the Babadook posterİKSV tarafından düzenlenen 33. İstanbul Film Festivali’nin Geceyarısı Çılgınlığı bölümünde yer alan The Babadook / Karabasan filmini 13 Nisan’daki Kadıköy Rexx gösteriminde izledim.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

Festival dahilindeki üçüncü ve son gösterim olduğundan, daha önce izleyenlerin film hakkında yaptıkları pozitif eleştiriler kulağıma gelmişti. ‘Pek Yakında’ köşemize de konuk ettiğimiz The Babadook, fragmanı ve görselleri ile ilgi çekme ve merak uyandırma konusunda bir hayli başarılıydı. Dolayısıyla iyi bir korku filmi izleyeceğime yönelik bir beklentiyle salona girdim. Ama umduğumu pek bulamadım doğrusu.

Amelia, kocasının ölümünün üzerinden altı yıl geçmesine rağmen hala ne yapacağını bilemez haldedir. 6 yaşındaki yaramaz oğlu Samuel’i kontrol altında tutmakta zorluk çeken çaresiz kadın, kendini zorlamasına karşın bir türlü oğlunu sevemez. Samuel, devamlı rüyasında gördüğü bir canavarın ikisini birden öldüreceğine inanmaktadır. Yaşadıkları evde ‘The Babadook’ isimli rahatsız edici bir kitap bulan Samuel, rüyasında gördüğü canavarın Babadook olduğuna kanaat getirir. Bir süre sonra iyice zıvanadan çıkan Samuel, gittikçe daha tahmin edilemez ve vahşi bir hale dönüşür. Amelia, oğlunun garip davranışlarından ürker ve ona sakinleştirici ilaç vermeye başlar. Ancak etrafında kötücül bir varlığın işaretlerini görmeye başlayınca, Samuel’in kendisini uyarmaya çalıştığı şeyin gerçek olabileceğine inanır.

the Babadook 1

Jennifer Kent’in yazıp yönettiği The Babadook, düşük bütçeli, Avustralya yapımı bir korku/gerilim. Kent, bu ilk uzun metraj denemesinde, 2005 tarihli ilk kısası Monster’ın uzun versiyonunu çekmeyi tercih etmiş. (Yazının sonundaki linke tıklayarak yaklaşık on dakika süren kısayı izleyebilirsiniz.)

Yazının bundan sonrası eser miktarda spoiler (sürprizbozan) içerir.

The Babadook, ilk bölümde kocasını erken kaybeden genç bir annenin tek başına aileyi ayakta tutma çabasına odaklanıyor. Babasız büyüyen Samuel’in sorunlu bir çocuk olması ise genç kadının işini daha da zorlaştırıyor. Akıl sağlığını korumakta güçlük çeken Amelia, bir yandan yalnızlıktan ve cinsel ihtiyaçlarını karşılayamamaktan kaynaklanan somut problemler ile mücadele ederken, bir yandan da oğlunun gün geçtikçe artan ‘canavar’ fobisi ile uğraşmak zorunda kalıyor. İkinci bölümün assolisti ise The Babadook isimli canavar oluyor. Samuel, Babadook’un varlığına kayıtsız şartsız inanıyor ve canavarla karşılaşacağı gün için hazırlıklarına hiç ara vermiyor. Amelia ise ilk başlarda her şeyin oğlunun hayal gücünden kaynaklandığına inanıyor. Ancak bir süre sonra, o da canavarın varlığına işaret eden şeyler görüp duymaya başlıyor. Ya da geçirdiği uykusuz gecelerin etkisiyle öyle olduğunu sanıyor. Final bölümünde ise iki kişilik aile, sorunları(!) ile son bir savaşa giriyor.

the Babadook 3

Poltergeist (1982), The Shining (1980) ve The Exorcist (1973) gibi birçok korku klasiğinden fazlasıyla faydalanan The Babadook’un en sorunlu olduğu kısım senaryo. Ne tarafa gideceğine bir türlü karar veremeyen film, bahsi geçen klasiklerden ödünç aldığı fikirleri paskalya yumurtası gibi birbirleriyle tokuşturmaktan çekinmiyor. Doğal olarak birer birer kırılıp dökülen fikirler, bir bütün olmayı beceremiyor. En çok da anneyi canlandıran Essie Davis ile küçük Samuel’i oynayan Noah Wiseman’a yazık oluyor. Çocuk oyuncu Wiseman film boyunca etkileyici bir performans sergilerken, Davis filmin başlarında biraz tutuk görünse bile özellikle Jack Nicholson’a bağladığı bölümlerde deliren(!) kadın portresini başarıyla seyirciye aktarıyor.

Seyirciyi korkutmayı hedeflediği sahnelerde ise en bilindik hayalet filmlerindeki artık ezberlediğimiz numaralara başvuran The Babadook, bu kulvarda da özgün olmayı başaramıyor ne yazık ki. Hele o evlere şenlik final sahnesi yok mu? Ne zamandır bir korku filminde bu kadar sağlam bir kahkaha atmamıştım.

Sözünü etmeden geçemeyeceğim. Bence filmdeki en başarılı şey, bir anda Samuel’in kütüphanesinde ortaya çıkan The Babadok isimli kitabın tasarımıydı. Büyük bir titizlikle hazırlandığı belli olan kitaba gösterilen özen, keşke filmin bütününe de yansısaymış.

Toparlayacak olursak The Babadook, bütçesi gibi iddialı olmayan, küçük bir film. Birden fazla klasikten toparladığı, daha önce defalarca izlediğimiz bilindik fikirleri bünyesinde toplayan, ancak bunları bir araya getirmekte zorlanan, zayıf bir film. Gene de başrol oyuncularının hatırına, fazla bir beklentiye girmeden izlenebilir.

Fragman. Tıkla, izle!

Monster (2005) Tıkla, izle!

the Babadook 4

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

5 Comments Leave a Reply

  1. filmi izlemedim ama sinopsisi okuyunca bana biraz kevin hakkında konuşmayılız gibi geldi!?

  2. Çok haklısınız. The Babadook’un fikirlerini ödünç aldığı filmler arasına rahatlıkla yerleştirebiliriz Kevin Hakkında Konuşmalıyız’ı…

  3. Ben senaristin hangi filmlerden etkilendiği konusuna giremem,orası beni aşar ama ben yorumları son derece acımasız buldum. Filmin vermek istediği asıl iletiyi anlamış olduğunuzdan şüpheliyim. Yazdıklarınıza saygı duyuyorum ama keşke biraz daha hakkını verseydiniz. Evet film biraz daha ilgi çekici hale getirilebilirdi ama ileti güzeldi. “Babadook” adlı canavarın ne olduğunu düşünerek bir daha izlemenizi tavsiye ediyorum

  4. Estağfurullah Barış Bey. Şöyle söyleyeyim; sinema çok subjektif bir mesele. Benim beğenmediğimi bir başkasının beğenmesi gayet doğal. Sevmemem anlatılanları anlayamamaktan ziyade, yöntemi sıkıntılı bulmamdan kaynaklanıyor. Yoksa anlatılmak istenen ‘ileti’ yeni bir şey değil, anlaması da o denli zor değil, merak etmeyin. Zaten film hem eleştirmenleri, hem de izleyicileri ikiye böldü. Bir kısım salondan gayet memnun ayrılırken, diğer kısma yeterince tatminkar gelmedi. Siz filmi beğenmişsiniz, ben beğenmedim. Başta da söylediğim gibi bu gayet doğal.

    Ayrıca filmin Korku Sitesi’nde yayınlanan incelemesini de okumanızı tavsiye ederim. Soner kardeşimiz filmi beğenmiş ve gayet yakışıklı bir kritik yapmış. Film hakkında düşündüklerinizin net karşılığını o yazıda bulabileceğinizi tahmin ediyorum. (http://korkusitesi.com/korkusinema/the-babadook-3)

    Yorumunuz için teşekkürler.

  5. kült filmlerde nasıl bir özgünlük beklerdiniz doğrusu merak ediyorum. alışıldık sahnelere başvurulmuş derken bu tarz filmlerin zaten ortak noktasına değinmiyor musunuz? bir festivale gittiğinizde peşpeşe izlenen kült filmlerden sonra eleştirilerin, izleyici kitlesinin genellikle senaryodan ziyade teknik ve atmosfer doğrultusunda olduğunu farketmez miydiniz?
    en basitinden ”Ryan Gosling – Drive” diyelim.
    kült tarzda bir suç filmi yapılmak istenmiş. gayet başarılı ve bol ödüllü olmak üzere, sinemaya manifesto yazabilecek kafalardan tam not da almış. nedendir_ senaryo mu? alışıldık sahneler mi? kesinlikle hayır! çünkü ”Drive” yapısıyla kabataslak aynı olmak üzere yüzden fazla çekilmiş film sayılabilir. işte burda devreye giren nüve, tam birrrrrr ”KARAKTER” yaratılmış olmasıydı. suç filmlerinde olması gerekeninden… hem de kusursuz bi performanstan… alışıldık mı ? evet. e amaç da zaten bize gerçek bir suç-dram türünü filmin tekniği dahilinde sindire sindire hissettirebilmesiydi öyle değil mi?
    e durumu Babadook’a da bağlamaya gerek yok zaten. kült bi korkuda olabilecek objeler, vs. kullanılabilmış. teknik açıdan birkaç eksik yakaladık doğrudur. Jennifer Kent’in de ilk uzun metrajı sanırsam. ancak o atmosferi yeterince verebildiğini düşünerekten, en basitinden son 2-3 yılda yapılan birkaç iyi korku arasında diyebilirim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Üç Harfliler 3: Karabüyü (2016)

Başarılı Musallat ve Siccin filmlerinden sonra şimdi kendi başlatmadığı bir
blank

Kelvin Tong’dan: 7. Gün / The Offering (2016)

Kelvin Tong'a “Hollywood filmi çeken ilk Singapurlu yönetmen” unvanını getiren