“Baltamın ucundan memen sarkıyor güzelim!”
Memeleri beyninden en az beş kat daha büyük olan sarışın dilber, son derece değerli servetini hoplata hoplata ve korkudan delirmiş bir halde koşturuyor, orgazm anını hatırlatan çığlıklar atıyor… Çünkü elinde elektrikli testeresiyle, sakin sakin yürüyen maskeli manyak bir katil var peşinde. Ve genç kızımızı takibe başlamadan az önce, kızın üstünden aldığı sevişken er kişiyi tereddütsüz doğramış. Katil, sakin; katil yürüyor. Çünkü önünde çaresiz bir sıçan gibi koşturan mercimek beyinliyi yakalayacağından adı gibi emin. Ve seyirci; televizyonun karşısında, cips yerken ve bira içerken, sarışın dilberin kanının etrafa saçılmasını izleyerek zevke geliyor ve patates cipsine biraz daha ketçap döküyor. Çünkü aslında, ekrandaki katilin maskesinin altında, elinde birası ekran karşısında oturan adamın hin yüzü var!
“Teen slasher”, yani genç doğrayıcı filmler. Birçok gencin art arda ve çoğunlukla nedenini bile bilmeden doğrandığı, paranın büyük bölümünün oyunculardan çok sahte kana harcandığı, A sınıfı ya da çoklukla B sınıfı Amerikan filmleri. Bir kasap dükkanı bile bir teen slasher setinden daha temiz olsa gerek. Ve bir kasap bile etleri doğrarken, teen slasher’in manyak katilinden daha insancıl görünse gerek.
Peki bu gözü dönmüş öfkenin, bu sarışın ve aptal kızları, yakışıklı, kaslı ve tek derdi o beyinsiz kızlarla beraber olabilmek olan genç delikanlıları doğrama cinnetinin altında ne yatıyor? Teen slasherlar, bilinçaltı dehlizlerinin hangi koridorlarında dolaşıyor? Hangi odanın anahtarı var ellerinde?
Alfred Hitchcock, 1960 yılında “Psycho”yu çektiğinde, ileride nasıl bir tarza yön vereceğini öngörebilmiş miydi acaba, ne dersiniz? 1960’da insanların sinirlerini bozmak için, gencecik ve pek de masum olmayan bir hanımefendinin, kişilik bozukluğu gösteren sapık Norman Bates tarafından öldürülmesi yeterliydi. “Sapık”ın ünlü duş sahnesi, tüm sinemaseverlerin zihnine kazınmıştı. Seyirciyi etkileyen; ciddi kafa yorulmuş, uzun süren çalışmalar ve ciddi emekler sonucunda ayarlanmış, son derece estetik bıçaklama sahnesi kadar; ıssız bir otelde öldürülme ihtimaliydi kuşkusuz. Ayrıca 60’ların sinema anlayışı gereğince, tüm olay açıklığa kavuşuyor ve zavallı Norman’ın sapıklığının altında yatan tüyler ürpertici gerçeği öğreniyorduk.
Sapık, o vakte kadar tıkır tıkır “Normallik” hudutlarında işleyen Amerikan Kapitalizmine indirilmiş ilk ciddi bıçak darbesiydi. Amerikan Rüyası ilk ciddi darbesini almıştı. Anne, baba ve çocuklardan oluşan, sabah kahvaltılarında mısır gevreği yiyen ve sürekli gülümseyen, şişirilmiş aile prototipinden başka yaşamların da var olabilmesi ve hatta onların çarpık şekilde gelişmiş olma ihtimali, koca ABD’yi şok etmişti. Norman, Amerikan rüyasının çok dışında bir yerlerde var olmuştu; Tanrı Amerika’yı seviyordu, fakat Norman tanrının merhametinden çok uzaktaydı.
Takvimler 1974 senesini gösterdiğinde, Amerikan rüyası da evrim geçirmişti, değişmişti artık. Ülke Vietnam Savaşı’nı görmüş, ölümlerle, katliamlarla, savaşa gidip dönmüş ve aklını sıyırmış binlerce Norman’la tanışmıştı. 18’lik delikanlılar, ellerini sevgililerinin memelerinden çekip silaha sürmüş, daha 19’unda onlarca kişinin katili olmuştu. Hippiler, her yerde savaş karşıtı gösteriler yapıyor, sevişiyor ve ot çekiyordu. İsyanları vardı, başlarını kaldırmış ve rüyadan uyanmışlardı. Rüya kabusa dönmüştü çünkü. Artık bir kadının ıssız bir otel odasında öldürülüp cesedinin bataklığa atılması kimsenin umurunda değildi. Kimseyi kesmiyordu, daha doğrusu. Böylece Amerikan rüyası kontra atak yapmaya karar verdi. Vietnam’da umudu ve insanlığı öldürmüştü; şimdi de sinemada “Ahlaksız gençler”i hizaya sokacaktı. Ve aynı yıl, şok edici “Texas Chainsaw Massacre”(Teksas Demirtestere Katliamı) peyda oldu. Tope Hooper’ın yarattığı “Leatherface” (Deri yüz), kuşkusuz sinema tarihinin en acayip karakterlerinden birisidir. Leatherface ve ailesi, Amerika’nın kırsal ve muhafazakar bölgelerinin birinde kendi halinde yaşayıp gider. Ancak buzdağının görünmeyen kısmından kan damlamaktadır; çünkü Leatherface ve ailesi manyak, yamyam bir ailedir. Neden yamyam oldukları bilinmemekte, sadece yoldan geçen sevişken gençleri türlü yollarla doğrayıp yemektedirler.
Texas Chainsaw Massacre, Amerika’nın ve dünyanın tırmanan cinnetinin de ayak sesleri olur. Artık herkesin sebepsiz yere birbirini öldürmek, doğramak istediği bir çağa girilmek üzeredir. Dünya üzerinde işler çığırından çıktıkça, zihin dehlizlerinde de çatlaklar oluşmaya başlamıştır. 50’li yıllarda, normallik sınırları içinde, insanların birbirlerine seslerini yükseltmeleri dahi ayıp karşılanırken, 74’de trafikte beyni kaynayanlar, öndeki sürücünün kafasını baltayla uçurmak istemektedir artık.
Ardından 1978’de John Carpenter’ın kült serisi “Halloween” bomba gibi düşer vizyona ve Michael Myers’la tanışırız. Sinemanın ilk doğa üstü katilidir Myers. Asla ölmez! Birileri ateş eder, o yine de ayağa kalkar. Kafasına, normal bir insanı üç kere öldürecek kadar darbe alır, ama yine de Jamie Lee Curtis’i kovalamaya devam eder. Birini testeresiyle doğrarken 10 kaplan gücündedir, kocaman adımlarıyla birini kovalarken 10 çita gücündedir. 9 canlıdır. Myers, aslında giderek sapıtan toplumda, herkesin olmak istediği figürdür. Herkes zaman zaman, tıpkı Myers’ın yaptığı gibi, eline bir balta ya da elektrikli testere alıp doğanın oldukça cömert davrandığı bazı kimseleri öldürmeyi aklından geçirmiştir çünkü. Bir kez için bile olsa herkes Myers kadar güçlü olmak, yıkılmamak(!) istemiştir kuşkusuz. Çünkü bazıları, diğerlerinden daha güzel, daha zengin ve daha popülerdir. Günlük hayatta onlarcasını görüp sinir krizleri geçirerek evinize vardığınızda, koltuğunuza gömülüp biranızı yudumlamaya başlarsınız ve sizin için Myers, tüm güzel kızlarla sevişen genç ve yakışıklı erkekleri, tüm koca memeli sarışın bombaları doğrar.
1980’e gelindiğinde, günümüz teen slasher filmlerinin temelleri atılmaya başlanır. 13. Cuma’da ilk kez, olaylar herkesin çılgınlar gibi seviştiği bir kampta cereyan eder. Artık cinnetimiz açık adres vermekte, spesifik bir hedef göstermektedir. Rasgeleden uzaktır. Pusuya yatıp av bekleme devri kapanmaktadır yavaş yavaş. Katil ve onunla beraber bizzat biz gideriz katliama.
1984’te, gelmiş geçmiş en iyi korku konseptlerinden birini yaratan “Elm Sokağı Kabusu” izleyiciyle buluşur. Wes Craven, kariyerinin en parlak işlerinden birini çıkarmıştır. Elm Sokağı serisi, teen slasher filmler için bir dönüm noktası olur. Artık sınırlar kaybolmuştur. Kendimizden ve toplumdan kaçacak delik kalmamıştır artık. Uyumak, rüyalar dahi çözüm değildir. Hiç kimse masum değildir ve ailenizden miras kalan tüm kötülükler de yakanızdadır artık. Delilik, cinnet tüm hücrelerimize işlemiştir. Ve bir kenara atılanlar, görmezden gelinenler, yüzü buruş buruş Freddy’ye dönüşüp tüm topluma korku salmaya başlar. Freddy’nin çok sapıkça bir fantezi dünyası vardır. Her biri birbirinden uçuk, fantastik yollarla öldürür kurbanlarını. İzleyici, bu sefer Freddy’nin yaratıcılığına içten içten hayran kalır. Çünkü elinde balta, yüzünde maske, etrafta koşuşturan civcivleri doğrayan katillerden sıkılmıştır. Bünyeler yenilik ve heyecan aramaktadır. Ayrıca, korku filmi konseptinin, bir “entertainment” (eğlence) olarak sunulduğu ilk film, yine Elm Sokağı Kabusudur. Film, korkutmanın yanında, eğlendirmeyi, güldürmeyi de amaç edinir kendine. Adrenalini yükselten her yol mübahtır bu seride. Tam bir şölendir Elm Sokağı Kabusu.
Elm Sokağı serisinden sonra, uzun bir süre, kayda değer bir teen slasher yok sinema tarihinde. Wes Craven’in açtığı yolda ilerleyemiyor yönetmenler. Craven, sınırları kaldırıyor; ancak diğerleri bunu “kasaplaşmak” olarak algılıyorlar. Ve ortaya, ilk örneklerini mumla aratır, ucuz ve sevimsiz takipçiler çıkıyor. Bu örneklerde, ölüm ve öldürmek o kadar sıradanlaşıyor ki, öldürme eylemi gerçekliğini, inandırıcılığını yitiriyor. Kimse, birileri öldürüleceği için tırsmıyor. Karakterlerin daha yüzlerini görmeden, kelleleri bir başkasının bacaklarının arasından yuvarlanıveriyor.
Aslında bu filmler, 90’lara gelinip geçildikten sonra, insan hayatına verilen değerin beyaz perdeye yansımasından başka bir şey değil. ABD, Irak Savaşı’nı yaparken ve skut füzeleri havada uçuşurken, yüzleri ve kimlikleri önemli olmayan onlarca, yüzlerce insanın ölmekte olduğu bir devirde, kılıçlar iki kere bilenmektedir. Gelecek yüzyılın yeni katili olacak olan “terör”ün ayak sesleri uzaktan uzaktan duyulmaya başlanmıştır. Artık ölenin kimliğinin, öldürenin amacının bir değeri kalmamıştır. Çağ, “Vahşet çağı”dır. Ne kadar çok öldürürsen, ne kadar çok işkence edersen o kadar iyidir artık! Güç, zihninin ne kadar yolundan saptığı ile doğru orantılıdır. Artık kelleler, balta ile bedenden ayrılmadan önce; deriler yüzülüyor, kemikler kırılıyor, bağırsaklar deşiliyor, gözler oyuluyor… Hatta tüm bunlar, son çağ insanının cinnetini tasvire yetmiyor bile. Hatta bu tuhaf yoldan, “Scream” serisi bile saptıramıyor.
2000’lere geldiğimizde, teen slasher’lar da; artık delilik ile zırmanyaklık arasında gidip gelen yoldan çıkmış dünya gibi, evrim geçiriyor. Artık “İstismar sineması” diye adlandırılan, işkence filmleri izleyicileri çekiyor. 60’lı yılların yıldızı parlayan yönetmeni Dario Argento’nun sanatsal gerilim filmleri’ni, birkaç sinema tutkunundan ve birkaç örümcek beyinliden başka izleyen yok! Estetik yanı ön planda, muazzam müziklerle desteklenen kanı, kırmızısı bol filmlerin yerini; kolların, bacakların havada uçuştuğu, nice sorgu muhafızını(!) bile şaşırtacak işkence yöntemlerinin uygulandığı filmler aldı. Bu filmler aslında insanları, Hitchcock’un Sapık’ında olduğu gibi, sadece bıçaklanıp bataklığa atılmak için yalvarabilir hale getiriyor. Ölümlerden ölüm beğenmenize neden oluyor. Çünkü 21. yüzyılın vahşet çağında, sokaklar katil kaynıyor. Hükümetler savaşa girmek için vakit kolluyor. İnsanların birbirini öldürmesi artık son derece olağan. Ölüm olağan, sadece şekli önemli… İşin içinde işkence olmadıktan sonra, mertçe(!) silahla öldürmek, savaşta şehit düşmek, kan davasında namus temizlemek, yerden kan almak olağan. Çağ terörden korkma çağı. Sinemada da terör, “sapık işkenceciler” imgesinde hayat buluyor kendine. Tıpkı terör gibi, aniden hayata giren ve hunharca can alan işkencecilerden tırsıyor artık çağımızın hormonlu gençleri. Şimdilik! İşkence de tamamen kanıksandığında, sıra da ne var, hep beraber göreceğiz…
Ezgi Aksoy
Yeni yazarımız Ezgi Aksoy’a ilk yazısı için çok teşekkürler. Kendisi ile ilgili bilgiler siteye eklenecektir. Yakında Latin sineması ile ilgili uzun bir yazı dizisi hazırlayacak bizler için.
yazı çok güzel olmuş ama elm sokağından sonra screamı es geçersek bence haksızlık etmiş oluruz ve çünkü teen slasher olayının dirilişidir bence.
slasher in atası a bay of blood u es geçmek daha büyük bir haksızlık olur :)
elinize sağlık.
Yaw yazık ediyorlar o gençlere, neden en güzel vucutlu kızları baltayla kesiyorlar, neden nedennnn… :)… Dipnot: Herşeye rağmen filmde gözlüklü ve şişkoysan ilk sen ölürsün. Bunuda anlamış değilim :)
Murat, Akasya, Fevzi
Bahsettiğiniz filmler gerçekten de önemli. Slasher dosyası hazırlanırken mutlaka unutulmuş filmler olacaktır çünkü çok fazla eser verilmiş bir alan. (slasher’lar olmasa 80’lerde video klüpleri batardı! :) )
Bir teklifim var; Bahsettiğiniz filmlerle ilgili özgün içerik hazırlayıp editor@otekisinema.com mailine yollayın. Biz de yazıya kaynak yapıp dosya içeriğini genişletelim. :)
Eğer ilgilenirseniz müthiş bir içerik yaratma fırsatımız olabilir.
Daha dün gibi hatırlıyorum, video çılgınlığın olduğu 80 li senelerde her hafta sonu onlarca video kaseti kiralayıp gece gündüz izlerdik. Bu filmlerin ortak teması bir gurup genç bir yere giderler, ya yaz kampıdır yada dağ başında bir ev. Ve hemen hepsinde kızların göğüslerini gösterdiği sahneler yer alır. Ve yine hatırladığım kadarıyla esas ün yapmış korku filmlerinin taaa en başında yer alan Hallowen, 13. Cuma ve Elm sokağı filmleri yeni neslin katledildiği en çarpıcı filmlerdir. Son olarak sevgili Ezgi nin değindiği bir noktayı belirtmek istiyorum: Eski filmlerde kurbanlar sadece hunharca ama hemen hemen aynı şekilde öldürülürken (bknz Myers hep bıçak kullandı v.s.), yeni nesil gençleri etkilemek için bu yetersiz kaldığından işkenceli ölüm sahnelerine yer verilmekte ve senaryolaşmaktadır. Bundan sonraki nesile bu da yetmeyince nasıl bir terör ile korkutacaklar bende merak ediyorum. Zaten amaç korkmak değil bu filmlerde, kan görmek. Çünkü korku filmi deyince bu derin yelpazede en korkulan filmlerin aslında en kansız olanları olduğunu belirtmek isterim. Sanki seyirci artık vahşeti seyretmek istiyor, korkmak değil. Sanki ölmek basit bir doğa olayı iken, öldürmek sanat olayı haline geldi. Video oyunları bile artık böyle. En kanlı öldüren harekete sahip olan en güçlü oyun kahramanı (bknz. mortal kombat :) ) Ahh ahhh bu gençlik nereye gidiyor… :)
Sevgili Murat Tolga, 80 li yıllardan günümüze kadar gelen Slashers tarzı filmler, başlı başına bir tez konusu olur. En son bu tarz filmleri korku kapanı 2 filminin açılış sahnesinde izlemeyi bıraktım. Hatırlarsan daha ilk sahneden güzelim kızcağızın göğsü bile görülmeden ortadan ikiye bölündü. Bu kadarda olmaz… :) sevgiyle kalın…
Ezgi eline saglik, espiri ve dehsetin icice gectigi bir yazi olmus yazin tipki Elm Sokagi kabusu gibi..:)
Aslinda psikoanalitik (ve daha cok gelisim psikolojisi baglaminda) acisindan cok ayri bir kavramdada incelenebilir korku filmleri, denildigi uzere neden guzel’den de ote seksi genc kizlar ve arkadasin bahsettigi uzere sisman gozluklu insanlar en once ölür? Ben simdi boyle bir analitik cozumlemeye girmeyecegim, ama okul yasaminda da “loser” konumundaki genclerin en once asagilanmasi soz konusuyken korku ve slasher filmlerde cerez gibi harcanmalari kacinilmazdir. Zira filmin basindan itibaren kimse onlarla empati kurmamis ve anlama girisiminde bulunmamistir. Ve filmin basinda oldurulmeleri bu anlamda seyirciye akisin baslayacagina delalet eden ilk standup espirisine tekabul eder. . Daha sonra sira koca emmeli kizlara gelir.. Yine okul yasaminda ozellikle amerikan okul sisteminde daha belirgin kutuplasmalarin gorulmesi bu kizlari herkesle alay eden kafasi calismayan memeliler sinifina sokar. Haksizda sayilmazlar. Bu anlamda zaten labirent bir zekaya sahip sapiktan kurtulabilecek IQ seviyeleri yoktur. Bu kizlarin harcanmasi Ezgi dedigin gibi zaten okul ortaminda sevilmemeleri oldugu gibi, seks ile korku yada adrenalinin dogru orantili olmasidir. Bagiriken cikardiklari orgazm taklidi yanilsamalar hakikaten basariyla yakalanmis:)Sidmi ben burdan sexual disorder’larada baglarim ama neyse:)
Cok guzel olmus yazi, eline saglik!
soru: sapık işkencecilere sapıkça işkence edenlerle sapık işkencecilere sapıkça işkence ettiklerini bir diğerine söylemek arasındaki fark nedir?
cvp: bir tuğlayı üste koyarken bir diğerini alttan çekiyoruz.
bu inşayı kendi üzerimize kuruyoruz.
birbirimizin üzerine yıkılıyoruz.
not: gene de yaşasın deliliği hiç duymamışlara fısıldamak, eline sağlık ;)
Teşekkür ediyorum herkeslere :)
biz izlemekten sıkıldık ama adamlar çekmekten sıkılmadılar. yüzler değişik konu %99 klişe. ama hala ısrarla devam ediyorlar bu tip filmleri çekmeye. hani bir grup genç ormana değilde, uzaya falan gitse orda birileri kesip doğrasa bunları vaybe çok orjinal diyecek raddeye geldik.
Bu tür filmlerin dışlanmış ve renksiz geçen lise hayatının hıncını çıkarmak isteyen yönetmenlerce çekildiğini düşünürdüm,zıvanadan çıkmış yeni yetmeleri hizaya getirme düsturu aklıma gelmemişti doğrusu,
Bunun yanı sıra celladın maskesin ardında; sahip olamadıklarımızın ve bizden alınanların keyifli intikamını seyirci olarak aldığımızı ,kadınları tanıdıkça Michael Myers ı daha çok seviyorum sözünün sarhoşluğunda kabul edebiliriz.Fakat hayatın tatlı süprizleri bize bilmediğimiz daha çok şey olduğunuda söyleyebilir.Dar ve ıssız bir sokakta kendi halimizde giderken genç ve oldukça çekici bir hanım kızımızın Carpenterin Halloween müziğinin çınlamasıyla telefonunu çantasından çıkarması herkesin farklı kuyruk acısı tabiki kendine özgü estetik ve rövanş anlayışı olduğunu şaşkınlıkla düşündürebilir.
Gençliği genç olmayanların eleştirmesini samimi bulamasamda
Yinede hey millet tavşanlar gibi takılın ve tepinin ama dikkat edin duyarsızca ezdiğiniz çimenler mutasyon geçirip sizi boğamasın diyenler eğlenceli geliyor bana Öyleki
Mikail MIRMIR adındaki bir çocuğun Hıdrellez gecesi bacısını komşunun büyük oğluyla uygunuz durumda gördüğü için dokuz yerinden bıçaklayarak namısını temizlemesini gazetelerden okuyabiliriz ama bunu Carpenter gibi işleyecek bir dehanın içimizden çıkmamasını kültürümüzün bu konudaki sığlığına bağlamak bence haksızlık olur ..
Scream bilinçli olarak mı es geçildi acaba?