the-cottage_102008 İngiliz yapımı korku-komedi filmi The Cottage, birçok kişinin radarına girememiş olsa da özellikle türün takipçilerinin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Film kısaca, David ve Peter adındaki iki kardeşin David’in patronu olan bir çete liderinin üvey kızını kaçırarak bir dağ evine getirmeleri sonucu başlarından geçen olayları konu alıyor. Sayıları ve çeşitleri giderek artan karakterlerle film öncelikle ve çoğunlukla güldürmeye odaklanırken, korku daha geri planda kalıyor.

Öteki Sinema için yazan: Gülnur Karakaş Tandoğan

Filmin yönetmeni Paul Andrew Williams, aynı zamanda London to Brighton’ın da yönetmeni. Zaten yönetmenin filmografisine bakıldığında, tek bir türün hakim olmadığı göze çarpıyor. Williams korkudan komediye, dramdan müzikale birçok türde filmler çekerek, çok yönlü bir sinemacı olduğunun altını çiziyor. Ancak, korku severlerin özellikle türe hakim olmayan ya da korkuyu filmlerinde sadece bir araç olarak kullanan yönetmenlerin sinemasına karşı geliştirdikleri mesafe dikkate alındığında, The Cottage bazı önyargılarla mücadele etmek durumunda da kalıyor. Özellikle izleyicilerin bir kısmının filme getirdikleri yorumların bazılarında, filmin korku adına beklentilerin altında kaldığının vurgulandığı dikkati çekiyor.

Cottage003

Yönetmenin her filminde farklı bir türü denemesinin, özellikle The Cottage’ de de yani tek bir filmde de birden fazla türe başvurmasının öncülü olduğu rahatlıkla düşünülebilir. Filmin ilk yarısı, günümüz İngiliz kara komedilerinde de sıklıkla ele alınan mafyaya bulaşan sakar karakterler döngüsü içinde seyirciyi güldürmeyi hedefliyor. İkinci yarısında ise, birden Amerikan ergenlerini kovalayan seri katil filmlerini anımsatacak düzeyde slasher bir çizgiye kayıyor. Ve ikinci yarıyla birlikte, birçok klişe de devreye giriyor. Cottage005Filme en ufak katkısı olmayan tekinsiz kasaba halkı bunlardan biri örneğin. Ayrıca, Uzakdoğulu mafya elemanları gibi gereksiz bazı karakterlerin varlığıyla senaryonun biraz fazla çekiştirildiği görüşü dile getirilebilir. Bunun yanında ironiyi ise oldukça akıllıca biçimde filmine yediriyor Williams. Örneğin, komedinin baskın olduğu sahnelerde John Carpentervari gerilimli müzikler, görüntüyle tezat oluşturacak biçimde kullanılıyor. Aynı şekilde, katil kurbanı kovalarken fonda ölüyü bile diriltecek tonda neşeli müzikler yer alıyor. Bu türden yaratıcı bir hamleyle birlikte filmin kültleşmesinin de önü açılmış oluyor.

Oyunculara gelirsek, ilk bahsedilmesi gereken isim elbette David rolündeki Andy Serkis. Şu aralar Hobbit’in ikinci yönetmeni olarak gündemde yer alan bu ismin hayatımıza, daha çok Lord of the Rings’le giriş yaptığını söyleyebiliriz. Oyuncunun filmografisinde bugüne kadar baskın olan roller; Gollum, King Kong ve hatta Rise of the Planet of the Apes’de maymun Caesar’dı. Serkis tüm bu rollerin etkisiyle, daha çok bilgisayar efektlerinin yardımıyla sinema dünyasında kendine yer edinmiş bir oyuncu itibarı görmekteyken The Cottage’de karşımıza ete, kemiğe bürünen normal bir insan olarak çıktı. Filmin en önemli sürprizlerinden biri de buydu aslına bakılırsa. Çünkü Serkis, filmde en başarılı performanslardan birine imza atarak, seyircide “kendini” daha fazla seyretme isteğinin uyanmasına neden oldu.

Cottage004

Öne çıkan bir diğer oyuncu ise kaçırılan kız Tracey rolündeki Jennifer Ellison. IMDB’ye göre yönetmen, Tracey karakterini kafasında 40 yaşlarında biri olarak kurgulamışken filme bütçe sağlayabilmek, daha doğrusu yapımcıları ikna edebilmek için sonradan gençleştirme kararı almış. Elbette tercihin bu yönde şekillenmesinde gişe kaygısı büyük ölçüde ağır basıyor. Cottage001Bu türden bir yargıya ulaşmak için yönetmenin sadece karakteri gençleştirme hamlesini gözetmek dışında, bu rol için daha çok İngiliz tabloid gazetelerinde kariyer yapan Ellison’un tercih edilmesine ve birçok sahnede oyuncunun vücudunun (ağırlıklı olarak göğüslerinin) öne çıkarılmasına bakmak kafi gelecektir. Yine de Jennifer Ellison’ın rolünde başarısız olduğunu söylemek acımasızca olur. Aksine oyuncu, özellikle filmin komedi tarafına önemli katkılar getirecek düzeyde bir performans sergiliyor. Böylece seyircinin The Cottage’i, öncelikli olarak gişeye oynayan bir film şeklinde değerlendirmesini engellemiş oluyor.

Sonuç olarak The Cottage, fragmanında çalan Old McDonald Had a Farm’dan itibaren seyirciyi daha çok güldürmeyi hedeflediğinin sinyalini açıkça veriyor. Hatta kurbanların birer birer öldükleri sahnelerde bile korku faktörünün öne çıkmasına kesinlikle izin vermiyor. Filmin türü kısmında “korku”nun yer almasının, filmde önemli bir misafir oyuncu muamelesi gördüğü, aslında bu türün klişelerini kullanarak filmin komedi tarafını zenginleştirmek adına yapılmış bilinçli bir hamle olduğu söylenebilir. Bunu da başarıyla yerine getirerek, aynı kodları kullanan Shaun of the Dead kadar yaratıcı olmasa da kendi seyircisini yaratmayı başarıyor. Bir de, kapanış jeneriğinin bitmesini beklerseniz sizi küçük bir sürpriz beklediğini söylemek boynumuzun borcu.

The Cottage Fragman

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. Yazar konuyu çok güzel ele almış ve aktarmış. Kendisini kutlar, yazdığı etkili yazı için teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Martyrs (2008)

Korku tutkunları bir anda gözlerini Fransız sinemasına çevirdi. İşte Martyrs
blank

Idiocracy (2006)

İnsanoğlu korkutucu bir hızla aptallaşıyordu. En büyük akıllar ve kaynaklar,