James Cameron’ın, 90’lı yıllara damgasını vuran, bir kuşağın baş tacı ettiği, fakat yönetmenin tahtını devretmesiyle birlikte 2000’lerin başındaki devam filmleriyle çöküşe geçen imparatorluğu yeniden inşa ediliyor. Ancak baştan uyarmalıyım ki, karşınızda bu kez Mad Max: Fury Road gibi çıtayı yükselten ve seleflerinin de ününü aşabilecek kıvamda bir film yok. Hatta birçok kişiye göre eğlenceli bir gişe filminden ibaret gelecektir, öyledir de… Yine de kim ne derse desin; Arnold Schwarzenegger’i en “moruk” haliyle bile Terminatör olarak sinemada yeniden izlemek muazzam bir keyif!

Terminatör’ün soyu sopu…

1984 yılında, James Cameron o meşhur rüyayı görüp ilk Terminator’ü çektiğinde aksiyon-bilim kurgu türünde yeni bir devrim başlattı. Teknolojinin giderek insanın gündelik hayatına daha fazla entegre olduğu, teknofobinin her geçen gün taraftar kazandığı bir zaman diliminde robot-insan ilişkini ele almak, türün daha önce çekilmiş olan örneklerinden daha geniş etki yarattı. 2029 yılında Skynet isimli bir sistemin, kontrol ettiği robotlar vasıtasıyla insanlığı yok etme çabası John Connor isimli bir lider tarafından engellenince Skynet çareyi geçmişi değiştirmekte buldu. John Connor da, annesi Sarah Connor’ı öldürmesi için bir robot (T800) gönderen Skynet’in bu planına karşılık, annesini koruması için en yakın dostu- ve aslında babası olacak- Kyle Reese’i geçmişe yollayınca, Linda Hamilton ve Michael Biehn’in, robot Arnold Schwarzenegger’e karşı bugün bile hala devam filmlerinin çekilmesine neden olan etkileyici distopik hikâyenin başlangıcı yapılmış oldu.

038

Terminator tüm dünyada video, kitap, oyun, çizgi roman vb. birçok ticari üründe patlama yaşanmasına, filmin repliklerinin dillere dolaşmasına, Arnold Schwarzenegger’in T800 ile ikonik bir karaktere dönüşmesine sebep olurken, başarısının altında yatan sebep ise ortaya koyduğu yeni anlayıştan kaynaklanıyordu. Çok kere işlenmiş olan kıyamet günü korkusu filmin zeminini oluştururken, özünde robotlarla insanlar arasındaki savaş ve özellikle ikinci filmle birlikte ortaya çıkan duygusal bağ durumu türe yeni bir soluk getirdi. Bu durum James Cameron ve Arnold Schwarzenegger ikilisinin, daha büyük bir bütçe ve CGI efektlerin de yardımıyla, devam filmlerinin unutulmaz bir örneğini sunmasına katkı sağladı ve T1’de izlediğimiz T800 robotun karşısına bu kez sıvı metal alaşımdan oluşan yeni bir robot çıkarıldı. T1000 ile T800’ün bizi heyecanlara gark eden kapışmalarını izlerken, Linda Hamilton’ın güçlü kadın savaşçı imajında zirveye oynamasına şahit olduk. Ve evet, bizi en çok etkileyen ise T800 ile 13 yaşındaki John arasında oluşan baba-oğul ilişkisiydi. Robotlarla insanlar arasında tasavvur edilen olumsuz iletişimin aksine duygusal bir bağ söz konusuydu ve T2 sinema tarihinin en iyileri arasına adını yazdırdı…

18895479800_3a9d673f85_z

2003’te gelen T3 ise James Cameron’ın rüyasının bittiğini kanıtlıyordu. Arnold  Schwarzenegger’in ısrarlarına rağmen projede yer almayan usta yönetmenin yerine Jonathan Mostow geldi ve serinin sonunu hazırlayan ilk adımı attı. T1 ve T2’nin tekrarından ibaret kötü bir senaryo ile karşımıza çıkan T3, sözde geliştirilmiş robot TX ile seriye yenilik getirmekten çok uzaktı ve hayranlarını büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. 22 yaşına gelen ama kayıt dışı bir yaşam sürdüren John Connor ile en ufak bir heyecan kırıntısı yaşatmayan film, birkaç yıl sonra gelecek olan TV dizisi The Sarah Chronicles dışında bir değişime neden olmadı. TV dizisi ile susuzluklarını gidermeye çalışan Terminator hayranları bir yıl sonra gelen T4 ile büsbütün yıkıma uğradı. Üçüncü filmin hatasına düşmek istemeyen ve yeni bir senaryo kurgulayan film Christian Bale’in popülaritesiyle pazarlanan, üstüne üstlük Arnold’ın yer almadığı vasat bir yapımdan öteye gidemedi ve böylece ilk serinin de sonu getirmiş oldu.

009Başka bir kurtarıcıya ihtiyacımız var mı?

T4’ün başarısızlığa uğramasıyla iyiden iyiye James Cameron olmadan Terminator çekilemeyeceğine inanmışken, Terminator serisinin yeni bir üçlemeyle başlatılacağını öğrendik. Daha çok TV dizileriyle tanıdığımız, Thor: Karanlık Dünya ile çok da umut vaat etmeyen Alan Taylor’ın yönetmen koltuğuna oturduğunu duyunca pek çoğumuzun acaba? dediğini tahmin etmek zor değil. Fakat beklenenin aksine Alan Taylor, üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmiş ve “yeni bir klasik film” hayallerinden uzak seyirci için keyifli bir nostaljik film ortaya koymuş.

Evet, yeni filmle serinin birinci ve bilhassa klasikleşen ikinci filmi kadar güçlü bir Terminatör’le karşı karşıya değilsiniz. Ancak üçüncü ve dördüncü filmlerin yarattığı derece büyük bir hayal kırıklığına uğramayacağınızın garantisini verebilirim çünkü Terminatör: Genisys tam manasıyla ilk iki filmin bileşiminden oluşuyor. Bu demek değil ki, T3’ün yanılgısına düşerek bize hiçbir şey sunmayan bir filmle karşı karşıyasınız… Aksine zaman yolculuğunu fazlasıyla kullanan, senaryoya başka kapılar açan ve bilhassa günümüz teknoloji bağımlılığı eleştirisiyle yerini sağlamlaştırmaya “çalışan” bir film Terminatör: Genisys. CGI efektin katkısıyla zenginleşen, temposuyla aksiyon ihtiyacımızı doyuran iyi bir başlangıç filmi…

Arnold Schwarzenegger ise yaşına rağmen rolünü oldukça iyi kotarmış görünüyor ve varlığıyla filme büyük bir seyir zevki kazandırıyor Yaşı sebebiyle birçok sahnede dublör kullanılmış olsa da, Arnold’ı yeniden zaman yolculuğu yapmış, genç haliyle görmekten mahrum bırakılmıyoruz. Hatta aktörün yıllar içerisinde, farklı yaşlardaki görünümlerinin bir araya getirildiği bir başlangıç kısmı da oldukça eğlenceli ve keyifliydi. Hatta sadece Arnold Schwarzenegger’in değil, birinci ve ikinci filmden pek çok sekansın da kullanıldığı Terminator: Genisys, öncüllerinin yeniden çevrimi olmaya fazlasıyla yakın…

18895481850_8fd48bfdc9_z

2029 yılında yine John Connor’ın (Jason Clarke) yine annesini korumak üzere Kyle Reese’i (Jai Courtney) göndermesiyle başlayan film, bu noktadan itibaren farklı yöne evriliyor ve bu kez Kyle’yi koruyan bir Sarah Connor ve Sarah’ı korumakla görevli yaşlanmış bir Terminatör’le karşılaşıyoruz. Yeni Sarah Connor, alışık olduğumuz Linda Hamilton’dan epeyce farklı… Daha genç, hatta çocuksu ve kumral! Sarışın ve erkeksi haliyle kalplerimizi fetheden Linda Hamilton’dan sonra, Game of Thrones güzeli Emilia Clarke’ın şımarık tavırlarıyla beni sükût-u hayale uğrattığını da itiraf etmeliyim. Emilia Clarke’ın sarışın olmaması Khaleesi karakteri sebebiyle bilinçli bir tercih olmuştur ama bu kız çocuğunu da pek sevemedim açıkçası. Kyle Reese’i canlandıran Jai Courtney hiç rahatsızlık vermedi ama John Connor seçiminin neden Jason Clarke’dan yana olduğu, ilerleyen süreçte karşılaştığımız sürprizle kabul edilebilir hale geliyor. Arnold Schwarzenegger’in yaşlanmasını ise yıllarca dünyada kalmasına ve dolayısıyla dışını kaplayan canlı dokunun yılların etkisinden kurtulamamasına bağlayan filmin en eğlenceli tarafı ise Arnold’ın bu süreçte kazandığı özellikler… Mizahi tarafı güçlenen, duygusal birtakım özellikler kazanan, diğer insanlarla eşit koşullarda yaşayarak inşaatta bile çalışan bir T800 düşünün… Gerçekten enteresan! İkinci filmde kazandırılan gülümseme özelliğinin arttırıldığını da belirtmek gerek!

Filmde tek havada bırakılan karakter J.K Simmons olurken, insanların teknoloji bağımlılığının kendi sonunu getirdiği ve bunu bile isteye kendisi yaptığı söylemi Terminator: Genisys’de daha ürpertici oluyor çünkü 1980’lerden baktığımızda robotların tüm kontrolü ele geçirmesi distopik bir durumken, şu an teknolojik aletlerin her anımızı yönetmesiyle bu tasarı giderek gerçeklik kazanıyor.

057

Özetle Alan Taylor’ın Terminatör’ü, seriye sadakati, sürükleyiciliği, temposu hiç düşmeyen aksiyonu, moruk Arnold’ıyla iyi bir gişe filmi izlemek ve nostalji yaşamak isteyenleri mutlu edecek bir film. Aksini bekleyenler içinse hayal kırıklığı kaçınılmaz…

blank

Başak Bıçak

1987 yılında İzmir'de doğdu. İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih bölümünden mezun olduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine yüksek lisans yaptı. Bilhassa Fransız Devrimi olmak üzere Avrupa Tarihi üzerine uzmanlaştı.

Sinema özel tutkusu ve 2012 yılından bu yana filmler üzerine yazılar yazıyor. Akşam Gazetesi, Film Arası Dergisi ve Cinedergi yazarı... Dans, seyahat, fotoğraf ve şarap meraklısı...

3 Comments Bir yanıt yazın

  1. Merhaba,

    Filmle ilgili yorumlarınızın bir kısmına katılmıyor, özellikle seriye sadakat konusunda sınıfta kaldığını düşünüyorum. Bu açıdan düşüncelerim şu yönde, kendi evreni içinde düşünüldüğünde kötü, Terminator’ün devamı ekseninde düşünüldüğünde çok kötü bir film.

    Seriye bir reset atmak istenirse ya bunu X-Men Days of Future Past gibi fazla cüretkar olmadan ve doğru oyuncu tercihleriyle yapılmalı ya da hiç bulaşılmamalı.

    Bu anlamda, hem oyuncu tercihleri hem de konu olarak ( bir villain olarak John Connor mı?) Terminator 3: Rise of the Machines’ten bile kötü bir yapım var karşımızda. Pek beğenilmeyen t3’ün sonu “john connor direnişin lideri nasıl oldu?” sorusuna tatminkar bir cevap verirken, skynet’in ne olduğuna da john connor’ın ağzından anlatımla “siber uzayda bir yazılım, yok edilemez, kapatılamaz” şeklinde açıklayarak Genisys’in yapmaya çalıştığından ve sonunda çuvalladığından daha şık bir açıklama getiriyordu. ( bedene indirgenmiş skynet mi olur?)

    Bunların dışında Christian Bale casting’ini bir kenarda tutarsak, Carnivale dizisinde harikalar yaratan Nick Stahl John Connor için biçilmiş kaftandı. Gerek t800 ile muhabbetleri olsun, gerekse ona olan güveni ve filmin sonundaki motivasyonu bize bu evrenin ne anlatmak istediğini ortaya koyuyordu.

    Genisys’te ise hem John Connor mirasını yerle bir etme, hem de üzerine başrol olarak Sarah Connor olarak rezalet bir seçim olan minyon birini koyma söz konusu. (ağlak suratlı, oğluna bebek gibi yaklaşan Sarah Connor?) silah doğrultup, cırtlak bir sesle “come with me if you wanna live” diye bağırarak Sarah Connor olunmuyormuş bunu da gördük şükür. Bu açıdan Linda Hamilton’a saygılarımızı sunuyoruz.

    Çekilen diğer 4 filmde son sahneler ve kapanış konuşmaları müthişti, o evrene uygundu. T1’de “there is a storm coming in” deniyor, bir efsanenin başlangıcına tanık oluyorduk. T2’de Sarah Connor “if a machine can learn the value of human life, maybe we can too” diyerek mesajını veriyor alkışı hakediyordu. T3’te John Connor, “the battle has just begun” diyor bize gazı güzel bir şekilde veriyor, T4’te ise yine bir makine, varlığını John Connor’a feda ederek 2.filme güzel bir selam veriyordu.

    Genisys’te ise çayır çimen eşliğinde Sarah Connor’ın aşkının başlangıcını görüyor ve huzurlu bir kapanışa tanık oluyoruz (huzurlu biten terminator filmi mi olur?)

    şimdi soru: oğulları John Connor’ın ileride makineler tarafından aklının çelineceği ihtimali varken (of yazarken saçmalığı sıktı beni) böyle bir John Connor’a hayat verir mi bu mutlu! çiftimiz? (böyle senaryo mu olur?)

    sonuçta Terminator filmlerinin ve evreninin ruhuna reset atan, kendi yolunda ilerlemeye çalışıp ortaya rezalet bir yapıt çıkartan filmdir. birkaç sahneyi remake yaparak saygı olmuyor kanaatindeyim.

  2. Ben ilk iki filmin hatrına bu filmi izlememeyi tercih ediyorum. Terminator defterini kapattım. Bu konfeksiyon işler beni heyecanlandırmıyor, filmi hala gidip izlemiş değilim.

  3. Başak, yazını çok beğenmekle birlikte orijinal fikre bu kadar tecavüz edilen başka bir devam filmi daha izlememiştim. Cast feci, senaryo dökülüyor. Hoşuma giden tek şey, genç T800 için yapılan CGI efekt çalışması oldu.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Bloodshot: Durdurulamaz Güç (2020)

Bloodshot, 80’lerin unutulmaz dizilerinden Kara Şimşek ya da bir Paul
blank

Jigoku no banken: Akai Megan / The Red Spectacles (1987)

The Red Spectacles, The Kerberos Saga olarak bilinen Mamoru Oshii’nin