“Sinema tarihinin en korkunç 100 sahnesi” listesinde 78 numara (Bravo Channel)
“Gelmiş geçmiş en korkunç 100 film” listesinde 88 numara (Chicago Film Critics)
Son zamanlarda Öteki Sinema’nın çehresini fetheder gibi gözüken vizyon filmleri ile ilgili yazılardan sonra, tekrar o eski, karanlık, cilasız ve tekinsiz sulara geri dönmenin zamanı geldi de geçiyor diye düşünüyorum… Öteki Sinema’nın kendine has, benzersiz arşivini yine bir Cronenberg filmiyle bir nebze daha da zenginleştirmek istiyorum. Karşınızda benzersiz bir kült korku filmi klasiği: The Brood (1979)!
Frank Carveth’in eski eşi Nola, sıradışı bir psikoloğun özel hastanesinde terapi görmektedir. Bu sıradışı psikolog Dr. Hal Raglan (efsanevi aktör Oliver Reed), “psychoplasmics” adını verdiği kendi geliştirdiği bir teknikle çalışmaktadır. Psychoplasmics terapisi altında duygularını dışa vuran hastalar, bu dışavurumları sonucunda fiziksel değişimler de yaşayabilmektedirler. Frank Carveth’in küçük kızı, annesiyle geçirdiği bir haftasonundan sonra babasının evine sırtında yaralarla dönünce Frank Carveth deliye döner ve olaydan Dr. Hal Raglan’i sorumlu tutar. Kısa bir süre sonra Nola’nın annesi, kimliği belirsiz vahşi küçük bir çocuk tarafından hunharca öldürülünce işler sarpa sarmaya başlayacaktır…
(Hikayenin geri kalanı akla hayale sığmayacak acayiplikte devam ediyor. Spoiler vermemek için yazmıyorum. Kesinlikle hemen izleyin diyorum sadece)
Ülkemizde “Hastanede Dehşet” adıyla da tanınan The Brood, telepati, mutasyon ve hastalık unsurlarıyla örülü bir kabus. Kanımca Cronenberg’in en iyi 5 filminden biri. Ancak diğer Cronenberg başyapıtlarına oranla biraz gölgede kalmış. Shivers (1975), Videodrome (1983), The Fly (1986) ve Crash (1996) gibi filmleri kadar hakkında yazılmış çizilmiş bir film değil The Brood. Ancak belki de bu filmlerinin hepsinden daha karanlık bir yüze sahiptir. Öyle ki, bu film, David Cronenberg’in çocukları için eski karısına karşı verdiği oldukça sancılı bir velayet davası sonrası yazdığı bir senaryonun ürünüdür. Takdir edersiniz ki “Zührevi Korku Edebiyatının Kralı”, “Kan Baronu” ve “Vücud Korkunun Prensi” gibi lakaplara layık görünen bir yönetmen, kendi hayatında bu kadar yüreğine yakın yaşadığı bir acıyla ilgili bir film yapınca, bu filmin son derece karanlık olması kaçınılmazdır.
Frank Carveth’in kayınvalidesini öldüren ve kızının sırtındaki yaralara neden olan bu kabusun gerçek kimliği, filmin ilerleyen dakikalarında yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Çıktıkça da seyircinin her türlü sınırını zorluyor. O eski Cronenberg filmlerinin benzersiz soğuklugu, The Brood’un da her karesinde mevcut. Son derece sade ve noktaya atış yapan bir sinematografi var. Mekanlar, kostümler, makyajlar bir bekleme odası kadar sade ve yine bir bekleme odası kadar stres dolu. Müzik olarak da The Brood’un yeri ayrı; Kariyerinin geri kalanında hep beraber çalışacak olan Howard Shore ve Cronenberg’in ilk buluşması The Brood. Son derece tekinsiz ürkütücü ve aynı zamanda esrarengiz bir soundtrack var ortada. Zaten filmin birçok sahnesinin nefes kesici olmasında başrolü oynuyor Shore’un besteleri.
İddia ediyorum, The Brood, size kesinlikle hayatınızda izleyebileceğiniz en akıl almaz kabuslardan birini sunacak.
https://www.dailymotion.com/video/x802kvd
“Son zamanlarda Öteki Sinema’nin çehresini fetheder gibi gözüken vizyon filmleri ile ilgili yazılardan sonra, tekrar o eski, karanlık, cilasız ve tekinsiz sulara geri dönmenin zamanı geldi de geçiyor diye düşünüyorum…”
Hakikatten de öyle oldu denebilir ama Can o filmleri de ipliklerini pazara çıkarmak için yazdı arkadaşlar :) (Watchmen hariç! onu sevdik, bağrımıza bastık, mümkün olsa Rorschach’ı İ. Melih Gökçek yerine Ankara’ya Belediye başkanı seçerdik ama Kızılırmak suyu mahvetmiş orada ki dimağları :) )
Crash’i de yazarsan, Öteki Sinema sularında Cronenberg beşlini tamamlamış olacaksın Can. :)
Vizyon filmleri okuyucu çekmek için iyi oluyor can. Mesela en çok okuyucuyu Dark Knight’a iki yazı birden girdiğimizde almıştık. Millet elli tane laf etti ama bizim gibi düşünenler de çıktı.
Kızılca Crash diyince aklıma geldi. Filmi sinemada okuldan kaçıp seyretmiştim. benim gibi liseli tipler vardı, ama tabi sevgilileri ile gelmişler ben gibi sap değiller yani. Film başladı sürekli anal sex… 15 dakika geçti bir ben kaldım sinemada herkes dağıldı:) O filmde Rosanna Arquette’e bir kez daha aşık olmuştum ya ne güzel kadındı.
Bu Arquette’lerin alayı güzel ve yakışıklı üstelik de vefalı…
Ben de Desperately Seeking Susan filmine millet Madonna’yı görmeye giderken (Lise yılları) Rosanna’m için gitmiştim. (Bu kadar kader ortaklığı da fazla ama Masis! :) )
Aslında sitenin ilginç bir kolaj oluşturma yeteneği var. Masis, Anıl ve son katılan arkadaşımız olan Kaan yeni fantastikleri ve 80’ler mainstreamları olan ama aslında 50’ler seriyallerinden beslenen işleri seviyorlar ve yazıyorlar.
Sen Zombi kültünü besliyor ve “vucut korkusu” diye aslında çok önemli bir alanı tek başına götürüyorsun. Kızılca İtalyanların gizli hazinelerini çok iyi keşfedip aktarıyor ve bazen onunla aynı tarz da kesişiyorsunuz. Tolga Japonlara hasta… o olmasa “pinku” filmlerini bu şekilde aktaramazdık. Ertan Tunç ise dip analizlerle o filmi yönetmeninden daha iyi bilir hale getiriyor okuyucuyu…
Sinematik’den Utku’da sağolsun “Felaket filmleri”ne el attı. Şu an için tek eksiğimiz Steampunk yazacak bir adamdır arkadaşlar.
Fakat bu haliyle de burası gerçekten de Öteki Sinema!
Arquette’leri Allah özenip de yaratmış harbiden nasıl bir anne babadır, hiç mi karavana gelmez, her kardeş ayrı güzel. Ama favorim Rosanna’dır Murat’ın da dediği gibi. Gerçi geçen bir dizide gördüm baya botox falan yaptırmış belli, eski hali kalmamış yavrucakta. Yine de Rosanna Arquette candır ya:)
Filmden iyice koptuk Can kusura bakma Arquette’ler mevzu olunca ben hayattan kopuyorum zaten.
Can, Crash’i de yazarsan “David Cronenberg külliyatı” kategorisini anında açarım. :)
: ) geliyor geliyor
Ülkemizde ‘Hastanede dehşet’ adıyla gösterilmiş diye biliyorum. Cronenberg’in hemen bundan sonra gelen filmleri Scanners ve Videodrome düşünüldüğünde, zayıf kalan bir film: The Brood. Filmin anlattığı hikayeye göre, düşük bir temposu var. Film boyunca, daha cok hareket ve konusuyla alakalı daha ilginç sahneler beklerken, sizi tatmin etmeyen bir finalle başbaşa kalıyorsunuz. Ancak Cronenberg arşivi yapmak isteyenlerin ilgisini çekebileceğini düşünüyorum.
Filmin finali muhteşemingo bence