“Bu film tamamen karanlık bir ortamda seyredilmelidir.”
Filmin ismiyle de uyumlu yukarıdaki cümle ile başlayan The Darkest, Robin Entreinger’in yönettiği düşük bütçeli bir korku filmi. Bütçe zaafından kaynaklanan belli başlı eksikliklerin yanında bir de filmin tamamen meşhur bir düşünsel deney üzerine kurulu olması, kimilerini irite edebilecek seyri zor bir deneyim yaşatıyor belki ama neresinden bakarsanız bakın ilginç bir filmle karşı karşıyayız.
Avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger’in 1935 yılında ortaya koyduğu “Schrödinger’in Kedisi” adı ile anılan düşünsel deneyi duymuşsunuzdur muhakkak. Önce kuantum fiziği ile ilgili olan deney ne menem bir şeydir, kabaca ona bakalım. Sağlıklı bir kedi bir kutu içine konulur. Kutuda zehirli bir gaz şişesi (ya da kedinin ölümüne sebep olacak başka bir silah), radyoaktif bir atom ve uygun şartlar oluşursa şişenin kırılmasını (ya da silahın çalışmasını) sağlayacak bir mekanizma vardır. Atomun belli bir süre sonunda bozunma olasılığı %50’dir. Eğer atom bozunacak olursa bozunmayı tespit eden mekanizma şişeyi kıracak ve kedi ölecektir. Eğer atom bozunmayacak olursa mekanizma harekete geçmeyecek ve kedi yaşayacaktır. Belli bir süre sonunda kutu açılırsa kedi ya ölü ya canlı bulunacaktır. Fakat kutu açılmadan önce kedinin kuantum durumu, kedinin ölü durumuyla canlı durumunun bir karışımı olacaktır. Yani kuantum kuramı, (kutu açılıp durum bu iki seçenekten birine indirgenene kadar) kedinin iki durumunun (ölü-diri) yan yana bulunduğunu söyler.
Film “Schrödinger’in Kedisi” düşünsel deneyinin fiziksel ama kaba bir uygulamasıyla açılır. Üniversitede ders veren fizikçi Christophe, bir kediyi karton bir kutunun içine yerleştirip kapağını koli bandıyla kapatır. Elindeki bıçağı kutunun ortasına sapladıktan sonra beklenen soruyu sorar: “Kedi yaşıyor mu, yoksa ölü mü?” Öğrencilerin umulan cevaplarından sonra da şunları söyler: “Eğer kedinin canlı ve ölü olma durumlarının ikisi de mümkünse o zaman her ikisi de var olmaktadır yani üst üste binmiş (‘superpose’) durumdadır. Aynı zamanda hem ölü hem de canlıdır.” The Darkest, deneyin anlatmak istediklerinden faydalanarak kendine küçük ama ilginç bir dünya yaratmaya çalışıyor, buna birazdan değineceğiz.
Karısı Celine ile problemler yaşayan Christophe, hafta sonu için bir doğa yürüyüşü ve çadır kampı planlar. Celine’in bu tip aktivitelerden keyif almadığı bellidir ama yine de kocasının teklifini kabul eder ve yola çıkarlar. Gün boyu Christophe’un kestirme yollarından ilerleyerek kamp yapacakları yere varırlar. Filmin buraya kadarki yaklaşık 25 dakikalık kısmı, Amerikan bağımsız sinemasının ‘mumblecore’ akımına yakın duran sakin bir seyir izliyor. Yol boyunca genç çiftin nasıl anlaşamadığına işaret eden pek çok diyalog ve davranış ön plana çıkıyor. Açıkçası her ikisi de öyle çok sevilecek karakterler değiller. İkisi de artı ve eksi yönleri olan sıradan insanlar. Kamp alanına çadır kurulup ay ışığından mahrum gece çöktükten sonra bambaşka bir hale bürünen film, ‘mumblecore’ ile korku türünün evliliğiyle oluşan ‘mumblegore’(1) ailesinin bir üyesi olmayı hak edecek manevralarda bulunuyor.
The Darkest, kesinlikle bir buluntu film (‘found footage’) değil. Yani olan biten karakterlerden birinin kamerasından aktarılmıyor ama buluntu filmin bilhassa korkutmak için kullandığı birçok numaradan faydalanıyor. Filmin hemen başındaki “tamamen karanlık bir ortamda seyredin” tavsiyesinin sebebinin anlaşıldığı ikinci bölümde, çoğu sahne kelimenin tam anlamıyla tamamen karanlıkta geçiyor ya da tek ışık kaynağı olarak cep telefonu, minik bir fener, kamp ateşi, fotoğraf makinesinin flaşı veya çakmak kullanılıyor. Bu bölümde korku filmlerinin klişeleşmiş (ve buluntu filmlerin hemen hepsinde kullanılan) ‘jump scare’ (korkudan zıplatan) numaraları art arda gelmeye başlıyor. Normalde dudak bükülecek klişe numaralar, zifiri karanlığın hüküm sürdüğü etkili bir atmosfer yaratmayı başaran filmde etkin bir biçimde çalışıyor.
Klişe ‘jump scare’ numaralarının çalışmasının bir diğer sebebi de filmdeki ana tehdit unsurunun belirsizliği. Benzer uygulamalarda ana tehdidin ne ya da kim olduğu öyle ya da böyle bellidir. Karakterlere saldıran manyak bir katil, vahşi bir hayvan ya da kötücül bir hayaletin davranış biçiminin sınırları, korku sinemasına has kurallarla belirlenmiştir ve kimi zaman ufak değişiklikler gösterse de belirlenmiş alan içerisinde kalmak durumundadır. Fakat burada filmin hemen başında bahsi geçen düşünsel deneyi devreye sokan The Darkest, ilgi çekici bir belirsizlik yaratmayı başarıyor.
*** Bundan sonraki kısım yoğun miktarda sürprizbozan barındırır. Filmi izledikten sonra okumanız tavsiye edilir. ***
Geceyi çadırda geçirmek üzere hazırlanan çift, dışarıdan gelen bir sesle tedirgin olur. Kimdir nedir diye dışarıya bakmalar, yerde bulunan yoğun miktarda kan derken Christophe’un “başka bir” Celine’in iç çamaşırlarına kadar soyulmuş cesedi ile karşılaşması, olayları bambaşka bir boyuta taşır. Celine’in yanında suratı gözükmeyecek biçimde yüzükoyun yatan bir de erkek cesedi vardır. Christophe, doğal olarak bu cesedin de kendisine ait olduğunu düşünür. Hâlbuki Celine’in o gece beyaz renkte iç çamaşırları giydiği görülür ama cesedinkiler kırmızıdır. Celine’in, filmin başında kocasını Fred isimli bir başkasıyla aldattığı zaman giydiği iç çamaşırlarıdır bunlar. Buradan hareketle yanında yatanın da Fred’in cesedi olabileceği imlenir. Nitekim Celine de erkek cesedi kontrol ettiğinde Fred olduğunu görür ama bu bilgiyi kocasıyla paylaşmaz.
Bir yandan panikle kaçmaya başlayan çift, bir yandan da olan bitene mantıklı bir açıklama getirmeye çalışır. Christophe, kamp kurdukları alan bir hayli yüksekte olduğu için havadaki oksijen miktarının düşüklüğünden ve beyne giden kan miktarı azaldığından halüsinasyon görüyor olabileceklerini savunur ki ayakları yere sağlam basan tek açıklama budur. Fakat ikisinin de aynı şeyleri aynı anda duyup görmeleri ve yerdeki kan gölüne ya da cesetlere fiziksel olarak dokunabilmeleri bu seçeneğin olasılığını düşürür.
Derken eli bıçaklı katilin on yaşlarında bir çocuk olduğunu görürler. Christophe’a ait belirgin hareketlerin aynısını yaptığından kendi çocukları olduğuna kanaat getirirler ama hiç çocukları yoktur. Celine’in kocasından sakladığı sırlardan birini itiraf etmesiyle işler bir parça da olsa anlaşılır hale gelir. Dokuz yıl önce hamile kalan Celine, kocasına hiç haber vermeden kürtaj yaptırmıştır. Bu noktada işler iyice çılgın bir hal alır. Christophe, “yaptığımız her seçim sonrası yeni bir paralel evren oluşur” teorisinden hareketle oluşan paralel evrenlerden birinde çocuğun doğduğunu, o evrendeki çocuğun bir sebeple anne babasını öldürdüğünü, kamp yaptıkları alanın yanındaki mağaranın paralel evrenlerin kesişmesini sağlayan bir vorteks işlevi gördüğünü ve çocuğun hırsını alamayarak doğamadığı evrene de geçtiğini iddia eder.
The Darkest, ilk bakışta aileyi kutsayan, kürtaj karşıtı, muhafazakâr bir filmmiş gibi görünüyor. Ancak filmin başında gösterilen “Schrödinger’in Kedisi” düşünsel deneyinde yer alan kutunun içindeki kediyi, aile bireylerinin birbirinden sakladığı sırlar olarak düşünürsek, filmin anlatmak istedikleri biraz daha berraklaşıyor. Celine ve Christophe arasında birtakım problemler var ama bu problemleri çözmeyi denemek yerine kutunun içine yeni sırlar ekleyerek birbirlerinden daha da uzaklaşıyorlar. Celine, sakladığı sırlardan birini (kürtajı) kutudan çıkardığında artık sır olmaktan çıkan yani belirsizlikten kurtulan problem, en azından tarafları birbirine daha da yakınlaştırıyor ve o problemden bütünüyle kurtulmalarını sağlıyor. Buradan hareketle film, şeffaflığı ve dürüstlüğü öne çıkararak “gerçek bir aile” olmanın tanımına yoğunlaşıyor. Bu arada gece boyunca olanları anlamlandırmaya çalışan Christophe, Fred’e ait diğer cesedin kendine ait olduğunu düşünüyor ve her şeyi ona göre kurguluyor. Ancak gerçekten ne olup bittiğini bilen tek kişi Celine çünkü hâlâ kutunun içinde duran en azından bir sırrı (Fred ile olan ilişkisi) daha var. Muhtemelen yasak ilişkisini Christophe’a haber vermeden bitirecek ama o zamana kadar başlarına neler gelir bilinmez.
Sadece 67 dakika gibi ekonomik bir süreye sahip Fransa yapımı The Darkest, düşük bütçeli filmlerin malum zafiyetlerinden rahatsız olmayan korkuseverler için ilgi çekici ve yeri geldiğinde dehşet verici olabilen ilginç bir deneme.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
(1): ‘Mumblegore’ hakkında daha detaylı bilgi isteyenleri BURAYA alalım.