Blair Witch, Paranormal Activtiy gibi filmlerde karakterlerin kullandığı kamera vasıtasıyla ‘gerçekmiş’ gibi sunulan yapımlar kuşkusuz tür adına önemli bir kilometre taşıydı. Bu filmler türe yeni bir boyut kazandırırken kurgudan gerçeğe bir köprü vazifesini üstlenmişti.
Öteki Sinema için yazan: Egemen Tokatlıoğlu
Daha filmin başında beliren ‘gerçek bir olaydan esinlenilmiştir’ veya ‘bilmem kaç senesinde çekilen gerçek görüntülerden kurgulanmıştır’ yazılarıyla insanlardaki gerilim seviyesi ikiye katlanmak istenmiştir. Büyük ölçüde de öyle olmuştur. Blair Witch fenomeni her ne kadar gerçek görüntülerle sunulsa ve çocukların ortadan kaybolduğunu iddia etse de çok geçmeden filmde yer alan çocuklar bir dergiye verdikleri röportajda bunun sadece film için hazırlanmış kurgudan ibaret olduğunu söylemişlerdir. Bu durum her ne kadar insanlarda hayal kırıklığı yaratsa da Blair Witch’in efsane hikayesine leke sürmemiştir. İnsan neye inanmak isterse ona inanmış ve film bir şekilde akıllara kazınmayı başarmıştı.
Yine paranormal olaylara dayalı yakın tarihli James Wan filmi The Conjuring’de gerçek bir hikayeye dayandığını iddia etse de insanlar artık olayın gerçek bir hikayeye dayanıp dayanmadığını umursamadan filmin kalitesine odaklanmayı tercih etmişlerdi. Nitekim The Conjuring –gerçeğe dayansa da dayanmasa da- türün hayranlarını mest etmişti. Todd Lincoln imzalı 2012 yapımı The Apparition, yine paranormal olaylara odaklanarak filmin ilk sekansında kamera kaydı ve akabinde kamera kaydında ortaya çıkan görüntüler ile izleyiciyi vurma hedefinde. Ancak son dönem bu tarz o kadar çok film piyasaya çıktı ki ne denli etkileyip etkilemediği soru işareti.
Film 1970 yılında bir grup paranormal psikoloğun henüz yeni ölmüş mesteklaşları Charles Reamer ile kontak kurma görüntüleriyle açılıyor. Günümüzde ise Charles Deneyi olarak adlandırıldığı yine not şeklinde düşülüyor. Kameraya kaydedilmiş bu görüntüler ile film açılırken deneyi günümüzde aynı şekilde uygulamak isteyen bir grup üniversite öğrencisinin Charles Reamer ile kontak kurmaya çalışmasıyla devam ediyor. Tabii ki bu paranormal psikologların yaptığı gibi başarılı bir şekilde sonuçlanmayacaktır. Daha gelişmiş cihazlar kullanarak ruh çağıran bu 4 üniversite öğrencisi talihsiz bir şekilde başlarına olmadık bir bela alıyorlar. Arkadaşlarından biri olan Lydia ruh tarafından bilinmeyen bir şekilde kaçırılıyor ve elleri kolları bağlı olarak olayı izleyen 3 genç, genç kızın ortadan kayboluşunu panik içerisinde izliyorlar. Lydia’yı dehşet içerisinde izleyen birisi de hiç kuşkusuz kamerayı elinde tutan erkek arkadaşı Ben oluyor. Olaydan sonra deneyi ısrarla yapmak isteyen Patrick ve Ben’in yolları ayrılıyor.
Ben bir süre sonra kendisine yeni bir hayat kurmak için yeni kız arkadaşı Kelly ile Kelly’nin ailesinin evine bir süre kalmaya giderler. Çift mutludur ancak Patrick ısrarla Ben’i arar, telefonlara cevap vermeyen Ben olayın daha henüz bitmediğinin ve Charles Reamer’in ruhunun ikisinin de hala peşinde olduğunu aklının ucundan geçirmez. Kelly ile kaldıkları evde başlayan bir takım garip olaylar; Kelly’nin köpeğinin anlamsızca ölüşü, evdeki kapıların kendiliğinden açılması, duvardaki çürümeler vs ikiliyi iyice huzursuz eder. Bunun üzerinde durum daha da vahim bir hal alır ve ruh Kelly’i tıpkı eski kız arkadaşı Lydia’yi ele geçirdiği gibi ele geçirmeye çalışır. Ben’in artık şansı yoktur, Patrick’i arar ve ondan yardım ister. Üçü birlikte dünyaya çöreklenmek isteyen bu ruhu bir şekilde geri göndermek zorundadırlar. Cihazlar eve kurulur, gerekli tedbirler alınır ve ruhu geri göndermek için ölüm kalım savaşı başlar.
Bu bağlamda tıpkı Insidious, The Conjuring gibi ruhlar dünyası ile yaşayanlar dünyasının savaşı ele alınmış, ancak oldukça zayıf bir şekilde. Hikayedeki ani atlamalar, hızlı gelişme ve sonuç sorunu oldukça temelsiz ele alındığını gösteriyor. Yani her ne kadar filmin başında 1970 senesinde bir ayin izlesek ve hikayenin buna dayandırılması söz konusu olsa da ne bir Insidious ne de bir The Conjuring’in alt yapısından eser yok. Hikaye Charles Reamer’in yaşayanlar dünyasına gelerek burada yaşayan insanları tek tek ele geçirmesi ekseninde, özellikle de Ben, Kelly ve Patrick’i… Buraya kadar şey net olsa da insan biraz daha fazlasını bekliyor. Hele ki açılış sekansından sonra. Film sağlam bir giriş yapsa da çıtayı maalesef düşürüyor.
Film, Ashley Greene (Twilight serisi), Sebastian Stan (Gone, Captain America : The Winter Soldier), Tom Felton (Harry Potter serisi) gibi genç ve yetenekli oyuncuları bir araya getirmiş olsa da hikayenin sağlam temellere dayandırılamaması ile heba olup gitmiş. Sürpriz son bir nebze hoş bir tat bıraksa da tür adına yıllar sonra adı hatırlanmayacak filmlerden The Apparition.