenen oyunlara ilgi gosteriyorlardı.
McCloud’a da Making Comics ve efsanevi Zot çizgi romanlarını imzalattıktan sonra benim için günün son seansina yollandim: Silent Comics: Original Live Score Performed to Wordless Comics. Bu programda, Captain Matchbox, Fourplay, yeni albümünün animasyonlu tanıtımını festival kapsamında yapan Gotye, Darth Vegas gibi çeşitli Avustralyalı müzisyenler Peter Kuper, Robert Crumb, Jim Woodring, Roger Langridge’in sözsüz çizgi romanları büyük perdede gösterilirken canlı olarak, özel olarak besteledikleri müzikleri çaldılar. Ben bilhassa Captain Matchbox’ın Crumb’ın “A Short History of America”sına yaptıkları soundtrack’i beğendim. Bu konser güzel bir festivale güzel bir final oldu benim için. Trende çizgi romanlarımı okuyarak evin yolunu tuttum.