Şehrin İntikamcı Azizleri: The Boondock Saints (1999)

5 Mart 2018

Adaletin olmadığı bir dünyada yaşadığınızı hayal edin… diyebilmeyi çok isterdim ama birkaç istisnai yer hariç, öyle bir dünyada yaşıyoruz zaten. Kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmalar, jüri psikolojisini inceleyip avukatlara onları nasıl etkileyeceğini söyleyen uzmanlar, dava kazanmak için atılan 40 taklalar, sanığın dini, dili, ırkı ve cüzdanının kalınlığı, suçluluğunun veya masumiyetinin önüne geçiyor. Böyle şeyler ABD gibi silah kontrolünün olmadığı bir yerde meydana geldiğinde sonuçları çok daha sert olabiliyor.

blankBu konuda olabilecekler konusunda bir masal için: Boondock Saints (Şehrin Azizleri). Film, birbirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan Connor ve Murphy MacManus kardeşlerin kendilerini itip kakan “güç”e aynı sertlikte karşılık vermesini anlatıyor. “Eserlerini” inceleyen Bostonlu bir grup polise kalsa kardeşler kolaylıkla kurtulacak, fakat öldürülenlerin Rus mafyasından olması FBI’ın işe karışmasına sebep oluyor. Sorumlu ajan Paul Smecker adında bir dâhi olunca olay kısa sürede çözülüyor. Ancak öldürdükleri fedailerden birinin çağrı cihazına gelen mesaj işleri değiştiriyor. Kardeşler, “kötülüğü yok et ki iyilik yeşerebilsin” felsefesiyle Rus mafyasının toplantısını basıp Büyük Patron’u öldürüyor. Bu iş hoşlarına gidiyor ve İtalyan mafyasından olan arkadaşları Rocco’dan aldıkları istihbaratla kötüleri avlamaya çalışıyorlar. Peşlerindeki Smecker başlangıçta olanları mafya hesaplaşması zannediyor, ama olayı çözdükçe MacManus kardeşlere hayranlık duymaya başlıyor.

Aynı zamanda filmin yönetmenliğini de üstlenen Troy Duffy, barmen olarak çalıştığı dönemde bir torbacının yerde yatan cesedi soyduğunu görünce aklına böyle bir film yazmak gelmiş. Bir anlamda Duffy’nin kendi adalet arayışını yansıtan film bir “ilk senaryo” için oldukça iyi başlıyor. Açılışta Kitty Genovese’nin hikâyesini anlatan film odağını ilk sahnesinden belli ediyor. Jenerik bittiğinde MacManus kardeşlerin birbirlerini kollamak için her şeyi yaptığını ve kaybedecek şeylerinin olmadığını öğrenmiş oluyoruz. Paul Smecker da aynı ekonomiklikte, “söyletme, göster” kuralı uygulanarak tanıtılıyor. Smecker’ın daha kim olduklarını öğrenmeden kardeşlere duymaya başladığı hayranlık, olayları yaşamaya başlaması başarılı bir şekilde aktarılmış. Smecker’la MacManus’ların ilk karşılaşması güzel halledilmiş. Dedektif Greenly’nin evrimi gibi küçük, güzel dokunuşlar da var. Ama her şey güllük gülistanlık da değil. Söz gelimi Rocco veya dedektifler gibi ikincil karakterler maalesef aynı özenden nasibini alamıyor. Smecker’ın kiliseye girdiği sahne ve Il Duce-MacManus ilişkisi gibi iki akıl almaz rastlantı senaryoya gölge düşürüyor.

blank

Bu Senarist Duffy’nin karnesiydi. Gelelim Yönetmen Duffy’nin performansına. Filmleri bir yolculuk olarak nitelemem, bilinçli olarak izlemeye başlamamdan çok önce olmuştu. Filmin ilk sahnesiyle son sahnesi arasındaki farktan yola çıkarak yakıştırdığım bir kelimeydi bu. Burada görsel bir farktan bahsetmiyorum elbette. Her hikâyenin bir çıkış, bir de varış noktası olmasından bahsediyorum. Sonradan öğrendim ki yazarların jargonu da bu şekildeymiş (kahramanın yolculuğu diyorlarmış). Atmışım tutmuş yani, ama Boondock Saints ve ilk Lord of the Rings (Yüzüklerin Efendisi) filmi Fellowship of the Ring (Yüzük Kardeşliği), bu kelimenin aklıma gelmesinde etkili olmuştur. Bu iki filmin ortak noktası, hikâye ilerledikçe tek yönlü ve neredeyse sabit ivmeli olarak bir ton değişikliğinin de meydana gelmesi. Her ikisi de neşeli başlıyor, ama film ilerledikçe gerilim neredeyse dokunulacak kadar yoğunlaşıyor.

Troy Duffy, bunu gayet güzel başarmış. Arada espriler yine yapılıyor ama başlangıçtaki Kitty Genovese vaazına verilen “beyefendilerin jetonu nihayet düştü” yorumundan, neşeli Aziz Patty Günü’nden finaldeki infaza gelene kadar filmin tonu bir hayli değişiyor. Şiddet dozu sürekli artıyor, karakterlerin dengesi giderek bozuluyor. Bütün bunlar, Duffy’nin filmi önce kafasında çektiğini gösteriyor. Yönetmen, oyuncusundan performans almayı da biliyor. Willem Dafoe hem feminen, hem de maskülen olmasını gerektiren eşcinsel FBI ajanı rolünde öne çıkıyor. MacManus’ları canlandıran Norman Reedus ve Sean Patrick Flanery başta olmak üzere filmde aksayan bir isim bulunmuyor. The Boondock Saints, kurgusuyla da akıllarda yer edinmeyi başarıyor.

blank

Araya serpiştirilen espriler yüzünden kendini ciddiye almayan bir hava yaratması, filmin adalet konusunda sivri bir söyleme sahip olmasına ve bir soru sormasına rağmen fazla bir etki yaratamamasını ve eleştirmenlerce vasat bulunmasını açıklıyor. Ama oyunculuk performansı ve kurgunun verdiği keyif, aslında pek de fena olmayan senaryonun kusurlarının üzerine çıkıyor. İncelemeyi eğlenceli bir bilgiyle bitirelim. Filmin tamamlandığı dönemde Columbine Lisesi baskını olmuş ve hiçbir Amerikalı dağıtımcı filmi dağıtmaya yanaşmamış. Sonunda bir dağıtımcı sadece beş sinemada, bir hafta boyunca filmin gösterilmesini sağlayacağını söylemiş, ama ne Troy Duffy, ne de oyuncular bu gösterimden ve ek gösterim/DVD gelirlerinden para alamamış. Filmin ünü dilden dile yayılıp para getirmeye başlayınca Duffy, dağıtımcı şirketi mahkemeye vermiş ve uzun yıllar süren dava sonucunda kendisinin ve ekibinin parasını kurtarmış. Ayrıca devam filmini çekme hakkını da almış. Kısacası senaristinin çıkış noktası ve hikâyesi gibi, filmin tamamlanmasından sonra yaşananlar da bir adalet arayışı öyküsü.

blank

Kaan Zanbakcı

1976, İstanbul doğumlu. Sinema denen sanatın ne kadar büyülü bir şey olduğunu 1986’da, Şişli Site sinemasında izlediği Return of the Jedi ile farkına vardı. 10 yıldır çevirmenlik yapıyor. Önce Divxplanet bünyesinde, ardından Öteki Sinema’da film eleştirileri yazdı. Sender’in açtığı senaryo atölyelerine katıldı. Hayalî İcraat adında bir bilimkurgu/fantastik sinema sitesi hazırladı ancak o büyüklükte bir siteyi tek başına hazırlamanın zorlukları, hosting firmasının saçmalıklarıyla birleşince 6 yılda büyük mesafe kat eden, 800’ü aşkın makale içeren sitesini kapadı ve Öteki Sinema’ya geri döndü.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Hakujitsumu (1964)

Japon yönetmen Tetsuji Takechi’nin 1964 yapımı ilk büyük bütçeli Pinku
blank

Le Cercle Rouge / Ateş Çemberi (1970)

Melville’in kahramanları boyunlarını sarmaya başlayan, günden güne sıkılaşan ve sonunda