Mahmut Fazıl Coşkun, 2009 yapımı Uzak İhtimal’den 4 yıl sonra yeni filmi Yozgat Blues ile karşımızdaydı.
Türk sinemasının en büyük sıkıntısı, 4-5 yılda bir film çekebilen yönetmenlerin bir üslup geliştiremeden, aynı hataları tekrarlayarak, biçim ve hikaye anlatımında olgunlaşamadan film yapma hadisesinden uzaklaşmalarıdır. Yozgat Blues’u izledikten sonra, Mahmut Fazıl Coşkun’un arada “film yapmadan” geçen yılları kendi sinemasal yolculuğuna kattığını görüyoruz. İlk eserinden çok daha iyi ve tamamlanmış bir filmle çıkıyor seyircinin karşısına… Tabii alışkanlıkları da devam ediyor, bir kez daha karakterleri başka bir aleme taşıyor, sudan çıkmış balıklardan önce hangisinin kendisine geleceğini sorguluyor.
Gelelim filmin kurduğu yakınlığa… Yavuz Turgul’un yazdığı ve yönettiği Muhsin Bey filmi görkemli ve duygusal bir “kaybeden” öyküsüdür. Finalde Muhsin Bey, artık iyice bir “arabeskçiye” dönüşmüş olan Ali Nazik’in kulisini basar, ona hayatının dersini verir, Sevda Hanımla kızını da alır, külüstür arabasına biner ve meçhule gider. Yozgat Blues’u izlerken bunu düşünmeden edemedim. Ya Muhsin Bey şansını taşrada denerse?
Ercan Kesal’ın oynadığı Yavuz karakteri, karanlık bir Muhsin Bey portresi adeta… Aradan çok uzun yıllar geçmiş, kendi suretine dahi mesafe koymuş gibi… Peruğunu çıkardığı vakit aynada bir yabancıya dönüşüyor. Hayatına biraz da zorla giren Neşe (Ayça Damgacı) ile karşılaşıyor ve taşraya birlikte şarkı söylemeye gidiyorlar. Hikaye bu andan itibaren Yozgat’ta devam ediyor ancak bunun çok bir önemi yok, Anadolu’daki herhangi bir şehir, kasaba olabilir. Yönetmen şehri bulanık bir fon olarak kullanıyor, bir sahnede Yavuz karakterine “bir de deniz olsa, aynı Zeytinburnu” dedirtiyor ki benzer “hamster çemberleri”nde dönüp durduğumuzu fark edebilelim. Filmi ikinci kez seyredişim Malatya’da oldu ve benzerliği, aynılığı, yokluğu daha güçlü hissettim.
Tıpkı Muhsin Bey filminde olduğu gibi Yozgat Blues’un karakterlerinin de kendi gelecek umutları var. Yavuz artık ileri gitmek için çabalamıyor, yorulmuş, sadece olduğu yerde kalabilmek için hevessizce çabalıyor. Saçları dahil hayatındaki her şey gri… Neşe İstanbul’da yaşarken bir markette sucuk tadım standında görev yapıyor, daha geri adım atacak hali yok. Sabri (Tansu Biçer) yolun başında ve tüm derdi bir kadın kuaförü açmak, evlenmek, yuva kurmak… Sabri’nin arkadaşı Kamil (Nadir Sarıbacak) ise aklı havada bir radyocu, kafasında binbir yırtma planıyla dolaşıyor. O biraz daha okumuş ama kafesini terk edememiş, bu yüzden de masumiyetini yitirmiş bir taşralı, aynı zamanda filmin en renkli karakteri…
Filmin çatışması bu dört insanın doğal etkileşiminden geliyor. Yavuz, Neşe’ye karşı kendince bir adanmışlık içine girerken, genç olanlar masumane de olsa fırsatçılık yapıyor, geleceklerini kendileri şekillendirmeye çalışıyor. İstanbul’da kalabalığın içinde asla fark edilmeyecek bir kadın taşrada, üstüne büyüteç tutulmuş gibi, bir cazibe merkezi haline geliyor, önce umursamasa da sonra gücünün farkına varıp garantici bir seçim yapıyor. Bir kez daha genç olan yaşlı olanı hayal kırıklığına uğratıyor, yeniden yalnızlığa iteliyor. Yükselmek için safraları atmak gerek. İhtiyarlara yer yok…
Yozgat Blues orijinalliğiyle tartışmasız yılın en iyi filmlerinden biri… İlgi çekici bir hikayesi ve yazılmış olanı sinemalaştırma hali, kurguyla ilgili kimi sıkıntıları olsa da, gerçek bir yönetmenlik başarısı içeriyor.
Eleştirilecek yanları da var filmin mutlaka… Ercan Kesal, Ayça Damgacı ve Tansu Biçer’in önceki filmlerinden gelen alışkanlıkla ve festival jürilerinin beklentilerine uygun “duygusuz” oyun vermelerinden dolayı hikaye güç kaybediyor. Karakterler de öyle yazılmış olabilir ancak Nadir Sarıbacak’ın Kamil olarak göründüğü her sahne filmin sahip olması gereken enerjiyi işaret ediyor. Hikayenin kendisi ve taşraya yolculuk teması daha büyük bir mizah ve trajedi beklentisi oluşturuyor. Eleştirdiğim bir şey daha var; bağımsızlar filmlerinde sadece ortam müziği kullanmak istiyor, bu ayrıca bir yazı konusu ama Yozgat Blues’un kendisini yıllar sonra bile hatırlatacak, dengeli kullanılmış bir müzikal temaya ihtiyacı var.
Yozgat Blues o kadar güçlü, güzel bir film ki, bir “festival filmi” algısına sıkışıp kalması, buna da sadece ortam müziği kullanmak, karakterleri duygusal açıdan kırpmak, anlatımı yavaşlatmak, kamerayı karakterlere iyice yakınlaştırmak gibi artık klişeleşmiş “sanat kaygılı” tercihlerin yol açması üzücü.
Son cümlede herkesin mutlaka izlemesi gereken bir film olduğunun altını çiziyorum. Yozgat Blues güçlü insan manzaraları içeriyor ve Mahmut Fazıl Coşkun’u da ülke sinemasının umutlarından biri haline getiriyor.
Beyazperde için 2013 yılında yazdığım yazıdır…
murattolga@otekisinema.com