Louie Psihoyos’un yönettiği The Cove, Uluslararası Balina Komisyonu (IWC) tarafından yasaklanmış olmasına karşın yunus ve balina avcılığına izin veren hatta bunu teşvik eden ancak inkâr eden Japon hükümetinin sebep olduğu katliamı gözler önüne seren bir belgesel. Yönetmen, katliamın odak noktası olan Taiji kasabasında bir balina müzesi bulunduğunu, neler olup bittiğini bilmeyenler için yunusları ve balinaları seven bir yer olarak görülebileceğini, ancak yaşananların “alacakaranlık kuşağı” kadar korkunç olduğunu söyler.

Ülkemizde de gösterilen Flipper (1964) isimli dizide rol alan Richard O’Barry, Flipper rolünü oynayan Cathy isimli yunusun ölümüne tanık olmasının ardından esaret altındaki yunusları kurtarmaya kendini adamaya karar vermiştir. “İsteseydim, Karayip Adaları’nda kendime ait bir havuz işletip bu adamlar gibi senede 2-3 milyon dolar kazabilirdim” diyen O’Barry, bu anı şöyle anlatır.

“Cathy, büyük stres altındaydı. Bunu hissedebiliyordum. Görebiliyordum. Ve kollarımda intihar ederek öldü. Yunuslar ve diğer balina türleri, bizler gibi istem dışı nefes alan canlılar değiller. Aldıkları her nefes, bilinçli bir hareketin sonucudur. Ve eğer hayat katlanılmaz hâle gelmişse, bir sonraki nefesi almayarak buna bir son verebilirler. Bu yüzden intihar kelimesini kullanabiliyorum. O da böyle yaptı. Kollarıma doğru yüzdü, gözlerimin içine baktı, derin bir nefes aldı ve başka almadı. Havuzun dibine doğru battı ve öylece kaldı.” (filmden)

blank

O an esaret altındaki yunusları serbest bırakmaya karar verdiğini söyleyen O’Barry, “Bu sektörü oluşturmak için 10 yılımı vermiştim ama son 35 yılımı bu sektörü bitirmek için harcadım. Bu işe başladığımda, sadece üç yunus akvaryumu vardı. Bugün milyar dolarlık bir sektöre dönüşmüş durumda. Bu sektör yüzünden, dünyadaki en büyük yunus katliamına sebep olduk” itirafında bulunur.

“Bu, milyar dolarlık sektörün oluşmasını sağlayan Flipper dizisiydi. Diziyi izleyen herkes, yunuslarla yüzmeyi, öpmeyi, sarılmayı, ölesiye sevmeyi istediler. Bu yüzden yunuslar esaret altına alınmaya başlandı.” (filmden)

Filmin çıkış noktası, O’Barry’nin, yunus parkları için seçilmeyen yunusların götürüldüğü ve vahşice öldürüldüğü ancak kimselerin olan biteni göremediği gizli bir koydan söz etmesidir. Bu yerin, Taiji kasabasında bulunduğunu söyleyen ve her yıl Eylül’de başlayıp Mart’a kadar devam eden yunus avı süresince yaklaşık 23 bin yunus ve domuz balığı öldürüldüğünü öğrenen yönetmen, bu kasabaya giderek katliamı filme çekmeye karar verir. “Orada neler döndüğünü kanıtlamamız gerekiyor.”

Kanlı Yunuslar

“Belediye başkanı bana şehrin anahtarını bile vermişti. Eskiden sevilen birisiydim. Bugün, ellerinde olsa beni öldürmek için tereddüt bile etmezler” diyen O’Barry, yönetmen ve film ekibi, gizli hareket etmek zorunda olduklarını çünkü Taiji’ye gelen her yabancının polis tarafından sürekli izlendiğini ifade ederler. Seaspiracy (2021) filminde de, Taiji kasabasında çekimler yapılmış, geçen zaman içerisinde hiçbir şeyin değişmediği, sıkı polis takibinin sürdüğü hatta bütün tepkilere karşın yunus katliamının devam ettiği gözler önüne serilmiştir.

Flipper dizisinde rol alan yunusları kendisinin yakaladığını söyleyen O’Barry, “Yunusları esaret altında tutmanın doğalarına aykırı olduğunu bildiğim hâlde hiç bir şey yapmadım” diyerek pişmanlığını dile getirir. “Eğer doğru yerde tutuluyorsa, bir yunus senede milyonlarca dolar kazandırabilir. Bu sektörde çok para dönüyor. Eğer yollarına çıkarsanız sonuçları çok tehlikeli olabilir” diyen O’Barry, bazı arkadaşlarının öldürüldüğünü iddia eder.

“Yunusların yüzündeki gülümseme, doğadaki en aldatıcı yanılgıdır. Bizlere, yunusların hep mutlu olduğu hissini verir. Oysa yunus akvaryumlarında şişeler dolusu ilâçlar bulunur. Bu ilaçlar, yunuslar ülser oldukları için kullanılır çünkü stres onların ülser olmasına sebep olur.” (filmden)

Yunusların sesle iletişim kurduklarını, yıllar önce havuza alınan ilk yunusların fazla yaşamadığını, havuzun filtreleme sisteminin aşırı sesli çalıştığı için yunusları strese soktuğunu ve ölümlerine sebep olduğunu anlatan film şöyle devam eder.

“Ses, onların en önemli duyuları ve Taiji’de yunusları ölüme götüren de bu. Yunusların binlerce yıldır izlediği, değişmeyen göç rotaları vardır. Balıkçılar da bu zamanı bekliyorlar. Teknelerin her biri, suyun altına sesi çoğaltan bir alet atıp, çekiçlerle vurarak gürültü yapıyorlar. Böylece yunusları dehşete düşüren dev bir ses duvarı örüyorlar. Yüzlerce yunusu, bu şekilde koya doğru sürüyorlar.” (filmden)

blank

Koya giren yunusların çıkmaması için etraflarının ağ ile çevrildiğini ve dünyanın her yanından “yunus eğitmenlerinin” havuzlar için genç ve dişi yunusları seçmek için sıraya girdiklerini ekranlara getiren film, bir yunusun yaklaşık 150 bin dolara satıldığını ve Taiji’nin dünya çapında canlı yunus tedarikçisi olduğunu iddia eder.

“Taiji’de olan bitenleri insanlara anlatmak” film ekibinin harekete geçmesini sağlayan asıl unsurdur. Ekibin koyda keşfe çıkmaları, polisleri atlatmak için plan yapmaları, koyda çekim yapamayacaklarını fark etmeleri üzerine sahile gizli kamera yerleştirmeye karar vermeleri, ihtiyaç duydukları malzemeleri ülkeye sokmaları ve kameraların yerleştirildiği anları bir casus filmi gibi işleyen belgesel seyirciyi heyecanlandırır. Yönetmenin, “ekibi toplamaya çalıştığımda nerdeyse Ocean’s Eleven ekibi gibiydi” sözleri de, bu durumu vurgulamak içindir.

“Amacımız yalnızca katliamı filme çekmek değildi. İnsanları harekete geçirecek bir şey yapmak istiyorduk.” (filmden)

Seaspiracy filminde de, Japonya’nın yunus ve balina avını sürdürdüğünü öğrenince büyük hayal kırıklığı yaşadığını ifade eden yönetmen Ali Tabrizi, çekim yapmak için katliamın kıyıdan izlenebileceği Taiji’ye gider ve zorlu koşullara rağmen kısıtlı da olsa çekim yapmayı başarır.

“Japonya, insanların bunu öğrenmemesi için her şeyi yapıyor. Ne yaptığınızı bilmeden oraya giderseniz, tutuklanıp uzun süre hapis yatabilirsiniz çünkü yunuslara açtıkları savaşa karşı çıkan herkesi ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Taiji’ye geldiğiniz anda polis peşinize düşüyor, otelinize geliyor ve her yerde takip ediyor. Yakuza, sağcılar, devlet, balıkçılar kısaca herkes size karşı oluyor.” (Seaspiracy)

blank

Seaspiracy filminde, Taiji’deki teknelerin denize açıldığını, suyun içinde borulara vurarak büyük bir yunus sürüsünü korkutup karaya yaklaştırdıklarını ve koya doğru sürdüklerini izleriz. Canlı yakalanan yavru yunusların ve balinaların, dünyanın dört bir yanındaki “su parklarına” satıldığını, diğerlerinin ise öldürüldüğünü söyleyen Tabrizi, “Taiji’deki yunus avının, su parkları tarafından desteklendiğini ve finanse edildiğini” çünkü “yavru yunusları ve balinaları satmanın çok karlı” olduğunu iddia eder.

Hayvanların Haklarının Korunması ile Hayvanlara Eziyet ve Kötü Muamelelerin Önlenmesi için Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla 2019 yılında kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’nda, yunus parkları işletmecilerinin görüşlerine de başvurulmuştur. Bu komisyonda konuşan bir sektör temsilcisi, The Cove filminin ardından Japonya’nın canlı yunus ihracatını durdurduğunu, bunun kendileri için yüksek maliyetlere sebep olduğunu, yunus avcılığı ve yunus parkları hakkında anlatılan şeylerin, bir ön yargı oluşturmak için “kasıtlı” olarak söylendiğini ifade etmiş ve şöyle demiştir.

“İşletmeler arasında en son işletmeyi açan kişi benim ancak tesisimin inşaatını bitirdikten sonra yaklaşık üç yıl boyunca yunus aradım. Yunus bulmanın bu kadar zor olduğunu bilmiyordum, bilsem bu işe zaten girmez, o kadar sermayemi ortaya koyup bu riske girmezdim. O dönemde Japonya’dan yunus ithal etmek mümkündü ama şu anda ihracatı durdurdular. Bu konuyla ilgili bir film yapıldı, bu filmden sonra siyasi bazı tepkiler oldu.” (Meclis Araştırma Komisyonu, 2019)

Yapılan katliamı ve yunusları değil de bunun gözler önüne serilmesini eleştiren ve kazanacağı parayı düşünen bu işletmeci, “yunus avcılığı ve yunus parkları hakkında anlatılan şeyler bir ön yargı oluşturmak için kasıtlı olarak söyleniyor” dese de, Taiji’de her gün aynı şeylerin yaşandığı, teknelerin yunusları koya sürdüğü, genç ve dişi yunusların su parklarına götürülmek üzere seçildiği, geriye kalanların ise yakalanıp topluca katledildiğini ekranlara getiren her iki film de şu mesajı veriyor.

“Taiji’deki yunus katliamı her yıl tekrarlanıyor. Biz son vermediğimiz sürece.” (filmden)

Çevre Koruma Örgütleri

“Japonya’da birçok organizasyon var ve her biri, milyonlarca dolar bağış toplayabiliyor. Burada dünyanın en büyük yunus katliamı yaşanıyor. Onlar nerede peki?” (filmden)

Çevre koruma örgütlerinin üzerlerine düşeni yapmadığını iddia eden film, tek maksadı deniz memelilerini korumak olan IWC’nin, yunus ve domuz balıkları gibi küçük boyutlu memelileri koruma kapsamına almamasını eleştirir. “Yunus, bir balina türüdür. Boyutları bunu değiştirmez.” Japon yetkililer de, Taiji kasabasındaki “yunus katliamı” hakkında savunma yaparken, bu konunun küçük memeliler hakkında olduğunu ve bu memelilerin IWC yetkisinde olmadığını iddia etmektedirler. Belgesel, IWC’nin, ticari balina avcılığını 1986 yılında yasaklamış ancak “devletlerin bilimsel araştırmalarda kullanmaları için” balina avlayabileceğine izin verdiğinden dolayı bu açıktan faydalanan Japonya’nın, yunus ve domuz balığı avcılığını üç katına çıkardığını ve büyük balinaları da “araştırma programı” adı altında öldürmeye devam ettiğini iddia eder. “Şu anda Japonya, Mavi balinaları, Fin Balinalarını, Sei Balinalarını ve Kambur Balinaları araştırma programı adı altında avlıyor.”

Hayvancılıktan modaya, balıkçılıktan eğlenceye, fast-food beslenmeden şirketlerin tohum tekeline kadar doğaya, hayvanlara ve insanlara zarar veren endüstrilerin zararlarını ele alan belgesellerde, birkaç istisna dışında, hiçbir çevre koruma örgütünün üzerine düşeni yapmadığı hatta bu şirketlerle “işbirliği” içinde olduğunun iddia edilmesinin çok acı olduğunu söylemeliyim. Hükümetlerin de, bu sömürüyü bilmelerine karşın insanları, hayvanları ve doğayı korumaktan kaçınmasının tek sorumlusu kapitalizmdir. Kapitalizmin özü sömürüdür ve sömürü olmadan kapitalizm ayakta duramaz. Eğer şirketler çok para kazanıyorsa, bu doğa, hayvan ve insan sömürüldüğü için mümkün olmaktadır.

“Bana göre ya eylemcisinizdir ya da değil. Ben, eylemci olmayı tercih ettim. Bütün bu olanlara son vermeyi.” (filmden)

blank

Çevreci hareket genel olarak sığ ve derin ekoloji olarak ikiye ayrılır. Sığ ekoloji, her sorunu ayrı ayrı değerlendiren, kapitalizme karşı çıkmayan, çözümü sistem içinde arayan ve çevreci hareket içinde çoğunluğu oluşturan kesimdir. Sığ ekoloji, kapitalizmi sorgulamaktan kaçınarak apolitik bir tutum takınır ve sistemin meşru gördüğü araçlara başvurarak çevreyi korumanın mümkün olduğunu, küçük düzeltmelerle ekolojik zorlukların üstesinden gelinebileceğini iddia eder. Kapitalizmi ve tüketim kültürünü ekolojik krizin temel nedeni olarak gören derin ekoloji ise çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için yapılması gerekenin kapitalizmle mücadele etmek olduğunu savunur.

“Dünyamızdaki temel bölünme, kendi menfaatleri ve kar hırsları uğruna toplumların ve gezegenin kaynakları üzerinde tekel kurmayı amaçlayanlar ile bu kaynakları bir avuç azınlığın değil herkesin iyiliği için kullanmak isteyenler arasındadır.” (Peter Phillips, Dev Şirketler)

“Sorunlarla gerçekten mücadele etmek yerine isimlerine uygun bir biçimde olan biteni sadece izledikleri” söylenen çevreci örgütlerin, sığ ekolojik anlayışı benimsedikleri hatta şirketlerin kendilerini “çevre dostu” göstermek için “yeşil aklama” yöntemlerinden birine dönüştükleri görülmektedir. Sığ ekoloji, bu açıdan bakıldığında kapitalizmin kendini korumak için icat ettiği “emniyet supabı” işlevini yerine getirir. Kapitalizmin yeni koşullara uyum sağlamakta hayli esnek olduğu her zaman unutulmaktadır çünkü şirketler için doğanın korunması, hayvan hakları veya insanların beslenmesi değil para kazanmak önemlidir. Jonathan Safran Foer, Hayvan Yemek isimli kitabında, “Endüstriyel hayvancılık beslenmeyle değil parayla ilgilidir” derken bu gerçeği vurgular. Sorunun kaynağının kapitalizm ve insanlar arasındaki tek ilişki biçiminin paraya indirgenmesi olduğunu söylemediğimiz sürece bugün bir şirket kapanır ancak yarın bir başkası açılır. Dayanışma, sevgi, eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde ilerlemeyen her şey sömürüye hizmet eder.

“Gelişigüzel hayırseverlik katkıları neticeyi değiştirmeyecektir. Güneş panelleri ve elektrikli arabalar, Dünya’nın cenaze merasiminin süslemeleridir.” (Nicholas P. Money, Bencil Maymun)

Sonuç

“Japonların balina ve yunus avcılığı konusunda ısrar etmesinin nedeninin, “Batı’nın kendilerine neyi, nasıl yapmaları gerektiğini söylemelerinden bıkmalarından” kaynaklandığını iddia eden film, bu katliama “milliyetçilik gururunun” yol açtığını savunur. Belgesel, Japon hükümetinin yalanladığı bir “katliamın” varlığını kanıtlayarak değerli bir iş yapmış olsa da, arz-talep dengesinin arz yönüne odaklanmayı tercih etmiştir. Milyarlarca dolarlık bir endüstrinin yalnızca tedarik kısmını eleştirmiş ancak bu yunusları talep eden yunus parklarının yoğun olarak bulunduğu Batı ülkelerine değinmemiştir.

“Sea Shepherd yakın zamanda Fransa’nın Atlas kıyılarında her yıl binlerce yunusun hedeflenmeyen av olarak öldürüldüğünü keşfetti. Bu, Taiji’de öldürülen yunusların on katı ama kimsenin haberi yok. En az 30 yıldır durum böyle çünkü Fransa bu sorunu çok başarılı şekilde gizliyor.” (Seaspiracy)

The Cove, “en iyi belgesel” Oscar’ını almış olmasına karşın Food Inc. (2009) filminin hakkının yendiği düşüncesindeyim. Aynı yıl, aday filmler arasındaki en kötüsü olan The Hurt Locker’ın da, “en iyi” olarak ödüllendirilmesi “Akademi”nin Amerikan propagandasını “gizlice” yapmaktan vazgeçtiği yıl olarak görülebilir. Belgesel ekibinin Fransa’daki yunus katliamını bilmemesi mümkün olamayacağına göre sürekli Japonya’ya odaklanması ancak Fransa’yı görmezden gelmesi, yanlı hareket ettiklerinin başka bir kanıtıdır.

Öteki Sinema için yazan: Salim Olcay

blank

blank

Salim Olcay

1979 yılında İzmir'de doğdu. Yeşilçam etkisiyle başladığı sinema yolculuğunda bir ara Hollywood etkisine girmişse de, çabuk kurtuldu. Sanat toplum içindir diye düşünür ve yeni nesil Türk yönetmenlerini gönülden destekler.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

80’ler Korku Sineması: In Search of Darkness (2019)

In Search of Darkness, 80’lerin her yılı için seçilen korku
blank

Doğaya Özlem: Ashes and Snow (2005)

Ashes And Snow, görselliği ile adeta hipnotize ederken insanın doğayı