The Devils Rain posterThe Devil’s Rain filmini yaklaşık olarak bir yıldır izlemeye çalışıyorum. Ancak her denememde sanki Guy Ritchie filmiymiş gibi, bir anda konunun orta yerinden başlıyormuş gibi bir etki yaratması nedeniyle, ilk on dakikayı geçemiyordum. Sanki ilk on dakika en zor level’lardan biriydi ve ben her zaman “eriyen adam” noktasında takılıyordum. Anlaşılan bünyem bir yıllık antrenman sonucunda level’ı geçmeyi başardı ve filmi bitirebildim.

Öteki Sinema için yazan: Ezgi Aksoy

Lafı çokça uzatmadan ve kimseyi ürkütmeden dosdoğru söylemek istiyorum; karşımızda “düz kötü” bir film var bayanlar baylar. Gerçekten kötü olan bu feci film, 70’li yılların satanizm filmleri arasında hiç de özel bir yere sahip değil. Wikipedia’da yazdığına göre Avustralyalı film eleştirmeni Micheal Adams 2010 yılında çıkan kitabında The Devil’s Rain için “son kült film” tespitinde bulunmuş, ama bana sorarsanız bu yavan ve sıkıcı film kült olabilmek için fazlasıyla düz. Filmi bu noktaya kadar getiren ise, iyi işler çıkarmış gelecek vaad eden bir yönetmenin kariyerini bitiren iş olması.

Filmin en güzel yeri açılış jeneriği. Ortaçağdan kalma cehennem tasvirleri ve ürkütücü cehennem sesleri ile süslenmiş uzun bir jeneriği var. Biraz daha uzun olsaymış, filmin kendisine bile gerek kalmayacakmış zaten. Filmin kendini ne kadar ciddiye aldığı, bu uzun jenerikten de belli. Üzücü olan ise filmin And Soon The Darkness (1970), The Abominable Dr. Phibes (1971) ve Dr. Phibes Rises Again (1972) gibi klasik filmlerin İngiliz asıllı yönetmeni Robert Fuest‘e ait olması. IMDb‘de yer alan ekstra bilgilere göre, film çevrilirken sette çeşitli enteresan kazalar yaşanmış ve türlü ürkütücü olay vuku bulmuş. Bu nedenle de Robert Fuest bir daha şeytanlı film çekmeye tövbe etmiş. Ancak daha gerçekçi bir gözle bakılacak olursa, Fuest’in tövbesinin altında şeytani olayların değil, sinema eleştirmenlerinin olduğu görülebilir. 1975 yapımı The Devil’s Rain’in dönemin sinema eleştirmenleri arasında yarattığı infial nedeniyle, Fuest’in bir daha sinema filmi çevirememiş olması ve ömrünün kalanını televizyon için işler yapan ortalama bir yönetmen olarak sonlandırması, bence gerçekten de hazin ve dramatik bir son olmuş.

The Devils Rain 012

Oyunclular dönemin ünlü isimlerinden sayılabilir. William Shatner, Ida Lupino, Ernest Borgnine, Tom Skerritt ve Eddie Albert hem tanınan, hem de başarılı bulunan oyuncular. Ancak ortaya koydukları abartılı oyunculukları büyük ihtimalle yönetmen Fuest talep etmişti. Zira tüm oyuncuların aynı anda abartılı oyunlar ortaya koymayı tercih etmeleri pek olası değil. Dönemin korku sineması anlayışında abartılı oyunculuklara genellikle rastlanıyordu aslında, ancak türün en iyi örnekleri de her zaman daha doğal oyunculuklar ve daha dramatik senaryolar arasından çıkıyordu (satanizm konulu korku filmlerinden iki örnek vermek gerekirse: The Omen ve Rosemary’s Baby gösterilebilir). Mark Preston‘ı canlandıran, Uzay Yolu‘nun Kaptan Kirk‘ü William Shatner’ın durumu ise gerçekten içler acısı. Shatner, yanlışlıkla delilerle dolu bir gezegene ışınlanmış ve kurtulmaya çalışan bir Kaptan Kirk’ü canlandırıyor adeta. Aynı yüz ifadesi, aynı mimikler ve aynı “cool” duruşuyla…

Filmde bir grup kara cübbeli sataniste liderlik eden kırmızı cübbeli bir rahibin, kara cübbeli cemaatiyle birlikte bir kitabın peşinde olduğunu ve bu kitabı bulmak uğruna türlü şeytanlıklara başvurabildiğini görüyoruz. Üstelik bu eski bir mesele; geri dönüşlerle aktarılan bölümlerdeki kılıklara bakılırsa kökeni 1600’lere ve cadı yakmaların yaşandığı Amerika’nın karanlık dönemine kadar gidiyor. Zaten filmde satanizme dair tek öğe bu kara cübbeler ve elbette bir de satanist mabedine döndürülmüş eski kilise. Güpegündüz ellerinde meşalelerle yürüyen kara cübbeli grubu saymıyorum elbette.

The Devils Rain posterler

Filmin en büyük hendikapı abartılı oyunculukları ve eksiklerle dolu senaryosundan çok, ürkütücü bir fikrin sadece suretinden ibaret olması. Filmde hiçbir derinlik ve gerçeklik hissi yok. Örneğin dönemin Avrupalı örnekleri ile karşılaştırıldığında feci halde havada kalıyor. Amerika’da bir anda patlak veren ve yine bir anda kaybolup giden satanizm korkusu kadar yapay ve temelsiz. Böylesi derin ve kadim bir kültün en ufak ciddiyetine sahip değil. Ambalajı çok janjanlı olan Amerikan markası mısır gevreği ya da cips paketlerine benziyor; albenisi yüksek ve davetkar, ama içini açıyorsunuz ve yarısı boş çıkıyor.

Sinema tarihi The Devil’s Rain’den daha kötü filmler görmedi mi? Elbette gördü. O kadar kötü filmler gördü ki üzerine tezler bile yazılabildi, sayfalarca söylenecek söz bulunabildi, nice yönetmen ve sinemacıya ya da izleyiciye ilham verebildi. Benim derdim de hiçbir zaman kötü filmler olmadı zaten. Derdim, evvel ezel düz filmlerdir. Var olmaları, olmamalarından kötü filmlerdir…

blank

Ezgi Aksoy

Sinema yolculuğu 80’li yıllar korku filmleriyle başladı. Ucuz filmlerle büyüdü. Sinema, yazından sonraki en büyük tutkusudur. Şuan LeMan, yeniHarman ve Bayan Yanı’nda araştırma dosyaları ve populer kült yazıları yazmakta ve medeniyet üzerine kafa yormaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Livide (2011)

Suspiria’nın yoğun etkisinde kalmış, canlı bir kâbus olarak nitelenebilecek Livide,
blank

Dabbe: Cin Çarpması (2013)

Malumunuz her filmi ile “yeni teknik denemelere” giriştiğini iddia eden