tereddut-clair-obscur_poster_goldposter_com_1Yeşim Ustaoğlu’nun son filmi Tereddüt, edebiyatın yaşattığı ölçüde, derin bir acı ve zevk veriyor bize. Bu benim bir sinema filmi için kullanabileceğim en büyük övgülerden biri. Acı, seçtiği konunun yakıcı sıcaklığından; bu sıcaklığı, izleyicisinin bedeni, ruhu ve zihnine yaymaktaki maharetinden. Zevk ise, aynı maharetin bir başka yüzüyle, sinema tutkumuzun böylesine tatmin edilmesiyle ilgili.

Tereddüt, yolları kesişen iki kadının hikayesini anlatıyor. Biri neredeyse çocuk yaşında, diğeri yetişkin; biri muhafazakar, diğeri özgürlükçü; biri ‘ev kadını’, diğeri psikiyatrist; biri dine ait, diğeri seküler referanslarla yaşıyor. Elmas ve Şehnaz. Film, sadece bu ikili karşıtlıklardan ibaret olsaydı, can sıkıcı mekanik bir yapıdan söz ediyor olacaktık. Öyle değil. Bu türden, olası bir sorunu ortadan kaldıran ve başta ifade ettiğim, edebi tadı gündeme getiren önemli bir yönü var Tereddüt’ün, filmin uluslararası ismiyle de özetlenmiş bu: ‘Clair Obscur’.

‘Clair’ aydınlık, ışık, anlaşılır, açık, belli anlamlarına geliyor. ‘Obscur’ ise karanlık, gölge, belirsiz, gizemli, anlaşılmaz… Yan yana geldiklerinde bir karşıtlıktan çok bir eş zamanlılık ifade ediyor ‘Clair Obscur.’ Zıtlıkları tek potada eriten bir oksimoron. Aynı zamanda, resim sanatında ve sinemada, kimi bölgelerin karanlık, kimi bölgelerin ise aydınlık biçimde bırakıldığı, nesnelere üç boyutlu bir görünüm kazandıran ‘chiaroscuro/ışık-gölge tekniğinin de karşılığı. Elmas ve Şehnaz, işte biraz böyleler. Aynı toplum resminin içinde, bir ışık-gölge gibi. Ortak bir psikolojik/politik evreni paylaşıyorlar. Bileşik kaplara göre hareket etmek durumundalar, birbirlerine karşıt değiller ve olmaları mümkün değil. Elmas (Ecem Uzun) bir hapis hayatı yaşıyor, baskı altında. Sigarasını gizlenerek içmek, geceleri kocasıyla yatakta, tecavüz edilirmişcesine bir sekse katlanmak durumunda. Şehnaz (Funda Eryiğit) daha serbest ve renkli bir seks yaşamına sahip ama o da egosantrik sevgilisinden (Cem/Mehmet Kurtuluş) istediği insani değeri görmekten uzakta, huzursuz. Yeşim Ustaoğlu, bu iki kadın karakteri su ve deniz ile birbirine bağlıyor.

tereddut01

Tereddüt’ün derinliğinin önemli bir kısmı, deniz imgesinin derinliğinden geliyor. Su ve deniz, filmin zamansal ve mekansal olarak birbirine uzak görünen (neredeyse) her noktasını birleştirip tüm boşlukları dolduruyor. Film de zaten suyun içinde başlıyor… Her şey orada başlamadı mı? Rüyalar suyla kaplı, birçok sahne deniz kenarında geçiyor, sözlü olarak anlatılan hikayelerde bile karşımıza deniz ve denizciler çıkıyor. Ses, efekt, müzik ve kurgu gibi sinemasal atraksiyonlar da su ve denizin etkisini arttırmak için var gibiler. Bu etki gerçekte yazıyla anlatılamaz, sadece yoğunluğunu aksettirmeye çabalıyorum (Antoni Lazarkiewicz’in müziğini ve Michael Hammon’ın görüntülerini deneyimlemek lazım). Tereddüt’teki deniz çekimleri, Şehnaz’ın filmde çalıştığı hastanenin bulunduğu yer olan, Sakarya’nın Karasu ilçesinden. Karasu… Ne kadar ‘obscur’ bir sözcük! Filmde, mekan ile karakterler arasında -belgesel bir edayla- ayrılmaz ilişkiler kuruluyor. Elmas’ın ve Şehnaz’ın evleri, yollar, sokaklar ve dalgalar. Kayalara çarpan dalgalar, dışavurumcu bir tablo gibi, bir sahnede sanki coşkuyla Şehnaz’ın içinde patlıyor. Filmde, deniz ile Şehnaz adeta bir ve aynı şey oluyor. Peki Elmas ile fırtına? Fırtınadan söz etmedik. O da Şehnaz’ın içindeki deniz gibi.  

Tereddüt bir kadın filmi değil (mutlak bir etiket lazımsa, bir terapi filmi). Yönetmen Ustaoğlu bir röportajında da vurguluyor bunu: “[Tereddüt’ün] Bir kadın filmi gibi bir şeyin içine sıkışmasını hiç istemiyordum. Sadece kadınların algısını harekete geçiren bir film olduğunu hiç düşünmedim baştan beri, yazarken de…” İstiyorsanız filmi izleyen, hatta iki kez izleyen biri olarak bana da inanabilirsiniz. Bir ‘kadın filmi’, aklımı ancak belli bir saat meşgul edebilirdi ama işte, ruhumu bunca harekete geçiremezdi. Sinemada, ‘özdeşleme imkanları’ her zaman belirleyici olur. Tereddüt’ün bir ‘kadın filmi’ olmama hali, bence sadece Cem ya da Şehnaz’ın doktor arkadaşı (Okan Yalabık) gibi erkek karakterlerin varlığından kaynaklanmıyor. Tereddüt, bizim ne kadınlar ne de erkeklerle tam bir özdeşlik kurmamızla ilgileniyor. Film boyunca kontrol edemediğimiz dip akıntılar içinde sürükleniyoruz.  Başka bir mesele var, hissediyoruz. Filmin asıl derdine, her cinsi ilgilendiren bir terapiye odaklanıyoruz.

Tereddüt’ün merkezinde, filmde oldukça uzun bir süre alan ve psikiyatrist Şehnaz tarafından yürütülen bir terapi sahnesi var. Adli bir vaka olarak hastaneye gelen Elmas’ın karanlık kalan yanlarını açığa çıkarmayı hedefleyen ve (Ecem Uzun’un olağanüstü bir oyunculuk sergilediği) tek kişilik bir psikodrama seansına benzeyen şu uygulamadan söz ediyoruz. Elmas için, travma kaynağı bilinçaltı duyguların bilinçli alana taşınacağı bir kendini yeniden keşfetme şansıdır bu bir anlamda. Ancak terapi bununla sınırlı değildir, kendini keşfetme imkanı Şehnaz’a da verilir. Onun terapisi, seyircinin (rüya sahnelerini de içeren) şahitliği karşısında, tüm film zamanı boyunca örtük bir biçimde sürer.

tereddut18

Elmas ve Şehnaz önce kurguya ait bağlantılarla, sonra aynı zaman/mekan içinde ruhsal bir iç içelik yaşarlar. Bu noktada, Ingmar Bergman’ın Persona’sını akla getirmemek mümkün değildir. Tereddüt, (Persona gibi) çok az sayıda filmin sahip olduğu ürkütücü bir özelliği elde etmeye hayli yaklaşır. Film, doğrudan izleyicisinin zihnine ve ruhuna girip sanki onun içine bakmaktadır. Yeşim Ustaoğlu’nun amacı da -bana kalırsa- buna benzer bir şeydir: Aristoteles’ten bu yana uygulanan katarsis (arınma) yöntemini bir terapi biçiminde gerçekleştirmek; karakterleri (seyircinin önünde), içsel ve/ya dışsal yolculuklara çıkarmak, sınır ve olanaklarını saptamak, varlıklarının tahakküm altındaki yönlerini fark etmelerini sağlayıp onları özgürleştirmek. Burada, karakterler üzerinden seyirciye söylenen söz  bir manada şudur:  ‘Kızım [Elmas/Şehnaz] sana söylüyorum, gelinim sen anla.’

Filmdeki iki kadının, Elmas ve Şehnaz’ın seks hayatlarını karşılaştıran sahneleri de ‘sınır ve olanaklar’ açısından yorumlamak mümkün. Seks, kendinden geçip kendine ulaşma yollarından biri sayılabilir. Georges Bataille’yı hatırlayacak olursak, özgürleşmenin bir boyutudur; varoluşsal esriklik, bir ‘iç deney’. Hemen itiraz etmeyelim, aranan ya da işaret edilen şey seks değildir filmde. İnsanın hak ettiği değerle, onurla, severek ve sevilerek, özgürce yaşamasının önünün açılmasıdır aranan. Seks de sevmenin bir formudur nihayetinde; bunu da iki adamın (Cem ve doktor) pratikleri üzerinden inceler Tereddüt.

Ustaoğlu’nun filminde, bir başka özgürleştirici araç müziktir. Elmas, komşusu genç kızın kulaklıkla müzik dinlerken yaptığı coşkulu ve yine esrik dansı gördüğünde aydınlığa geçmiş gibidir. Mutsuz ve depresif halden bir an için çıkıp içten bir şekilde (belki kayaya çarpan dalga gibi) gülmekten kendini alamaz. Müziğin tedavi ediciliği ve küçük bir umut, filmin sonunda onunla yeniden buluşacaktır. İnsanın sınırlı ömüründe kendisiyle az da olsa karşılaşamaması ne acıdır.

Tereddüt filmi, çarpıcı bir hikayeden oluşmuyor sadece. Filmde akılda kalıcı anlar, sesler, renkler, alçalış ve yükselişler var. ‘Okuyamadığımız’, ‘izleyemediğimiz,’ bilinçaltına seslenen taraflar var. Her iki seyredişimde de aynı dakikalarda, kalbimin sıkıştığını hissettirerek psiko-somatik etkisini kanıtlayan, filmi tek başına ayakta tutabilecek derecede güçlü, hipnotize edici terapi sahnesi var.

Yalnız, filmde rahatsız olduğum bir iki nadir noktadan söz etmezsem bu yazı başlı başına bir övgü olacak. Elmas’ın kız kardeşini hatırladığı sahne ve Şehnaz’ın gördüğü ilk rüya değil ama (ki o oldukça etkileyiciydi) sırasını hatırlayamadığım sonraki rüyalarından en az biri (şu kedi ile sonlanan mesela), Ustaoğlu’ndan değil de başka birinin elinden çıkmış gibi, biraz ham ve klişe duygusu verdi. Finale doğru, oturma grubundaki sıçramalı kesmelerle gerçekleştirilen sahne de memnun kalmadıklarım arasında. Tereddüt o ana kadar  bir anlamda ‘kesintisiz’ ilerlerken, başka bir estetiği yansıttığına inandığım o sıçramalar, üzerimde yabancılaştırıcı bir etki yarattı. Bir de film sanki istemsiz biçimde ani bir frenle durup sona erdi ve bu, ‘acaba finalden bazı sahneler mi çıkarılmış’ diye düşünmeme yol açtı. Ancak, (diyelim ki haklıyım) kadı kızında da olan bu kadar kusur, Tereddüt filminin (kendi içime baktırarak) bana verdiği acı ve keyfi ortadan kaldırmayacak.

Öteki Sinema için yazan: Oğuzhan Ersümer

1- Dilan Bayır Polat / CNN TÜRK, “Tereddüt” ediyorsanız Yeşim Ustaoğlu’nun reçetesini okuyun.

http://www.cnnturk.com/kultur-sanat/sinema/tereddut-ediyorsaniz-yesim-ustaoglunun-recetesini-okuyun,

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Blood and Black Lace (1964)

Mario Bava'nın çektiği Blood and Black Lace filminde planlar adeta
blank

Maskeli Şeytan (1970)

70’ler fantastik b filmleri söz konusu olduğunda Maskeli Şeytan’ın adı