*** Dikkat! Okuyacağınız bu değerlendirme,
bu ve bir önceki Batman filmine dair sürprizbozanlar (spoiler) içermektedir. ***
Christopher Nolan’ın Kara Şövalye üçlemesinin son filmi The Dark Knight Rises nihayet karşımızda… Nolan’ın Batman’i olduğunun özellikle altını çizmek istiyorum çünkü üç filmdir izlediğimiz Batman, Gotham City (Gothic America’nın kısaltılmasıyla isimlendirilmiş) ve bu şehrin manyakları, ne çizgi romanda ne de daha önceki uyarlamalarda alışık olduğumuz gibi değil…
Chistopher Nolan çizgi roman uyarlamaları arasında hatırlı bir yeri olan Batman macerasına radikal dokunuşlar yaparak seriyi yeni bir gerçeklik düzeyine çekti. İlk filmden itibaren, bilinçli bir şekilde fantastikten uzaklaşıp polisiyeye doğru kaydı. Batman’i 80’li yılarda çizgi romandan takip edenler ya da Tim Burton’un gotik uyarlamalarından tanıyanlar için bu bir ihanet gibi görünebilir ama Nolan aslında zaman içinde giderek başkalaşmış bir miti asıl kökenine taşıdı denebilir. İlk yayınlandığı 1939’dan 50’lerin başına kadar Batman hikayeleri maskeli bir kahramanın işin içinde olduğu dedektiflik öyküleriydi. Tıpkı üç filmdir izlediğimiz gibi… Batman Başlıyor (Batman Begins) ve The Dark Knight’i izlemiş seyircinin yine aynı notalara basan bir filmle karşılaşacağını müjdelemiş olalım.
Yönetmen, şehrin kimyasal atık toplayıcısı gibi görev yaparak süper manyakları defeden Batman’i derin bir uykuya daldırmış. Harvey Dent’in ölümünden sonra kendisine ihtiyaç kalmadığı bahanesiyle inzivaya çekilen Bruce Wayne’in asıl sebebi, Rachel Dawes’in kaybını kaldıramamış olması… Wayne’in yeniden yarasa maskesine bürünmesine ise, şehrin başına gelmiş en büyük bela olan Bane adlı suç makinesi yol açıyor. Bane müzakere etmiyor, yavaşlamıyor, merhamet göstermiyor. Görünürdeki amacı, sömürülmekten ve kandırılmaktan iyice bunalmış halkı otoriteye karşı kışkırtmak, bütün kurumları ortadan kaldırmak ve anarşi ortamında yeni bir devrimin ateşini yakmak… Görünmeyen planı ise bambaşka…
Ne yaparsanız yapın, maskesinde kulaklar olan, yarasa kostümü giymiş pelerinli bir adamın maceralarını ciddiye aldırmak güç. Christopher Nolan’ın nefis kurgusuna rağmen hikaye kocaman mantık delikleri içeriyor. Aylar boyunca tünellerde kapalı kalmış polislerin sanki sabah evden çıkmış gibi lacivert ve sinekkaydı olmaları, atıldığı inden kurtulan Bruce Wayne’in saatler içinde izole edilmiş Gotham şehrine ulaşması gibi anlamsız anların “yönetmenin kurgusu” içeren bir DVD ile telafi edileceğini umuyorum.
Biri dışında oyunculuklar sıkıntısız… Marion Cotillard’ın “benim burada ne işim var”? dercesine yerlerde sürünen oyunculuğu, hele ki final performansı, 80’lerin, 90’ların Albert Pyun filmlerindeki pespaye oyunculukları bile aratacak kadar kötü. Bana göre son “Dark Knight” filmi olarak mührü basanKara Şövalye Yükseliyor (The Dark Knight Rises)’ da hiç olmadığı kadar duygusal bir Alfred izliyoruz ama yılların Michael Caine’i , göründüğü her sahneyi ziyafete dönüştürecek kadar lezzetli oynuyor. Filmin asıl güçlendiricisi ise, oyunculuklardan ziyade Hans Zimmer’in artık bir mühre dönüşmüş müzik çalışması… Star Wars’dan beri yapılmış en iyi müzik eşliği bu filmde… Sahnelerin ruh halini o kadar iyi karşılıyor ki Zimmer, sadece soundtrack’i dinleyerek bile filmi bir kez daha izlemiş gibi hissetmeniz olası…
Önceki filmde alenen ortalıkta gezinen faşist fikirler bu defa üzeri adeta çikolatayla kaplanarak gizlenmiş. Geçen sefer küstahça Amerikan muhafazakârlığının sözcülüğünü yapan bir film izlemiştik. Batman sırf anarşi ve kaosu durdurabilmek adına herkesin özel hayatına girebilecek teknolojiler geliştiriyor ve izleyiciden de açık bir onay bekliyordu. Filmde, Fox gibi, böyle bir şeyin hiç etik olmadığını söyleyen bir karakter vardı ve makine kullanıldıktan sonra yok ediliyordu ama bu saçma özür dilemeyi kabul etmek ancak aptal bir Amerikalının yapacağı bir şey… Ayrıca Batman’in dünyanın bir ucuna gidip şaibeli bir vatandaşı paket yaparak uçağa atıp getirmesi de yine sadece Amerikalılara yakışacak bir terbiyesizlik örneğiydi. Film bu anlamda gerçek bir Neo-Con propaganda aracına dönüşüyor ve bir sahnede açık seçik Roma Sezarlarının yönetim biçimine hayranlık duyan sözler sarfediyordu. Kara Şövalye Yükseliyor aynı hatalara düşmemiş gibi görünüyor. Anarşiye giderek sempati besleyen günümüz seyircisini Bane ile özdeşleştirip, onun, otoritenin çökmesinden ve gücün halkın eline geçmesinden mutlu olmasını sağlıyor ancak sonra Selina’nın penceresini açıyor ve sistemin çökmesinin sadece zarar göreceğimiz anlamına geleceği gerçeğini kafamıza dank ettiriyor. Üstelik bizi koruyacak olan yine üniformalı polisler olacaktır. Bakmayın şimdilerde gay karaktelere düğün yaptıklarına, çizgi romanlar her zaman ırkçı, faşist ve muhafazakârdır. Tüm eğlencesine rağmen bu film de öyle…
Tom Hardy’nin Bane performansını Heath Ledger’in Joker’iyle kıyaslamak için sıraya giren çok olacaktır, ancak Bane, ağzı ve burnu tamamen kapatan bir maskenin içinde aşırı maskülen bir beden diliyle can verilmesi gereken bir karakteri canlandırmakta çok başarılı… Senaryonun finaldeki sıkıntıları yüzünden bu performansın yarısı boşa gitmiş olsa da…
Yiğidi hem öldürüp hem de hakkını yememek niyetiyle başına oturduğum yazıda Bane ve Batman arasındaki teke tek kapışma sahnelerini anmadan geçemeyeceğim. Nolan bu konuda gerçekten beceriksiz. Ra’s Al Ghul’un öğrencisi, gölgeler birliği lejyoneri olan, yakın dövüş konusunda uzman iki adamın birbirlerini sıradan bir bar kavgasındakinden farksız şekilde dövmeleri ve böyle indirmeye çalışmaları, Batman’in bu esnada hep yaptığı gibi tekno oyuncaklarını kullanmaması, bu sekansların seyir gücünü epey aşağıya çekiyor.
Gelelim Hollywood’un belası PG13 mevzusuna… Yetişkinler için çekildiği belli bir filmde bile gişe kaygıları gütmek, şiddeti sınırlamak bazı anlarda filmi öylesine yavaşlatıyor, naifleştiriyor ki, harcanan multi milyon dolarların heba olmasına yol açıyor. Bu filmde de kan, parçalanan uzuvlar, ölürken gözleri yuvalarından çıkan insanlar yok. Belki de bu yüzden asla “tamamen olmuş” bir Batman filmi çekilemeyecek! “İyi de bu kadarıyla bile manyağın teki sinema salonunu tarayıp bir sürü insanı öldürebiliyor” diyebilirsiniz ancak manyaklar, tıpkı süper kahraman filmlerinde olduğu gibi, yaratacakları terör için sadece bahane ararlar.
Kara Şövalye Yükseliyor, kıyaslandığı vakit tüm çizgi roman uyarlamalarından fersah fersah ötede bir yapım. Kendini ciddiye alıyor ve aldırıyor. En yakın rakibi, Nolan’ın bir önceki Batman filmi olabilir ancak… Ama bir dolu araz içerdiği gerçeğini de kabullenmek gerek. Yine de yılın en iyi seyirliği bu… “Dark Knight” maceraları bu filmle sonlanmış gibi görünüyor. Oldukça tatmin edici bir final… Elbette bu son “yarasa adam” filmi olmayacaktır. Kimbilir, belki de bu defa “Caped Crusader” olarak bambaşka bir Batman izleyeceğiz.
Murat Tolga Şen / twitter.com/murattolga
Çizgi romanların “her zaman ırkçı, faşist ve muhafazakar” olduğu kötü bir genellemeden öte bir şey değil. Belki bu tanım DC Comics karakterlerinin çoğunu kapsar, ancak Marvel Comics Amerika’da daha çok sol eğilimli bir ideolojiye sahip olmakla tanınır. Örneğin X-Men’de ırkçılık, Hulk’ta da savaş karşıtlığı temaları hakimdir.
Hele kanımca en iyi çizgi roman yazarı olan anarşist Alan Moore gibi bir örneği gözetirsek çizgi romanların politik açıdan geniş bir spektruma yayıldığını görebiliriz. Moore’un Watchmen’ı Superman, Batman gibi klasik DC Comics süper kahramanlarını hicveden bir başyapıttır.