Sinematografik temsiller, ideolojiktir. Yönetmenler gerçeklerden beslenerek yola çıkarlarken, hayata karşı kendi duruşlarını da filmlerine yansıtırlar. Dolayısıyla yönetmenin geçmişiyle ya da toplumsal bir travma ile yüzleşmesinin izlerini filmlerinde bulmak mümkündür. The Handmaiden çoklu anlatı yapısına sahip kıymetli filmlerden biri. Anlatısının bir katmanını, Japonya tarafından ilhak edilerek sömürgeleştirilen Kore’yi izleyicisine hatırlatmak üzerine inşa eden Park Chan Wook, filminde aynı olayları tekrar ederek, bugünle geçmiş arasında bir köprü kuruyor aynı zamanda. The Handmaiden, asimile olmuş Japon hayranı bir sınıfın alegorisini yaparken sinemasal temsilleri de altüst ediyor.
Bayan Hideko (Kim Min-hee) ile hizmetçisi Nam Sook-hee (Kim Tae-ri) arasındaki aşk ve dayanışmayı anlatan The Handmaiden, (Ah-ga-ssi, Hizmetçi) Sarah Waters’ın Victorya Dönemi’nde geçen lezbiyen suç hikayesi Fingersmith’ten esinleniyor. Kitabın arka planını oluşturan Viktorya Dönemi’nin bir nevi karşılığı olarak Park Chan Wook filminin toplumsal, siyasal ve ekonomik arka planını 1930’lu yıllar Japonya sömürgesi olan Kore üzerinden inşa ediyor.
Yönetmen İngiltere ve Japonya arasında en temel paralelliği her ikisinin yayılmacı tutumları üzerinden kuruyor. Sanayileşme ve kentleşmenin İngiltere’de Viktorya Dönemi’nde, Uzakdoğu’da ise Japonya’nın hakimiyetinde 1900’lerde ivme kazandığından hareket eden Park Chan Wook her iki ülkenin ihtiyaç duydukları hammaddeyi sömürgeleştirdikleri ülkelerden elde etme yoluna gidişlerinde de benzerlik kuruyor. 64 yıllık iktidarı süresinde, ülkesini dünyanın en zengin imparatorluğu haline getiren Kraliçe Viktorya Dönemi, aynı zamanda emek sömürüsünün ve yoksulluk oranının da arttığı bir dönem de olur tıpkı Japonya’nın sömürgeleştirdiği Kore’de olduğu gibi…
1910-1945 yılları arasındaki süreçte Japon iktidarı, Koreliyi asimile etmek için katı bir sömürge yönetimi kurar. Japon Koresi denilen bu dönemde, Japonlar ve Koreliler ortak haklara sahip olamazlarken, Japonların kendilerinden üstün olduklarına inandırılan Koreliler için bu durum aynı zamanda sınıfsal farklılığın da belirleyicisi olur. 1930’larda geçen The Handmaiden filmiyle yönetmen Japon ideolojisi ve dilinin baskın kültür olarak Kore’de yayılmaya çalışıldığı ve Koreli kimliğinin eritilerek yok edilmeye çalışıldığı bir devri izleyicisine hatırlatıyor.
Filmin üç ana karakterinden biri olan Nam Sook-hee, dönemin getirdiği şartlar dolayısıyla 5 yaşındayken sahte parayı gerçeğinden ayırt eden, sahte pul üretiminden yan kesiciliğin inceliklerine kadar pek çok konuda usta olan bir Korelidir. Kendini bir Japon olarak tanıtan ikinci karakter Koreli Kont Fujiwara (Ha Jung-woo) ise dolandırıcılığı ile ünlüdür. Kont, Nam Sook-hee’ye amcası Kouzuki’yle (Cho Jin-woong) yaşayan Japon asilzadesi Leydi Hideko’yu dolandırma planını anlatır. Fujiwara, Leydi Hideko’yu kandırıp onunla evlenebilmesi için Nam Sook-hee’den kendisine yardım etmesini ister. Leydi Hideko’nun servetini çaldıktan sonra onu akıl hastanesine koyarak, hayal ettikleri yaşama ulaşabileceklerdir.
Teklifi kabul eden Nam Sook-hee, Okju isimli bir hizmetçi olarak, bu ailenin yanında çalışmak üzere yola çıkar. Malikaneye vardığında, buranın bir İngiliz mimar tarafından inşa edildiğini öğrenir. Amca Kouziki’nin Japonya ve İngiltere hayranlığını yansıtması için, binanın bir kanadı Batı tarzında diğer kanadı ise Japon mimarisine uygun inşa edilmiştir. İç içe geçen yapılardan oluşan malikane klastrofobiktir ve aynı zamanda insanların birbirlerini gözetlemesine izin verecek bir tasarıma da sahiptir.
Malikanenin düzeni anlatılırken, Kouziki’nin Koreli eşinden ayrılıp, Japon bir soylu ile evlendiği ve karısının soyadını aldığı ve sömürge hükümeti ile olan yakın ilişkisi sayesinde malikanede elektrik kullanılabildiği bilgisi de verilir. Bu evde Nam Sook-hee’ye isminin Japonca karşılığı olan Tamako ile seslenilecektir. Dönem politikası gereği, Japonya’nın üstünlüğüne inanan Korelilerin, Japonya için üst mertebelerde çalışması ve rahat bir yaşama ulaşmaları filmin izleyicisine Kouzuki aracılığıyla hatırlatılır. Kouzuki, sömürge döneminde güce tapan üst sınıfın bir alegorisi olarak filme yansır.
Sömürge döneminde ellerindekilerle yetinmek zorunda kalan Korelilerden biri de Sook-hee’dir. Yaşam standartlarının çok düşük oluşu nedeniyle hırsızlık yapmak zorunda kalan kadın, kimsesiz Koreli çocukları Japon beyefendilere satarak para kazanmaya çalışır. Okuma yazması dahi olmayan Sook-hee, Japon hanımının lüks yaşamına heveslenir. Bir sahnede hanımının pirinç yemesini hayranlıkla izlerken görülen Sook-hee ile Kore sanayisinin Japonların eline geçmesi hatırlatılır. Zira dönem ekonomisine damgasını vuran unsurlardan biri Japonların pirinç ihtiyaçlarını Kore’den sağlamalarıdır. Ayrıca pirinçle beraber madenlere el konulması da amcanın mesleği ile hatırlatılır. Bu dönem kurulan birimlerden biri de Altın Üretim Birimi’dir. Amcanın bu asimilasyona gönüllü katılması, onun iktidar ve güçten yana olan çıkarcı tavrı ve hatta kadınlar üzerinde kurduğu hakimiyeti nedeniyle Kouziki’yi yılan figürü simgeler.
Sook-hee, dolandırıcılık için geldiği bu evde Leydi Hideko’ya uygulanan şiddete şahit oldukça öfkelenir, amcadan nefret ederken bu güzel kadına da aşık olur. Sook-hee hanımına, Japonca konuşmama nedenini sorduğunda Leydi Hideko “Çünkü bıktım bana okuttuğu kitapların hepsi Japonca.” yanıtını verir. Park Chan Wook, böylece ikinci bir katman olarak ne soylu ne de bir Japon olan amcanın yeğeni üzerinde kurduğu iktidar ilişkisi ile Japonya’nın Kore üzerinde kurduğu iktidar ilişkisi arasında paralellik kurar. Hatta bununla da yetinmeyerek bir başka katman olarak da Kouzuki’nin kadınlar üzerindeki kurduğu eril şiddet üzerinden Japonya’yı eril, Kore’yi de dişil olarak tanımlama yoluna da gider.
İki kadının aşklarından cesaret alıp, üzerlerinde kurulan eril iktidarı yıkarak kaçmaları aynı zamanda Kore’nin Japonya üzerindeki başarısı olarak da okunabilir. Sook-hee kütüphanenin girişindeki yılanın başını elindeki kılıçla koparır, iki kadın Kouziki’nin kütüphanesini darma duman ederler. Filmin finalinde Kouziki’nin yeğeni üzerinde henüz beş yaşında iken uyguladığı şiddetin simgesi olan metal top çanlar tekrar görülür. “Bir daha cevap vereceğin tutarsa bu metal topuzun verdiği acıyı hatırla” diyen amcanın kullandığı metal top çanlar, iki kadının erkek egemenliğinin araçlarını kendi zevkleri için yeniden farklı şekilde kullanmalarının simgesi olur.
Kadınların özgürleştikleri bu sahne paralel kurguda Kont Fujiwara ve Kouziki’nin ölümü ile birleşir. Kont, Kouziki’ye “Artık sen de yumuşak ağır ve hantal oldun.” der Kouziki’nin Kore’yi tanımladığı cümleleri tekrar ederek…
Nam Sook-hee, Leydi Hideko ve Kont Fujiwara’nın gözünden, üç farklı farklı bakış açısı ile üç kez izlenen olaylar, her bir bölümde öğrenilen yeni bilgiler ışığında izleyiciyi ters köşe yapacak sona hazırlarken, yönetmen filminin sonunda eril şiddetin faillerini cezalandırmayı tercih ediyor. Bu durum aynı zamanda Kore’nin Japon işgali altındaki geçmişi ile yüzleşmesinin simgesi olarak da önemli referanslar içeriyor.
Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit
Amcaya sinir oldum gerçekten. Ahtapotun olduğu işkence sahnesi ve ahtapot resminin anlamı da amcayla mı ilgiliydi? Çok merak ettim.