The Burning 1981 yılı mahsulü Tony Maylam tarafından yönetilmiş olan ABD ve Kanada ortak yapımı bir film.
Öteki Sinema için yazan Murat Kızılca
Blackfoot Yazlık Kampı’nda çocuklara bekçilik yapan Cropsy şiddete meyilli alkolik biridir. Kampta kalan çocuklara sık sık şiddet uyguladığı için doğal olarak hiçbiri tarafından sevilmez. Bu sevgisizliklerini bir şekilde ifade etmek isteyen gençler Cropsy’e kendilerince bir ceza vermek isterler. Bir gece hangi mezarı nasıl kazarak çıkarttıklarını bilemediğim iyice çürümüş bir kafatasının içerisine, gözbebeklerinin yerini artık aç kurtlara bıraktığı boşluklara denk gelecek şekilde iki adet mum yerleştirerek ortaya çıkarttıkları intikam objesini Cropsy’nin yatağının başucuna koyarlar. Aşırı alkolün etkisi ile sızmış olan Cropsy olanlardan habersiz uyuklamaktadır. Pencerenin önüne toplaşan gençler cama vurarak Cropsy’i uyandırırlar. Karanlıkta kafatasının içindeki mumların loş ışığının aydınlattığı odaya uyanan Cropsy korkudan panikler. Kafatasının üzerinde durduğu masaya çarpar, kafatası yatağa düşer ve yatak ile beraber Cropsy de alev alır. Alevler içinde sağa sola koştururken odanın içindeki benzin kutusuna çarpmayı ihmal etmez. Üzerine dökülen benzinin yardımıyla hallicesinden bir şenlik ateşine dönüşen Cropsy, kendini kampın hemen yanındaki göle atar. Bir mucize eseri olarak ölmez ve hastanede tam beş sene tedavi görür. Beş sene sonunda hastaneden tahliye edilir. Artık intikam ateşi ile yanmakta olan Cropsy o olaydan sonra kapatılan Blackfoot’un yakınlarında faaliyet gösteren, danışmanları arasında kendisine hazırlanan kötü şakanın faillerinden Todd’un da bulunduğu Stonewater Yazlık Kampı’ndaki gençlere musallat olmaya karar verir.
Seksenli yılların slasher filmleri dendiğinde adı Friday the 13th ile birlikte en üstlerde anılan bu filmi bugün artık uzun uzadıya konuşmanın bir manası yok. Bu pek sevdiğim alt türe ait iyi kötü edilecek ne kadar söz varsa hepsinin tüketildiğini düşünüyorum. Bu yüzden The Burning’i biraz da döneminin filmleri ile etkileşimleri açısından ele almak istiyorum.
The Burning, Friday the 13th’in (1980) açtığı yoldan ilerleyen bir film. Selefinin uygulayıp gişede beklenmeyen bir başarı kazandığı formül aynen bu filme aktarılmış. İki film karşılaştırıldığında birbirlerine üstün oldukları farklı noktalar göze çarpıyor. Friday the 13th’in finaline sakladığı duble sürprizi (katilin Jason’ın annesi olması ve finalde Jason’ın gölden fırlaması) ile The Burning’in sürprizsiz dümdüz ilerleyen senaryosu (Cropsy hastaneden çıkar ve kamptaki gençleri avlamaya başlar) karşısında daha başarılı olduğu aşikar. Buna rağmen karakter gelişimi açısından The Burning’in bu işe daha fazla emek harcadığı açıkça görülüyor. İlk kırk beş dakika boyunca kamptaki gençleri izleyiciye tanıtıp sevdirmeye çalışan film, bu sayede cinayetlerin etkisini arttırmayı hedeflemiş ki bunda kısmen başarılı olduğunu söylemek mümkün. Gerçi böylesine basit bir senaryoya sahip filmde karakter gelişimi ile vakit kaybetmek biraz garip kaçıyor ya, neyse.
Özel efektlere gelecek olursak her iki filmde de dönemin yükselen yıldızı Tom Savini’nin çalıştığı göz önüne alınırsa birini diğerinden üstün tutamıyorum. Ama filmin çatısını karakter gelişimini bir kenara bırakarak sadece 13 cinayet üzerine kuran Friday the 13th’deki cinayet sahnelerinin üzerinde daha fazla kafa yorulmuş ve çok daha stilize olduğunu söyleyebilirim. Gerçi bu The Burning’deki efektlerin değerini azaltmıyor. Günümüzde artık tamamen bilgisayar efektlerine teslim edilmiş bu tip sahneler düşünüldüğünde, The Burning’deki cinayet sahnelerinin etkileyiciliğinden gram değer kaybetmemiş olduğu görülüyor. Ancak filmde Cropsy’nin yangından deforme olmuş suratını filmin sonuna kadar gösterilmemesini bir eksiklik olarak görüyorum. Çünkü zaten katilin kim olduğu belli, yangında deforme olan vücudu hakkında hastanede yeterince gönderme yapılıyor, tamam belli bir yere kadar Cropsy’nin görüntüsünü merak etme duygusunu üst düzeyde tutmaya çalışmışlar ama bence Cropsy’nin deforme olmuş suratını çok daha önce göstermiş olsalar, cinayet ve kovalamaca sahneleri çok daha etkileyici olabilirdi.
Cropsy’nin hikâyesine bakalım; çalıştığı kampta kalan gençlere şiddet uygulayan alkolik bir adam kamptaki gençler tarafından (istemeden de olsa) yakılarak cezalandırılıyor, mucize eseri ölümden dönüyor ve yanmasına neden olan gençlerden birinin çalıştığı başka bir kamptaki gençleri öldürerek intikamını almaya çalışıyor. Şimdi bu hikâyedeki bazı noktaları değiştirirsek bakalım ortaya ne çıkacak; gençleri öldüren psikopat bir seri katil, sorumluluk(!) sahibi aileler tarafından yakılarak cezalandırılıyor, ölümden dönmese bile mucize(!) eseri rüyalar aracılığıyla istediklerini yapabilme gücüne kavuşuyor ve kendisini linç eden ailelerin çocuklarını öldürerek intikamını almaya çalışıyor. Cropsy’nin hikâyesi size de A Nightmare on Elm Street’in (1984) kâbus karakteri Freddy Krueger’ı hatırlatmıyor mu?
Yazıda adı geçen artık kült statüsüne ulaşmış üç filmin enteresan sayılabilecek bir ortak noktası var. Her üç filmde de günümüzde yıldızlaşmış oyuncuların alt rollerde oynadığı görülüyor. Bilindiği üzere A Nightmare on Elm Street’te Johnny Depp, Friday the 13th’te ise Kevin Bacon var. The Burning’de ise çok küçük bir rolde Holly Hunter’ı ve daha öne çıkan bir rolde Seinfeld’deki Costanza karakteri ile özdeşleşen Jason Alexander’ı ilk sinema deneyimlerinde izlemek oldukça ilginç. Film müziklerinin altında Yes’in keyboardcusu Rick Wakeman’ın imzası bulunuyor.
Seksenlerin o vurdumduymaz havasını çok iyi yansıttığını düşündüğüm The Burning döneme ait defolardan bolca barındırsa bile Savini’nin zamanının ötesinde efektleri sayesinde her daim “en iyi slasher” listelerinde kendine yer bulmayı garantiliyor.
Hastayım bu filme! Bu filmi ‘Friday the 13th”den daha çok seviyorum. Ama ilk filmde işin içinde Jason olsaydı belki onu daha çok sevebilirdim :) ‘The Burning”in sonlarına doğru Savini showunu çok güzel bir şekilde yaparak hakkını veriyor filmin.. Eline sağlık Murat ;)