Ayna evresinden (mirror phase) çocuğun bir birey olarak kendini fark etmesi olarak bahsederken, ayna evresiyle suture arasında bir ilişki vardır. Suture bir izleyicinin kendini filmin metninin içinde bulduğu, kendini o metnin içinde fark ettiği andır.
Öteki Sinema için yazan: Burak Bayülgen
İki kavramın birbirinden farklılaştığı nokta, birinin daha fazla hayal dünyasının içinde olan oluşumu, var oluşudur. Sistem çocuğa toplumda yaşadığına ve de hayatını sürdürmesine yönelik sorumluluklar yüklerken hayal dünyasında sınırlı bir süreçte sınırlı sorumluluklar yükler.
Ayna evresinin öğelerinden biri olan sembolik, izleyiciyle daha yakındır. İnsanlar toplumun kurallarına uymaya başladıklarında o ülkenin de dilini konuşur olurlar. İzleyici bir metne odaklandığında, bir süre boyunca metnin geçerli kuralları olan bir ülke ve toplum haline gelir. Metnin akışı izleyiciyi beklentiye yöneltirken beklenti de metnin gizli ya da gizli olmadan sunduğu ipuçlarıyla yahut öğelerle sağlanır. Bu beklentiler sadece sonuca yönelik olmakla kalmayıp, metnin pratik ve teorik olarak gelecek için analiz edilmesini de sağlarlar. Bu bir sorumluluktur.
Dördüncü bakış gibi düşsellik, ayna evresinin misyonundan biraz daha farklı ama çok da uzak olmayan bir rol üstlenir. İzleyicinin düşselliği özgürce, metne bağlı olmadan ilerleyebilir ve zihinde yeni bir metin oluşturmak da mümkündür. Yine de bu yeni yaratımlar da ekranda görülen temsile bağlıdırlar. Her bir öğe izleyicinin yeni bir metin oluşturmasını da sağlar:
Aksiyon, renk, dekor, kostüm, zaman birimleri, süje, fabula ve anlatı bu öğeleri oluşturur.
Dördüncü bakışta ne hayal edilirse edilsin, tıpkı ayna evresinde olduğu gibi bir kreasyonun, bir dizaynın metnin kendinden gelen ya da izleyicinin kendisinden gelen bir parçası olma anı vardır.
Dördüncü bakış izleyicinin bilgisiyle de ilişkilendirilebilir ki olan bitenler esasen orada olmadığından, izleyici bir temsil ile baş başa olduğunun farkına varır. Metin dışı gerçek olan biten ile bir temsil izlemek farklıdır ki gece bir anda gündüze, mekan bir yerden bir yere, hava ve kostüm bir anda başka bir şeye yoğrulur ve bu boşta kalan süreç izleyicinin hayal gücünde yansır.
Eğer her şeyi her dakika görebilecek bir gözetleme (surveillance) sistemi olsaydı, bu sefer hayale bırakılanlar ve yüklenenler her şey görülebildiği için daha az, daha işlevsiz kalacaktı. Bu gibi bir durumda total bir realitenin mi yoksa bir temsilin mi izleyiciyi hayale yönlendirdiğine dair bir soru sorabiliriz. Film kurgu da olsa, kurgu dışı da olsa, kurgu, kesişler ve sıçrayışlar yeni bir hayalin kreasyonu için daha elverişlidirler ve bir şeyin bir parçası olduğunuz anda…
hayal devreye girer.