Bazı filmleri yönetmenini bilmeden, tanımadan seversiniz ya benim Kim Ki-duk’la tanışmam tam da böyle oldu. Festivalde izlediğim İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış’ı izlediğimde tam bir etkilenme yaşadığımı hatırlıyorum. Nasıl etkilenmem ki? Öyle etkili bir mekan yaratmıştı yönetmen!
Mevsimsel geçişlerin, bilgelik, sakinlik ve aynı zamanda büyümeye ilişkin bir irade barındıran filmin duygusuyla kendimden geçmiştim. Yay Kim Ki-duk filmleri içinde İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış’la en çok benzeşen. Zira ikisinde de farklı bir büyüme hikayesi var. İlkbahar, yaz, Sonbahar, Kış’ta bir gölün ortasında, yüzen bir evde her şeyden ve herkesten uzak bir yaşam, bir erme hali işleniyor. Yaşlı rahiple küçük rahip adayının çıkarsız, dünyaya hazırlık çabaları filmin içinde bir yerde kırılsa da, filmimiz diyalogsuz ve yalın haliyle gözümüzde mükemmel bir şekilde tamamlanmıştı. Tabii ondan sonra benim gözümü Kim Ki-duk’a dikmem kaçınılmazdı! Hatta Antalya Film Festivali’nin Avrasya bölümüne Yay’ın güzel oyuncusu Yeo-reum Han’la katıldıklarında rastlaştığım yerde gözümü bu ikiliden alamamıştım…
Yay ondan büyüme ve büyümeye eşlik etme halini alıyor ama çerçevesini kesinlikle daha katı çiziyor. Yay denizin ortasında bir yaşamı, okyanusun ortasında bir teknede yaşananları anlatıyor. Teknede gözümüze çarpan yaşlı adam ve henüz 17’si doldurmamış kızın, baba-kız ya da dede-torun olduklarını düşünüyoruz. Ama Kim ki Duk’un normal bir anlatım kurmayacağı, bizi bir yerlerden şaşırtacağı aşikar! Onun filmlerindeki aşk halleri normal değil. Yay’da da öyle… Yine az söze dayalı, sözü daha çok görüntüye, mimik ve tavırlara bırakan yönetmen ‘istekler’ üzerine gidiyor bu kez. Yaşlı adam küçük kızla evlenmeyi düşlüyor, kız ise özgür olduğunu düşündüğü teknede büyümeyi! Yaşlı adam ve kız neredeyse yalnızlığın çepeçevre sardığı bir atmosferdeler. Yay’ın anlamı burada ne kadar çok gerersen o ok yaydan o kadar çabuk kopar misali… Kızın güzelliği tekneye gelen erkekler tarafından fark edilir elbette ama yaşlı adamın yedi yaşından beri itinayla yıkadığı, kahvaltı hazırlayıp evlenmeyi düşündüğü kızı koruma yolu da farklıdır. Ok boşaltır kötü niyetli erkeklerin üstüne! Belki de onunla evlenme isteği de bundan kaynaklıdır. Dış dünyaya kapalı bir kızı ancak ve ancak kendisi anlayabilir ve koruyabilir!
Ama sakınılan göze çöp batar misali bir gün bir genç düşüyor ıssız ortamlarına. Kız ve genç adamın gönülleri birbirine kayıyor ve yaşlı adamın trajedisi de işte tam bu nokta da başlıyor! Film bu üçlü arasında öyle büyük bir didişme yaratıyor ki ‘bu işi ancak kan temizler’ diyorsunuz. Köşede her an atılmayı bekleyen yay ve ok herkes için fırlayabilir artık yuvasından. O derece kontrolsüz bir durum! Yaşlı adam bu zamansız aşka öyle bir direnç gösteriyor ki, herkesi anlayan bir bilge gibi kuşanıyoruz biz de filmi o andan itibaren!
Kim Ki-duk, aşkın hallerini, farklı bir şiirsellik ve sakin bir duygu fırtınasıyla anlatmayı tercih ediyor. Diyalogların azlığı kimisi için sıkıcı olabilir ama konu yoğunluğu ve görsel doygunlukla diyalogların izini siliyor çoğu zaman…
Konunun klişe olduğunu bilerek ama onu fark etmeden ve zerrece rahatsız olmadan izliyorsunuz… Filmin geçmişe dair bir havası var, sanki çok eski bir hikaye günümüze taşınmış gibi… Neredeyse tek mekanda geçen, herkesin yaşama olan dingin tutkusuyla yol aldırdığı teknede olup biten Yay, sonunu farklı bir hızla bağlıyor. Kimileri için bildik, kimileri için vasat kimileri için şaşırtıcı olsa da Yay çoğu insanı ortak bir paydaya toplamayı başarıyor. Ortama düşen tek kadın olma haliyle ‘Gemide’yi de hatırlatmıyor değil! Tabii oradaki küfürler burada yaydan çıkan ince ve gergin seslerle yer değiştiriyor! Yaşlı olmanın her zaman daha trajik olduğu düşüncesi bir ok gibi saplanıyor kalbime! Kim Ki-duk hızlıca daldığı yolda çok güzel filmleri arka arkaya paylaştı bizimle! Ama son üç yıldır film çekmedi, sanki yarım asır gibi geldi bana… (Abartılı oldu biraz) Kim Ki-duk ilk filmlerindeki enerjisini son filmlerinde biraz kaybetmişti zira. Zaman ve Rüya sadece güzel bir fikrin film yapmak için yeterli olmadığını gösterdi ki, ondan sonra bir duraklamaya geçti yönetmen! Sanırım o da anladı ilk filmlerinde kafasında uzun yıllardır kurguladığı şeyleri çektiğini… Tabii bir de ilk filmle zirve yapıp sonrasında düşüşe geçmenin ağırlığı da var! Ama yine de aşkın farklı hallerine ilişkin tasvirleri, suskunluğu ve dinginliği onun anlatımıyla dinlemeyi tercih ediyorum kendi adıma. Eminim ki Kim Ki-duk bizim için bir şeyler biriktiriyor bir yerlerde! Bir ok gibi fırlayıp gelecek bir gün. Beklemedeyim!