Neil Jordan’dan Masalsı bir Uyarlama
Ergenliğe yeni adım atan genç bir kızın rüyasında gördüğü sürreal fantastik-korku hikayeleri. Filmdeki ana karakterimiz kurt adamlarla ilgili kafasında hikayeler yaratan bir kız. Her hikaye çok iyi işlenmiş metaforlarla dolu. Filmde kurtlar her ne kadar ergenliği, seksi, maskülenliği ve seksüel farkındalığı tanımlasa da filmde çıplaklık ve herhangi bir seks unsuru bulunmamakta.
Film bildiğimiz Kurt Adam filmlerinden oldukça farklı. Perrault’un Kırmızı Başlıklı Kız masalının Freud yanlısı unsurlarla harmanlandığı bir görsel şov. Filmin yönetmen koltuğunda Neil Jordan var. Senaryo ise filme feminist bir bakış açısıyla yaklaşan ve bunu oldukça net bir şekilde belli eden Angela Carter’ın The Bloody Chamber adlı kısa öykülerinden oluşan kitapta geçen kısa bir öyküden. Filmi izlemeye başladığınız andan itibaren sihirli bir dünyaya adım atıyorsunuz. The Company of Wolves çocukluğun bitişi ve ergenliğe geçiş dönemini sorguluyor. Seksüel çağrışımlar, masumiyetin yitirilişi, vs. Bütün bunları yaparken de biraz önce belirttiğim feminist bakış açısı kendini belli ediyor. Ayrıca film bugüne kadar izlediğim belki de en iyi kurt adama dönüşme sahnelerini barındırıyor.
Angela Lansbury’nin canlandırdığı büyükanne karakteri mitolojik bir kadın bilge olarak tasvir edilmiş. Gençlikte yapılan hataları anlatarak çeşitli mesajlar veriyor.
Ayrıca yukarıda belirttiğim gibi kurtlar her ne kadar seksüel sembolleri ifade etse de bir yandan da seri katilleri, cinsel saldırganları sembolize de etmektedir. Film Ted Bundy’nin işlediği cinayetlere göndermeler de yapıyor. (Kurbanların cesetlerinin ormanda bulunması ve kurbanların bazılarının ergenliğe yeni adım atmış olması). Bir insanın nasıl böyle cinayetler işleyebileceğine inanamayan bizlere Neil Jordan filmde belki de kurtları kullanarak aslında hepimizin içinde hayvani bir yanın olduğunu yüzümüze çarpıyor.
Son olarak ta dikkatimi çeken nokta İngilizlerin kurt adam ve bu atmosferi yaratmadaki başarısı The Curse of the Werewolf (1961) bunun en iyi örneklerinden. Bir Amerikan klasiği olmasına rağmen An American Werewolf in London’ın da İngilterede geçtiğini hatırlatmakta fayda var.
Film her ne kadar cinselliğin uyandığı, fallik sembollerle dolu masalsı ama ürkütücü bir ormanda geçen, hatta genç kızları bu yönde uyaran bir film gibi görünse de, Jordan filmin ne olması gerektiğiyle ilgili değil toplumun genç kızları neyle korkuttuğu, nasıl yönlendirdiği ile ilgili olduğunu söylemiş. Popüler bir örnek olan Twilight, sahip olduğu ahlakçı alt yapısı ile bu filmle zıt konumda.
Görselliği çok güzel ve kendisi de çok özel bir film.
özlettin quattromosche.
Sorma ya Tolga. Sağlık nedenlerinden epey uzak kaldım ve de özlemişim okumayı da yazmayı da…
genellikle çocukken izleyip beğendiniz filmleri yıllar sonra tekrar izlediğinizde hayal kırıkllığına uğrarsınız (özellikle korku filmlerinde) Bu filmiyse yanlış hatırlamıyorsam star televizyonu interstarken izlemiş; hem beğenmiş hem de baya ürkmüştüm. Bulup tekrar izlemek yeni nasip oldu ve şaşırarak gördüm ki film etkisinden hiçbir şey kaybetmemiş. Filmin görselliği çok başarılı, hafızanıza kazınacak birçok imaj barındırıyor. Özellikle izlerken farkettim ki düğün sahnesini oldukça net aklımda kalmış. Bu arada filmi beğenenlere 1970 tarihli Çekoslavak filmi Valerie and her week of wondersı tavsiye ederim. Anlatım ve tema olarak 2 film arasında büyük yakınlık var.