Bir devam filminin en büyük sorunu, devam ettirdiği hikâyenin çok iyi olmasıdır. Bu durum insanları beklentiye sokar, sabırsızlandırır, heyecanlandırır. Genellikle bu yüzden, devam filmleri pek sevilmez. Bunun aksini başarabilenler de Terminator 2: Judgement Day örneğinde olduğu gibi kült mertebesine erişebilir.
Son yıllarda patlama yaşayan çizgi roman filmleri, bu stresi eşit oranda dağıtmanın bir yolunu buldu sanki. Çünkü artık karşılaştırılacak çok fazla şey var. Örneğin The Amazing Spider Man 2’yi ilk filmle olduğu kadar şu anda gösterimde olan rakibi Captain America: The Winter Soldier’la da ya da Sam Raimi’nin eski üçlemesiyle de karşılaştırabilirsiniz. Bu çeşitlilik filmlerin tekil bir benliğe sahip olmasındansa, bir seriye ait olma hissiyatını güçlendirdiği için çizgi romanlardan uyarlanan hikâyelere bir avantaj sağlıyor. Pekiyi, The Amazing Spider-Man 2 bu avantajı iyi kullanabilmiş mi? Spoiler verip, seyir zevkinizi mahvetmeden bu soruyu cevaplamaya çalışacağım.
Basın gösterimi ile önceden izleyebilme şansına eriştiğim filmi, genel anlamı ile sevdim. İzlemeden önce gözümü en çok korkutan şey; filmin 142 dakikalık süresiydi. İlk filmin de aşağı yukarı aynı süreye sahip olduğunu düşünürsek, beni tedirgin eden şey; tanıtımlarda çok fazla villain (kötü karakter) görmüş olmamızdı. Bu nedenle kimi zaman iyi bir aksiyon yönetmeni olamamakla itham edilen Webb’in, filmi sonu gelmek bilmeyen bir hengâmeyle doldurmasından korkmuştum. Hiç de beklediğim gibi olmadı. Filmin ibresi aksiyondan ziyade, hikâye gelişimini ele alan bir yönü gösterdi. Fakat bu durum, aksiyon ve hikâye gelişimi arasındaki dengeyi tutturabilmiş filmlerin bile mükemmel formülü bulamamış olabileceğini gösteriyor.
Evet, Spider Man sevenler ve özellikle ilk filmi izleyenler için olay örgüsü, karakter gelişimi, diyaloglar bir çizgi roman uyarlaması için tatmin ediciydi. Ama bağımsız şekilde düşünürsek; The Amazing Spider-Man 2’nin öyküsünden beklediğim tadı alamadım. Webb, elindeki geniş süreyle olabildiğince detaylı biçimde herşeyi anlatmak istemiş ama aşağıda sayacağım sebeplerden ötürü biraz kendi ayağına sıkmış sanki.
Bir yandan Peter Parker’ın iç dünyasına odaklanmaya çalışan film, diğer yandan başka karakterlerin de dertleri, hayalleri ve korkuları olduğunu göstermeye çalıştığı için, özellikle gelişme bölümü olması gerektiğinden biraz yavaş ilerlemiş. Peter’ın hem sevgilisi Gwen Stacy ile olan ilişkisini, hem ailesiyle olan geçmişinin ruhunda yarattığı yaraları, hem eski dostu Harry’e duyduğu özlemi hem de May halasıyla yaşadığı değişimi gördüğümüz için, duygusallık dozu yüksek bir gençlik buhranına şahit oluyoruz.
Devam edip etmeyeceği belli olmayan bir aşk ilişkisi, aslında son derece önemli bir konu olmasına rağmen, bu ilişkinin gelgitleri altında ezilen “babasızlık” sorunu, telafi edilmesi zor, hatta neredeyse imkânsız olan kayıpların son kulvarda atağa kalkması derken Muhteşem Örümcek Adam’ın değil; Peter Parker’ın macerasını izlemiş oluyoruz. Peter Parker’ın iç dünyasını öğrenmek, maskenin ardındakileri görebilmek kötü bir şey değil, hatta çok güzel. Ama bunun aynı zamanda süper güçleri olan kahramanın, yaşadığı şehrin, suçlularla olan mücadelesinin ve saldırmaktan asla vaz geçmeyen kötülerin de dünyası olduğunu unutmamak lazım. Neyse ki olağan üstü görsel efektler var da, bunları tam unutacakken hatırlayıveriyoruz. Bence filmin en tatmin edici yanı buydu zaten. Bugüne kadar Örümcek Adam’ın gökdelenler arasındaki salınma halini, bu kadar gerçek ve bu kadar eğlenceli bir şekilde sunan, hatta adeta birinci elden yaşatan bir sinema filmi olmamıştı. Tabii ki her filmi kendi dönemine göre değerlendirmek lazım fakat; giysisindeki rüzgardan, ayak tabanındaki kire yapılabilecek en detaylı ve etkileyici görselliği yakalamışlar. Emeği olan herkesi tek tek tebrik etmek lazım.
Spoiler vermeden edilebilecek son sözleri edeyim madem…
İyi yönleri kötü yönlerinden fazla olan bir film The Amazing Spider-Man 2. Aynı anda birden fazla konuya parmak basmak istediği için, bazı kesitleri diğerlerine oranla yavan kalmış. Ama bu yavanlık uzun seyir süresi göze alındığında, bir Örümcek Adam hikâyesi izlemek isteyen kimsenin gözüne batacak kadar büyük değil. Efektler güzel, müzikler güzel, aksiyon sahneleri eğlenceli.
Kimi zaman oyuncuların kendisinden kaynaklanan güzellikler olduğu kadar –Emma Stone- kimi zaman aktarılmak istenen duygusallığa zarar veren abartılı tiplemeler de olmuş; Harry Osborn ve Spidey’nin triplere girmekten bir türlü doğru dürüst konuşamaması gibi. Kekelemekten ve kıkırdamaktan konuşamayan bir çift görmek de birazcık sinirinize dokunabilir.
Filmin kötüleri “kimsenin önemsemediği iyi insanlardan” oluştuğu için, bu dönüşümü tek seferde gösterebilmek her baba yiğidin harcı değil. Yönetmen elinden geleni yapmış ama bu yeterli gelmiş mi tartışılır. Biraz karakterlerin kendisinden biraz da işlenişten ötürü, yıllar sonra hatırlanacak bir kötü adam performansına şahit olamıyoruz. Herhalde Max Dillon bunu yazdığımı görseydi, beni şoktan şoka sürüklerdi : )
Mark Webb çıtayı düşürmeden, ilk filmden biraz daha duygusal bir filmi eli ayağı düzgün biçimde kotarmış. Eğer bir süper kahraman filminden çok fazla şey bekliyorsanız, beklentilerinizi biraz düşürmeyi deneyin. Ama Örümcek Adam’ı seviyorsanız, bu karakterin tarihindeki en büyük dönüm noktalarından birini izlemek için mutlaka gidin.
Herkese iyi seyirler!