“Kara kıtanın beyaz çocuğu köle tacirlerinin peşinde!”
Çocukluğum onunla geçti, sarmaşıklar arasında salınan bu kahramanı çok severim ama Tarzan maceraları bugüne kadar okuduğum/izlediğim en ırkçı şeyler olabilir; soylu bir İngiliz lordunun oğlunun Afrika’nın bağrından kopup gelen onca siyahi yiğit varken ormanın ve içindekilerin efendisi olması ama iş aşık olmaya gelince yine kendisi gibi beyaz bir kadına gönül düşürmesi gibi şeyler, Tarzan romanları, çizgi romanları, çizgi filmleri ya da filmleri ne -anlatırsa anlatsınlar- ırkçı ve seçkinci bir hayal gücünün mahsulleriydi bana göre…
2016 yapımı Tarzan Efsanesi filmi bize çocukluğumuzda kalan bir kahramanı getirirken bu meseleyi dikkate alacağımızın farkında olarak hikayenin tam ortasına seyreden herkesi etkileyecek türden bir köle ticareti dramı konmuş. Pastanın en büyük çileği bu öyküleme ancak alt metin okumayı seven seyirci, Kara Afrika’nın kurtuluşunun sarı saçlı mavi gözlü birine muhtaç olmasını sorgulayacaktır elbette. Siyahi bir Tarzan gibi bir devrim yapılamayacağından o kusuru Samuel L. Jackson’un oynadığı filmin mizah üretme işini de üstlenen kanat adamı George Washington Williams karakteriyle kapatmaya çalışmışlar ancak filmdeki varlığı kolayca sökülecek bir yamadan ibaret. Filmin başında sürekli keskin nişancılığı vurgulanan karakterin finale kadar oradan oraya koşturmak dışında bir iş yapmaması…
Filmin senaristleri, Edgar Rice Burroughs’un 104 yıl önce yarattığı Tarzan’ın modası geçmiş bir kahraman olduğunun farkında, bu yüzden karakteri ve macerayı modifiye ederken ellerini korkak alıştırmamışlar. Orijinal hikayede Tarzan ve Jane, İngiltere’deki sıkıcı soylu hayatına alışamaz, “lordluğa da leydiliğe de lanet olsun” derler ve ormana dönerler. Filmdeki Tarzan’ın ise soylu John Clayton olmakla pek bir problemi yok, dostu olduğu kabilenin savaşçıları bile ona çoğu kez John diye sesleniyor, Tarzan olması çok da mühim değil. Alamet-i farikası olan o müthiş haykırışını da bir iki kez duyuyoruz sadece… Yetmez ki!
Tarzan filmlerini kimler sever? Bana sorsalar; “her yaştan erkek çocukları” der geçerim ancak filmin kırmaya çalıştığı şeylerden biri de bu, o yüzden beyazperdede gördüğümüz en kaslı, seksi ve kadınına düşkün Tarzan temsiliyle karşı karşıyayız. Louis’in Superman’i neyse buradaki Tarzan da o! Jane’i canlandıran Margot Robbie’ye “bu rahatlık nereden geliyor?” diye sormayın bile, kurtarılacağının o kadar farkında ki! Kadınlar böyle erkekler istiyor sanırım; soylu, zengin, kaslı, güçlü ve kadını için her mücadeleye girmeye hazır. Hollywood’dan öğreneceğimiz çok şey var! Öte yandan güzelim Margot Robbie en masum ve sıkıcı hallerinde, hiçbir anında dişi değil. Kadın seyirci Tarzan’dan gözünü alamazken biz “CGI gorilleri ne de güzel yapmışlar” demekle yetiniyoruz.
Harry Potter serisinin dört filmini yönetmiş olan işbilir zanaatkâr yönetmen Davit Yates’i karşıma alıp bazı sorular sormak isterdim. Öncelikle filmin finale doğru giderek hızlanan hatalı kurgusunun sebebini merak ediyorum. İyi bir başlangıç yapan ve gelişme bölümünde de doğru bir şekilde açılan hikaye bir yerden sonra zıvanadan çıkıyor, hele final tam evlere şenlik. Sanki adamcağıza “Çekeceğimiz Tarzan filmi 150 dakika olacak David’ciğim” demişler sonra da montaj masasında ensesinde boza pişirip 110 dakikada bağlamasını istemişler gibi.
Filmin affedemediğim bir başka kusuru ise baş kötü karakterin kim olacağına karar verememesi… Djimon Hounsou’nun canlandırdığı kabile şefi Mbonga ile efsanevi bir kapışmaya kendimizi hazırlayıp dururken elimize cılız bir lise çıkışı tartaklaması geçiyor. Bu mu yani? Stüdyo, senarist ya da yönetmen, hangisi bilemem ama birileri Christoph Waltz’ın canlandırdığı Leon Rom karakterini öne çıkarmak adına senaryonun asıl yönünü değiştirmiş gibi ki o da kariyerinin en kötü performansını veriyor.
Uzun lafın kısası; Tarzan yeni nesil için ne ifade eder bilemiyorum ama bizim için hoş bir nostalji oldu, Siber maceralardan bunalmıştık, buharlı nehir gemileri, geniş Afrika otlakları, tüm kabilenin bir arada olduğu, “nerde o eski bayramlar” dedirten ateşin başında oturduğumuz geceler vs. Ama keşke daha bildiğimiz bir Tarzan çıksaydı karşımıza, bu halini pek sevmedim açıkçası… Tarzan benim için TRT’nin Pazar sabahları yayınladığı Johnny Weissmuller filmlerindeki hali gibidir çünkü… Ne diyelim, iyi başlayan ama kötü biten bir macera bu, yine de etkileyici görselliği sinemada görme bahanesi olabilir. Senaryonun ırkçılık ve köle tacirliği meselesinde Avrupalıları suçlayan ama Amerikalıları ve İngilizleri “bunlar iyi çocuklar” diyerek kollayan Brexit’vari ruh hali de ilginç. İyi seyirler…
İlk yayın: http://www.beyazperde.com/filmler/film-209062/elestiriler-beyazperde/