blankArkadaşlardan bir film duydum, izledim. Sevişme sahneleri dışında beğenmedim. Ama kız seksi. Nedense en iyi o sahneyi çekmiş bizim terso yönetmen.

Kızın adı Özlem galiba. Gözetleme programlarında çok cömert soyunmuş. Sakıncası yok benim için. Bir sevişme sahnesi var ki siyah tanga dışında çıplak kız. “Kovboy Girl” pozisyonunda oldukça uzun bir sahne.

Tanıtım için de o sahneyi seçmiş. E tabi beklenti farklı oluyor filmden. Bir de kız gözetleme programlarında çıplaklıkla ilgi çekince.

Nedense terso yönetmenlerin yegâne oyuncu portföyü bu tarz kızlar. Beni aramadan bir hafta kadar önce bir haber okumuştum. O yönetmen Bodrum’da yeni filme başladı diye. Vay, helal işini bilen yönetmenlere. Beceri var. Cepte 5 kuruş para yok ama cesaret var. Ekibi toplayıp götürmüş Bodrum’a. Sokaklarda, kale falan görünür yerde birkaç sahne çekmiş. Hatta bir otele de yerleştirmiş ekibi. Sponsor arıyor, yani para gelirse devam ama çok zor. Ekip 3 gün bekleyip geri dönüyor İstanbul’a. Bizimki Bodrum’daki otelde kızla rehin kalmış. Şimdi beni çağırıyor ki belki para bulunur. Veya ortak gibi mi düşündü?

Acayip bir adam, suyu sadece içmek için kullanıyor. Kilolu ve yağlı olduğundan terliyor. Parfüm falan kesmez. Arayan o: “Bodrum’a gel, film çekiyoruz.” (Ne diyon abi?)

“Bin bir uçağa” diyor. Acelesi varmış gibi. Kendinden çok emin ama senaryo bile yok. Ne avans var, ne otel adresi. Adres Bodrum Belediye Çay Bahçesi, Raşit’in Kahvesi. Aramadım, onlar da dönmedi.

Unutmuştum.

-*-

Üç gün sonra tekrar aradı. “Cihangir’de kahvedeyiz. Seni de aramıza bekleriz.” Dönmüşler Bodrum’dan ya da kaçmışlar. Yanındakini izlediğim filmdeki kadın sandım. O umutla hemen oraya vardım. Yalan değil, izleyince hasta olmuştum.

“Bir bakayım” dedim. Saat geçti. Çoktan akşam olmuştu. Hava da soğuktu. Gittiğim zaman açık havada bir kadınla oturuyorlardı. Bende bir hayal kırıklığı. Kadın filmde oynayan kadın değil. İzmirli biri. Film çekeceğiz vaadiyle takmış peşine. Kadın hasta gibiydi, rahatsızdı, mutsuzdu, uykusuzdu. Anladım, yönetmen yolsuzdu. Çay bile söyleyemiyordu. Ben de söylemedim ayıp olmasın diye. Anlarız insan halinden görünce.

Biraz projeden bahsetti, anlayamadım. “Senaryo?” dedim, cevap alamadım. Anladım, kafada her şey. Severim pratik zekâlı adamları bazen. Dur bundan da öğreniriz bir şey. Ama konu bitti. Garson 4 defa etrafımızda gezdi. Ünlü bir yapımcıyı bekliyorlarmış otelde kalmak için. Kadın uykusuzluktan bayılacaktı neredeyse. Derken durumu çaktım. Beş kuruş yok adamda. Üzüldüm kadına her nedense.

Sonra “Kaç para istersin?” dedi yönetmen. 10 bin, dedim. Tamam, dedi. Hiç düşünmeden. Kadın şaşırdı. Beş para yok adamda. “İş başlayınca 3 bin, kalan bakiyeyi sonra veririm.” Kadın tedirgin, yönetmen rahat. Hemen tüymem lazım oradan: “Beni arkadaşlar bekliyor barda.”

Kadın şık değil ama Bodrum kıyafetli, çok üşüyordu kış günü. İnce bir ceket ama yün külotlu çorap. Bodrum’dan binmişler bir otobüse, otobüste ikramda ne yedilerse o. Bütün gün aç biilaç. İçim parçalanıyor kadına ama ne yapayım, takılmasın bu adama. Kalktım gittim bara, unuttum her şeyi.

Ertesi gün Facebook’tan okudum kadının mesajını. Diyor ki: “Osman Bey, size yakıştıramadım. Siz değerli birisiniz. Nereden tanıyorsunuz bu adamı?” İzmir’e dönmüş kadın, kuaförmüş.

“Ben tanımam onu. Bir daha ararsa açmam telefonumu.”

-*-

Neyse efendim, aylar sonra bir daha aradı bay yönetmen. Senin çektiğin filmi de götürelim, bir şirket var tanıdık dedi. Belki bir vesile olur diye yine takıldım peşine. Hayır, ben bu adamları severim ayrıca. Çok renkli olurlar.

Yine bulmuş bir gariban kadın, bu sefer Trakya’dan. Kadın hemşireymiş, valizi bile yok, elinde poşetleri. Anlıyorum, durum yine dram ötesi. Otel arıyor bizim yönetmen. Ulan, ne oluyoruz falan derken, Sultanahmet’te bir post-prodüksiyona girdik hep beraber. Filmi varmış orada. Gitti konuştu. Biz bekledik. Aylar öncesinin aynı acısı bende. Gözlerim bu zavallı kadının poşetinde. Kadın diyor ki; “Ben sizi filmlerden şey ediyorum.”

Neyse oradan da çıktık. Yürüyor bunlar. Ben de peşlerinde. Gideceğimiz yer, Taksim’e yakın bir yer. Ben “Bir taksi tutalım” diyorum. Yönetmen “Bende nakit yok, sadece kredi kartı!” Ulan Osman diyorum, sen adam olmayacaksın. Uzatıyorum şoföre parayı. Önce yönetmen iniyor aşağı, arkasına bile bakmadan yürüyor. Adres Ağa Sokağı, film dağıtım şirketine giriyoruz. Üstelik iyi karşılanıyoruz.

Müdür diyor ki “Filmi ne zaman vereceksin?” Yönetmen diyor ki “Borç çok birikti, biraz para vermeli.” Ama en azından şirkete geldik ya, bende bir rahatlama. Çay içiyoruz, tek şekerli. Benim konuyu da konuşuyoruz. Bendeki hesap şu; “bu herif yapıyorsa, ben de yaparım.”

Neyse, çıkıyoruz oradan. Takılıyor bunlar arkamdan. Bir yol bulup ekiyorum. Ara sokaklardan Firuzağa.

Ertesi gün Facebook’ta bir mesaj: “Osman Bey, dün gece çantamı, bilgisayarımı çaldırdım Avcılar’da bir otelde. Siz bu yönetmeni nereden tanıyorsunuz?”

Arıyor uzun zaman sonra yönetmen ama açmıyorum telefonlarını bu sebepten: “Şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar arayın.”

-*-

Bu tarz adamlar ilgi odağımda. Bir de Bay E var, aynı sınıf yönetmen. Cebinde fotokopi paralar, sokup çıkarıyor. Bunu o kadar hızlı yapıyor ki para sahte mi, hakiki mi anlayamıyorsun. Ama bir tomar para olmasına imkân yok. Bir masal filmi yapacak. Kızı bulmuş, kızın sevgilisi zengin hovarda. Biraz filme katkısı olduğunu öğreniyorum daha sonra.

Bana rol teklif etti, ok dedim. Paradan dolayı değil, ilişkiler ağı, nasıl beceriyorlar insanları ikna etmeyi falan. Aslında arkalarında bir amortisman film yapan büyük şirket olduğunu da öğreniyorum bu arada. Ondan da üç beş kuruş. Filmi ona verecek zaten. Bir çek var, onu simsara bozduruyor. Çek karşılıksız çıkarsa film onun zaten. Acayip işler.

Öğle yemekleri Bir Urfalı hemşerisinin seyyar arabasından. Adana, Urfa, her şey bedavaya.

Bak diyorum Bay E, olmaz diyorum duvar dibi. Tarlabaşı’nda bir şapel var, orayı kirala, saray olsun. Kafasına yatıyor. Kostümleri de becermiş. Bari işi kurtarayım peşindeyim. Oradan Yedikule, Edirnekapı surlarına tırmanıyoruz. Senaryo biraz da Kahpe Bizans filmine benzemekte. Rahmetli Sabri Kaliç de var işin içinde. Senaryoya pansuman yapmış. Sabri önemli adamdır, o da bu komik acayip işleri seviyor. Deli dâhilerden.

Öğlen çay içmeye Kocamustafapaşa’da bir kahveye girdik. İçeri Bizans askerleri girdi. Acayip kostümler. Okey oynayanlar hiç umursamadı. İşte buna gülerim. Adamlar hiç şaşırmadı. Sanki her gün Bizans askerleri oraya çay içmeye geliyorlarmış gibi…

Öteki Sinema için yazan: Osman Cavcı

blank

Osman Cavcı

1962 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Cavcı, tiyatro sanatçısı İsmail Cavcı' nın oğludur. Baba mesleği olan tiyatroya olan aşkı 1972' de bir turnede (İzmir Turnesi) başlamıştır. Daha sonraları Ertem Eğilmez ile tanışmasının ardından 1981 yılında sinemaya adım atmıştır. İlk sinema filmi Ertem Eğilmez'in yönettiği Hababam Sınıfı Güle Güle'dir.

İlk sinema filminden sonra Türk filmlerinde rol almaya devam etmiş, Muhsin Bey filmi ile genç yaşta kariyerinin zirvesini yakalamıştır. Muhsin Bey'de organizatör Muhsin Kanadıkırık'ın genç yardımcısını kendi adıyla oynamıştır. Filmdeki bu rolüyle geniş kitlelerce tanınmıştır.

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. Teşekkürler osman abi adamlar yine de sıfır bütçe ile film yapıyor kolay değil epey komik yazı olmuş ayrıca osman cavcı abinin uyanda balığa çıkalım internet dizisini youtube kendi kanalında var izleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Osman Cavcı Yazıyor: Bir Zamanlar Yeşilçam’da

Son Yeşilçamlı Osman Cavcı bundan böyle hatıralarını Öteki Sinema sayfalarında
blank

Killing ya da Kilink

Osman Cavcı yazıyor! Cavcı; Killing ya da Yeşilçam'a transfer olduktan