Sanıyorum ki The Good the Bad the Weird ismine sahip bir Hollywood materyalini yazıya meze etmiş olsaydık, büyük ihtimaller seksenlerdeki ZAZ etkileniminden ya da günümüzde bu alanı işgal eden “Korkunç Bir Film” konseptine yakın bir yapımdan söz etmeye hazırlanıyor olurduk. Terry West gibi, kelime oyunlarından pornografik çıkarımlar yapmaya bayılan yönetmenleri işin dışında tutacak olursak, genel anlamda Hollywood bağrında işler bu şekilde dönmekte ve kollektif hafızamıza, ZAZ kültürü ya da onun daha modern kırıntıları ile alakalı tüm çağrışımları doldurmaktadır.
Ama söz konusu projenin arkasındaki isim Jee-woon Kim olunca, beklentilerimiz de çok farklı bir yöne kayıyor hali ile. Özellikle son birkaç yıldır uzakdoğu sinemasına dair beğendiğimiz işlerin önemli bir kısmında imzası bulunan ismin de kendisi olduğunu düşünecek olursak. Three Extremes’de Memories adlı bölümü ile yakın takibe aldığımız ve o zamandan beri A Tale Of Two Sisters, A Bittersweet Life ve geçtiğimiz yılın ağır toplarından biri olan I Saw The Devil ile birlikte firesiz devam ediyor yoluna Jee-woon…
Adından da anlaşılacağı gibi The Good, the Bad and the Ugly’ye çeşitli göndermeler ile paketlenen fakat iç sayfalarında başta Leone’in dehaları olmak üzere envai çeşit spagetti western’e saygı duruşunda kusur etmeyen bir eastern örneği ile karşı karşıyayız. Bir parodi filmi beklentisi içerisine girenlere sağ gösterip sol vurmaktan çekinmeyen incelikli bir eastern üstelik! Bol hareketli, dinamik ve türün parodisini yapmak isterken suyunu çıkartan örneklerine oranla da oldukça ağırbaşlı! Öyle ki çoğu zaman 60’lı ve 70’li yıllardaki spagetti western’lerin tazeliğini yakalayacak kadar da diri bir film…
Etnik çeşitliliği en az keşif sonrasındaki Amerika kadar fazla olan Mançurya’nın çöllerine taşınan hikaye, davaları birbirinden farklı üç adamın, bir trende yollarının kesişmesi ile başlıyor. Başlarda naçizane bir define haritası gibi gözüken fakat bir süre sonra, Çinlilerden, Japonlara; Koreli direnişçilerden, Ruslara kadar pek çok farklı etnik grubu bir mıknatıs gibi çeken deri kılıflı kağıt parçasının peşinde, birbirlerini helak etmeye çalışan bu üç adam; gittikleri her yerde tozu dumana katarak, harita üzerinde vaad edilenin peşine düşüyorlar. Bu kovalamaca, zaman zaman geçmiş hesaplaşmaların da işin içine girmesi ile, dallanıp budaklanarak işin içine bir de intikam öyküsü peydah ediyor!
Orijinal serideki Tuco / Ugly, Eli Wallach’ın suretinden; Jee-woon’un gedikli ve yetenekli oyuncusu Kang-ho Song mimiklerine transfer oluyor. Son yıllarda ülke sinemasının en kaliteli örneklerinde görmeye alışık olduğumuz Song, burada da büyük ölçüde filmi sırtlayıp götüren isim oluyor. Lee Van Cleef’in hayat verdiği efsanevi Angel Eyes Sentenza ise, yine gedikli bir Jee-woon ismi olan Byung-hun Lee tarafından kendine has bir üslupla bir nevi emo-kovboy suretine evrilmiş. Genç oyuncu kariyerinin en başarılı –ve yer yer de abartılı- performanslarından birini sergilerken; çok küçük “an”larda bile olsa kendi üslubu ile karakterinin içini alternatif bir şekilde dolduruyor. Eastwood’un Sarışın’ı ise, bu eşleştirmede en edilgen alternatifini bulmuş vaziyette filmde. Woo-sung Jung, suretinde filmde görece daha seyrek arz-ı endam buyuruyor.
Yine de bu karakterleri Leone’un yarattıklarına doğrudan birer alternatif olarak düşünmek yanlış. Ne var ki, Jee-woon ağırlıklı olarak The Good, Bad And Ugly’nin çıkış noktasını önemsiyor. Filmin ilerleyişi süresince ise kendi nev-i şahsına münhasır yol haritasını çizerek ortaya oldukça özgün ve olabildiğince doğulu bir western çeşitlemesi çıkartmayı dert ediniyor kendisine.
2008 yılının Güney Kore gişe rekortmeni olan The Good the Bad the Weird, özellikle filmin sonuna doğru vuku bulan dillere destan kovalamaca sahnesi ile, izleyenlere teknik ve müzikal bir resital sunuyor. Jee-woon’un çoğu zaman epik bir karnaval havasına bürünen bu eastern çeşitlemesi, yönetmenin büyük bütçelerle ve kalabalık yığınlarla da ortaya oldukça fiyakalı işler koyabileceğinin tescilli bir kanıtı!
Ülkesindeki gösterimini takiben, bizde de 2009 yılında !f İstanbul festivali kapsamında gösterim şansı bulan The Good the Bad the Weird filmine olan ilgi, yönetmenin son filmi I Saw The Devil’ın hem dünyada hem de ülkemizde yaptığı süksenin de etkisi ile daha geniş bir izleyici kitlesinin keşfini beklemekte!