Bu bir film eleştirisi mi olacak yoksa Kore sinemasına güzelleme mi, emin değilim. Başlayalım, bakalım nereye gidecek ama girişten anlamışsınızdır; tavsiyeyi en başta veriyorum.
Acı Tatlı Hayat (Dalkomhan Insaeng – 2005) ile favori Asyalı yönetmenlerimden biri haline gelen ve sonrasında da A Tale of Two Sisters, I Saw the Devil gibi tür meraklılarının delisi olduğu filmler çeken Jee-woon Kim, son filmi Karanlık Görev’de bir dönem macerası çekiyor. Film bizi 1920’lere, Japon işgali altındaki Kore’ye götürüyor. Şiddet uygulamaktan çekinmeyen bağımsızlık peşindeki Koreli direnişçileri bertaraf etmek isteyen Japon ajanlarının uyguladığı sürek avı ve bu sırada yaşananlar filmin çatısını oluşturuyor. Oyunculuk, aksiyon, hikaye… Hepsi tamam!
Bir dönem filminin hele de çok mekanlı bir casusluk macerası ise en çok ihtiyacı olan şey nedir? Elbette amaca hizmet eden bir görüntü ve sanat yönetimi ve titiz bir renk düzenleme (Color correction) çalışması… Koreli sinemacılarımız bu konuda epeydir çok iyi. Sinema orada gerçek bir endüstriye dönüştü ve teknik anlamda Hollywood standartlarına yetişen ve hatta bunun gibi filmlerde onu dahi aşan bir başarım söz konusu. Buna bir de sürükleyici bir hikaye ve usta bir sinemacının oyuncu yönetimi (Hashimoto’nun tokatlama sahnesi) ve rejisini ekleyin! Ortaya nefis bir film çıkacağından hiç endişeniz olmaz ve de öyle olmuş. Karanlık Görev son yılların en iyi casus macerası ve gerçek bir sinema şöleni!
Şimdi gelelim filmin görece zayıf taraflarına… Bu bir sinefil için sorun olmayacaktır ama salon gösterimine katılan genel izleyiciyi gözeterek yazmalıyım; Jee-woon Kim, hikayeyi filme çekerken tempo derdine düşmemiş. Filmin başına bir sokak aksiyonu sekansını yem olarak koyup sonrasında tempoyu düşürüyor ve karakterleri olay örgüsünün içine sokarken sakin bir kurgu deniyor. Burada biraz sıkılabilirsiniz ama gelişme bölümüne kadar sabrederseniz ödül büyük, bundan sonrası bir Tsunami dalgası gibi büyüyerek çarpıyor seyirciye…
Film boyunca, seyirciye adeta “hikayeyi dikkatle izlediğiniz için teşekkürler, lütfen bu sekansın keyfini çıkarın” diye çekilmiş ödül sahneleri var. Bunlardan en hoşuma giden ise tren sekansı ve bu kısmın adrenalin bombası finali oldu.
Eğer casus romanlarını seviyorsanız özlediğiniz o eski usul maceraların tadını bu filmde bulacaksınız. Asyalı karakterlerle dolu bir casusluk macerası başta yadırgama getirebilir, olay örgüsünü kafanızda şekillendirmekte zorlanabilirsiniz ancak bu Çin filmlerindeki kadar zorlayıcı değil ve film bir yerden sonra sizi saracak, bırakmayacak. Koreli sinemacılar batılıların –artık- yapamadığı bir şeyi de çok iyi beceriyor; bu filmlerde hala insani duygular var ve bazen bizim de hoşumuza gidecek türden doz aşımları yaşanıyor. Aşk,arkadaşlık, dostluk, ihanet, görev bilinci, fedakarlık gibi şeyler daha yoğun işleniyor. Abartıya kaçılmadığı sürece bunun hikayenin dramatik yapısını güçlendirdiğini düşünüyorum. Asya’dan çıkıp gelen filmler bize daha yakın bir biçime sahip.
Geçtiğimiz yıl Güney Kore’nin Oscar aday adayı olan Karanlık Görev bir sinefil hazinesi olarak ilgi görmeyi bekliyor ve hak ediyor. Filmi izlerken “Türk sineması çok gelişti“ cümlelerinin ne kadar ezbere kurulduğunu da iliklerinizde hissediyorsunuz. Dünya sineması başka bir standart seviyesine çoktan ulaşırken, biz basit hikayeler kurmayı ve anlatmayı bile beceremiyor, tarif üzerine tarif deniyoruz. Siz yine de buna çok kapılmayın ve Karanlık Görev’in tadını çıkarın. İyi seyirler…
murattolga@gmail.com – Twitter: murattolga