David Gordon Green’in yine bir korku klasiğine el atarak yeni bir ‘reboot’ üçlemeye girişeceğini ve bu seferki kurbanın korku sinemasının köşe taşı filmlerinden The Exorcist (1973) olacağını duyduğumda canımın bir hayli sıkıldığını hatırlıyorum. 2018-2022 yılları arasında yaşanan Halloween üçlemesi faciasından sorumlu kişinin benzer bir görevin başına getirilmesi, ilk bakışta liyakat standartlarına aykırı gibi görünebilir. Ancak gişe rakamlarına göz attığımızda işin rengi değişiyor.

Yeni serinin ilk filmi olan Halloween’in (2018) bütçesi 10 milyon dolar iken dünya çapında toplam gişe hasılatı (yeniden gösterimlerle birlikte) 260 milyon doları bulmuş. Halloween Kills’in (2021) bütçesi, ilkini ikiye katlayarak 20 milyon dolar olurken, dünya çapında toplam gişe hasılatı (yeniden gösterimlerle birlikte) 133 milyon doların biraz üstüne ulaşmış. Serinin üçüncü ve son filmi Halloween Ends’in (2022) bütçesi ise 33 milyon dolar seviyelerine yükselirken, dünya çapında toplam gişe hasılatı 104 milyon doları biraz geçmiş. Açıkça görülüyor ki ortada gayet kârlı bir “iş” var ve sermaye kârlı işleri sever. Yani sözün özü; David Gordon Green’in (eski tarihli korku klasiklerini daha büyük bütçelerle ve günümüz şartlarına uydurarak “devam filmi” kisvesi altında yeniden servis etme şeklindeki) aslında pek de yeni bir buluş olmayan yeni girişimi(!), kâr marjı tatmin edici seviyelerde kaldığı sürece devam edecek gibi duruyor.

*** Yazının bundan sonraki kısmı eser miktarda sürprizbozan (‘spoiler’) barındırmaktadır. ***

Bu önyargıyla izlemeye başladığım The Exorcist: Believer, genç bir çiftin, Victor ile hamile eşi Sorenne’in Haiti tatili görüntüleriyle başlıyor. Burada filmde kritik öneme sahip birkaç olay meydana geliyor. Haiti’de tamamen turistik bir aktivite olarak gerçekleştirilen ama Sorenne’in inandığını söylediği mini bir seans yapılıyor ve doğacak bebeği Haitili büyücüler tarafından kutsanıyor, yani oradaki inanışa göre bir nevi koruma büyüsü yapılıyor. Akabinde İstanbul gibi deprem tehlikesinin zebani gibi başımızda beklediği bir şehirde yaşayan biri olarak fazlasıyla tedirgin edici bulduğum deprem sekansı geliyor ve depreme otel odasında yakalanan Sorenne ağır yaralanıyor. O sırada dışarıda olduğu için yara almadan kurtulan Victor’ı ise zor bir karar bekliyor: İkisini birden kurtaramayacağını söyleyen doktor, yaşaması için ya karısını ya da doğmamış çocuğunu seçmesini istiyor.

Kimin tercih edildiğini göstermeden 13 yıl sonraya atlayan film, Victor ile 13 yaşındaki kızı Angela’nın, Georgia’daki günlük yaşamından görüntülerle devam ediyor. Böylece ufak bir değişiklikle de olsa, orijinal Exorcist’in merkezindeki anne ve küçük kızdan oluşan aileye benzer bir aile yapısı şekillenmiş oluyor.

blank

Mike Oldfield’ın artık orijinal Exorcist ile bütünleşmiş ve duyduğumuz anda hâlâ tüylerimizi diken diken etmeyi başaran meşhur parçası Tubular Bells’in ilk notaları kulağımıza çalındığında, filmin 55. dakikasına gelmiş olduğumuzu fark ediyoruz. Evet, müziğin tam da orijinal filmde Ellen Burstyn tarafından canlandırılan Chris MacNeil karakterinin bahsi geçer geçmez başlaması hoş bir selamlama olmuş ama bir yandan da “asıl film şimdi başlıyor” işareti olarak kabul edilebilecek noktaya gelindiğinde, toplam sürenin yarısının boş yere tüketildiği görülüyor. Neden boş yere diye sorabilirsiniz. Angela ve yakın arkadaşı olduğunu tahmin ettiğimiz Katherine’in okuldan sonra ormanlık bölgeye giderek kaybolmaları, iki ailenin kayıp sonrasındaki farklı tepkileri, kızların üç gün sonra hiçbir şey olmamış gibi tekrar ortaya çıkmaları ve kaybolduktan sonra bulunanlara uygulanan standart prosedürün detaylıca resmedilmesi gibi başlıklarla tanımlanabilecek bölümlerle geçen sürenin, şeytan çıkarma filmi olma iddiasındaki The Exorcist: Believer’da ne işi var, anlayabilmek mümkün değil. Tamam, kızların içine şeytan girmesi için ortam yaratılıyor, kabul ama bulunan çözüm o denli uyduruk ki. Tamam, kriz anında ateist babanın mantıklı yaklaşımları ile her Pazar kiliseye giden dindar ailenin ırkçılık kokan faşizan tepkileri tartıya konmuş, güzel. Tamam, hastanelerde uygulanan standart prosedürün vahşiliği bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilmiş, bu da güzel. Fakat bütün bunlar, filmin kalanında hiçbir şeye hizmet etmediği için (Oğuz Aral’ın kulakları çınlasın) karikatürdeki gereksiz taramalar gibi duruyor. Bunun yerine artık defalarca kullanılmaktan aşırı klişe mertebesine erişmiş “tavan arasında bulunan cadı tahtası ya da lanetli obje” çözümü, evet, yine eleştirilir ama inanın, kaybedilen vakit göz önüne alındığında yeğdir. Bu kadar rahatlıkla çözülebilecek bir detay üzerinde bu kadar fazla vakit kaybedilmesi, filmin ne yöne gitmek istediğini belirleyememe gibi bir problemi bulunduğunu gösteriyor.

İlk teklif sonrasında filmde yer almak istemediğini söyleyen ama gayet yüklü bir çek karşılığında ısrarlara dayanamayan Ellen Burstyn’in canlandırdığı Chris MacNeil’in kadraja girmesiyle filmin rengi bir anda değişiyor. 50 yıl önce şeytan çıkarma konusunda hiçbir şey bilmeyen Chris, konu hakkında derin araştırmalar yapmış ve dünya üzerindeki bütün inanışlarda farklı biçimlerde de olsa şeytan çıkarma ayininin olduğunu görmüş. Film, olması gerektiği raya oturduğu bu anda ilginç bir şey yapıyor ve Chris’in ağzından şeytan çıkarmayı (Exorcist serisi dâhilinde) Katolikliğin tekelinden çıkararak bütün inanışlara mal ediyor. Chris’in başarıyla sonuçlanan tecrübesinden etkilenen iki aile, çevrelerindeki bütün farklı inançların temsilcilerine “gel, sen de halaya katıl” dercesine haber salıyor ve tek yumruk olarak bu beladan birlikte kurtulmayı planlıyor. Böylece rahibelik yemininden son anda vazgeçerek hemşire olan komşu Ann, Katolik kilisesini temsilen rahip Maddox, Katherine’in ailesinin devam ettiği kilisenin papazı, Victor’ın yakın arkadaşının tanıdığı Afrika kökenli bir büyücü ve ateist kanadı temsilen Victor, bir araya geliyor ve merakla beklenen şeytan çıkarma başlıyor. Hem de devam filmlerinin daha hızlı, daha korkunç, daha kanlı gibi anlamsız iddialarının etkisinde kalan film, orijinal filmdeki meşhur şeytan çıkarma sahnesine denk düşecek sahnede el arttırıyor ve bu seferki ayinde bir değil, tam iki kızı aynı anda kullanıyor(!).

blank

Korku klasiklerinin belki de en önemlilerinden birinin gölgesinde bile rahatlıkla ezilen The Exorcist: Believer, sadece orijinal filmin isminden faydalanarak prim yapmaya çalışan, herhangi bir yaratıcılıktan yoksun, zayıf bir film. Filmin en iddialı olması gereken şeytan çıkarma sahnesi ise tam bir curcuna. Ülkemizde iyi bilinen “hepimiz kardeşiz, bu öfke ne diye” popüler deyişini başköşeye yerleştirerek ABD’deki farklı kesimleri bir olmaya çağırmak için kullanılan sahne, akla zarar bir yöntem olarak sadece gülünç olabiliyor. Ateist karakter Victor’ın, bilim dışındaki yola rıza göstererek inanca doğru yol alması(!) (ki filmin alt ismi Believer/İnançlı) ise havada kalan bir detay olarak uzay boşluğunda kayboluyor. Filmde en çok kızlar bulunduktan sonra hastanede muayene olurlarken ve Haiti’deki deprem sekansında tedirgin oldum. Sorarım, bir şeytan çıkarma filminin en tedirgin edici sahneleri bunlar mı olmalı?

Son olarak kızlara musallat olan iblisten bahsetmek istiyorum. İblisi filmde çok kısa bir süreliğine de olsa azıcık görebiliyoruz ama adını öğrenemiyoruz. Hatta kızlara niye musallat oldu, niyeti ne, bunlar hakkında hiçbir bilgi verilmiyor. Fakat filmin adı Exorcist olunca, iblisin de Pazuzu olabileceğini düşünmemiz gayet normal. Hatta Chris de Angela ve Katherine’i gördükten sonra kızlara Pazuzu’nun musallat olduğuna kanaat getiriyor ve Katherine’e (musallat olan iblise hitaben) “seni tanıyorum, seninle daha önce karşılaşmıştık” diyor. Ancak kapanış jeneriğinde iblisin adı Lamashtu olarak geçiyor. Lamashtu, Mezopotamya mitolojisine göre hamile kadınlara musallat olan, çocuklarla beslenen, bizim Alkarısı’na benzeyen bir dişi iblis. Baş düşmanı ise Pazuzu. Yeni serinin 2025 yılında vizyona girmesi planlanan ikinci filminin isminin The Exorcist: Deceiver olmasından yola çıkarak, yeni filmin iki iblisi birden içeren bir senaryoya sahip olabileceğini düşünmek hayal olmasa gerek. Bu arada mitolojiye göre insanların Lamashtu’dan korunmak için azılı rakibi Pazuzu’yu çağırdığını da merak uyandırıcı bir not olarak ekleyelim.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

Not: Lamashtu’yu tasarlayan isimler ise filmin makyaj efektler ekibinden Chris Nelson ve Vincent Van Dyke. Filmde çok az bir kısmı görünen Lamashtu’nun boy fotoğrafını merak edenler için aşağıya Van Dyke’ın Instagram paylaşımını bırakıyorum.

blank

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Awakening / Öbür Dünyadan (2011)

Öbür Dünyadan, orijinal olmak yerine türün gerekliliklerini yerine getirerek kıymetlenmek
blank

Thale (2012)

Thale sonuçta herkese göre bir film değil ama özellikle minimalist