Yaş daha yirmi altı olunca tür sinemasıyla ilgili çoğu şeyi eski kuşaklardan farklı öğreniyor insan. 1977 yapımı The Car, edindiğim izlenime göre pek çoklarına az çocukluk kabusu yaşatmamış, benimse bu filmle tanışmam tamamen tesadüf eseri, Simpsons’ların bu seneki Treehouse of Horror açılışında yapılan referans sayesinde oldu. Issız çölde küçük kasaba ve ortalığı kan gölüne çeviren bir araba fikri, eli yüzü düzgün bir sinematografi ve yerlerde sürünen eleştirmen yorumları ile birleşince The Car’ı seyretmemek için hiçbir sebebim olmadığına karar verdim. Kötü filmler biz seyredelim diye var sonuçta.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz
Filmin özeti konusundan tek satır fazlasını barındırmıyor. Dediğim gibi çölde bir kasaba ve vahşi bir araba. O kadar. Tabii bu arabanın şeytani bir güç tarafından ele geçirildiğini eklemeden olmaz. Filmin daha ilk dakikalarından “BU ARAÇ ŞEYTAN TARAFINDAN ELE GEÇİRİLMİŞTİR” diye bas bas bağırılınca 21. yüzyıl seyircisi olarak insan sonda bir twist görmek istiyor ama bu beklenti boşa. 70’ler farklı bir zamandı sonuçta.
Tabii bu sözlerim yanlış anlaşılmasın, The Car’ı çok ilginç bulmasam da seyretmekten keyif aldığımı söyleyebilirim. Hatta filmin niye bu kadar batırıldığını, Rotten Tomatoes’da %18 gibi bir oya sahip olduğunu inanın anlamadım. Haydi bunu anlasam da, Altın Ahududu Ödülleri’nin kurucusu John Wilson tarafından “One of the 100 Most Enyoyable Bad Movies Ever Made” diye bir listeye konulması niye? Şüphesiz çok daha kötü yol vahşedi filmleri karşıma çıkmıştır. Bilakis filmin aksiyon sahneleri zamanı için hiç de fena sayılmaz, hatta bazı sahneler (mesela şeytan arabanın filmin kadın yıldızı Kathleen Lloyd’u öldürmek için eve daldığı kısım) istediği etkiyi çok başarılı şekilde veren cinsten. Belki bir beş sene sonrasında ya da kan kullanımı konusunda daha az çekincesi olan bir sinema tarafından çekilseydi bize muhteşem anlar verebilirdi ama sağlık olsun diyorum, kesinlikle “o kadar kötü ki kesinlikle seyredilmeli” filmlerden değil The Car.
Muhtemelen gişe başarısına rağmen kadrosunun potansiyelinden ötürü vasatlığı kabul edilemez bir film olmuş The Car, bu kadar sevilmemesine başka bir açıklama getiremiyorum. Zira şimdilerde bilinmese de Kathyleen Lloyd bir sene evvelinde The Missouri Breaks’te parlamış bir isim, bunun yanında filmin yardımcı oyuncularından Ronny Cox’un da 1972 şaheseri Deliverance’da yer aldığı düşünülünce önemi seyircisinin daha güçlü bir senaryo ve performans talep etmesi doğal. Ancak tür sineması olarak fena bir iş kotarılmamış. Arabanın içinden sepia bir görüntü ile çevreyi katilin gözünden görmemiz bile beni tatmin etti açıkçası. Bugün için çok ucuz bir numara ama The Car vizyon gördüğünde John Carpenter daha Halloween’ı çekmemişti.
Amerika’nın taşrasında geçen bu tarz filmlerin altında istenilirse muazzam sembolizm bulunabilir. Sonuçta 70’lerde yapılan benzer filmlerin tamamı bir “şehir vs. taşra”, “endüstri vs. eski günler” kaygısının eseri idi. The Car üzerine de dilendiğinde yığınla analiz yapmak mümkün. Olayın mihenk taşı Duel yolundan giden filmler, korkutucu kötüyü taşranın bağrından koparırken (külüstür grotesk kamyonumuzu düşünün), çok az film taşranın üzerine çöken ölümün sorumlusunu şehirli yaptı. The Car’da arabanın tasarımından ve sakin taşra kasabasına dışarıdan gelmesinden ötürü çok net bir medeniyetin canavarlaştırılması mesajı alınabilir. Bu sebeple filmin ortalarında araba ile mücadele için şerif yardımcılarının atlarla olaya müdahale etmesi vasat bir aksiyon denemesinden ziyade sembolik değere sahip bir sahneye dönüşüyor. Endüstrileşmenin simgesi bir Lincoln Mark ile savaşacaksanız insanlığın en eski bineği attan daha iyi bir sembol bulabilir misiniz (Tabii kavgayı kazanamazsınız ama gönülleri fethedersiniz)? Konuya yabancılar için bu yaklaşım abartılı gelebilir ama inanın The Car biraz bilinen bir film olsa idi herkes filmi böyle okuyacaktı.
Bu arada şeytan aracımız karizmadan patlayacak gibi. Filmi seyreden kimsenin bu aracı hafızasından silememesine şaşmamalı. Aracın tasarımının arkasında Hollywood’un en ünlü araç tasarımcılarından George Barris var ki kendisi 1960’ların Batman serisinde kullanılan Batmobile’ı yaratan kişi. Lincoln Mark’ların zaten huzursuzluk veren bir ifadesi varken Barris sayesinde bu durum daha da güçlenmiş. Bir de filmde araca resmen kişilik veren bir durum söz konusu. Mezarlıkta insanları sıkıştırdığında kendisine bağırılmasından ötürü sinirlerip daireler çizdiği kısımda epey eğlendim. İleride en karakter sahibi makineler gibi bir liste yapacak olursam The Car yüksek bir sıradan kendine yer edinecek.
The Car, özel olarak 70’lerdeki benzer korku filmlerinden hoşlananlara hitap ediyor. Özel bir ilginiz yoksa zevk alacağınızı söyleyemem; bu işi Duel zaten çok iyi bir şekilde yapmıştı zamanında. Ama Duel’e özenen ve çok da kötü olmayan bir film seyretmek istiyorsanız, biraz da “ne varsa eskilerde var” duygusunda iseniz The Car memnun edecektir.
Not: Filmin sonlarındaki alevden dil çıkarma sahnesinde kahkaha garanti.