Venezuela’nın ilk korku-gerilim filmi olarak lanse edilen La casa del fin de los tiempos (The House of the End Times), Alejandro Hidalgo tarafından yazılıp yönetilmiş. Aynı zamanda, Hidalgo’nun gittikçe kalabalıklaşmasını arzu ettiğim filmografisindeki ilk ve tek film.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Dulce, işsiz kocası Juan Jose ve yaşları küçük iki erkek çocuğu Leopoldo ve Rodrigo ile beraber eski bir evde yaşayan, 45 yaşında bir ev kadınıdır. Bir gece Juan Jose bıçaklanarak öldürülür. Büyük oğlu Leopoldo ise ortadan kaybolmuştur. Dulce, eve giren bir yabancıdan bahsetse bile, bu iddiasını ispatlayacak herhangi bir delile rastlanmaz. Suç aletinde bulunan parmak izleri sonucu, hem kocasını, hem de cesedi bulunamadığı halde oğlunu öldürdüğüne kanaat getirilir ve en ağır süreli hapis cezasına çarptırılır. Aradan 30 sene geçer. Artık 75 yaşına gelen Dulce, cezasının kalanını evinde geçirecektir. Kendisiyle konuşmaya gelen genç bir rahibin yardımıyla, yaşadığı evin gizemli geçmişini öğrenen Dulce, 30 sene önce neler olup bittiğini anlamaya çalışır.
Yazının bundan sonrası eser miktarda spoiler (sürprizbozan) içerir.
The House of the End Times, bomba bir sekans ile açılıyor. Bütün hikâyenin kilit noktası olan Juan Jose’nin öldürülmesi ve Leopoldo’nun kaybolması, Dulce’nin gözünden aktarılıyor. Gerçi, rahipli sahneleri dışarıda bırakırsak, hikâyenin tamamı onun gözünden anlatılıyor denebilir. Birçok eksik parçası bulunan bir ‘puzzle’a benzeyen gizemli olaylar bütünü, Dulce’nin evden dışarı çıkması yasak olduğu için rahibin dışarıda yaptığı araştırmalar yardımı ile yavaş yavaş çözülüyor. Çok hızlı ve etkileyici bir giriş yapmasına rağmen, gelişme kısmında tempo sorunları baş gösteriyor. Sırtını fazlasıyla klişelere dayayan bu bölümü izlemek bir parça sıkıntı yaratabiliyor. Ancak finalde kendini toparlıyor ve art arda patlattığı sürprizler ile izleyeni şaşırtmayı hedefliyor ki bunda kısmen başarılı olduğunu söylemek mümkün.
Dulce rolündeki Ruddy Rodriguez, filmin bütün oyunculuk yükünü sırtlanıyor. Onun dışındaki herkes çok az süre alıyor. Hikâyenin merkezine yerleştirilen Rodriguez’e, belli ki yönetmen Hidalgo’nun güveni tam ki o da bu güveni boşa çıkartmıyor ve senaryo elverdiğince bir orkestra şefi gibi şovunu yapıyor. Ülkesinde özellikle TV dizileri ile bir hayli popüler bir isim olan Rodriguez, sinemaya ilk adımını bir Bond filmi ile atmış. Timothy Dalton’lu James Bond macerası The Living Daylights’taki (1987) Bond kızlarından biriymiş.
Çekimleri Karakas’ta gerçekleştirilen filmde Venezuela hakkında ufak tefek detay bilgiler yakalamak da ilginçti. Mesela Leopoldo ve Rodrigo, arkadaşları ile devamlı beyzbol oynuyorlar ve Leo’nun en büyük hayali bir gün önemli bir beyzbolcu olmak. Açıkçası neredeyse ABD ile özdeşleşen beyzbolun, Venezuela’da bu kadar popüler bir spor olabileceği aklıma gelmezdi. Bir de Dulce’nin hapisten çıkıp cezasının kalanını geçirmek üzere evine geldiği sahnede, bir yetkilinin evin elektrik, su gibi problemlerini hallettiğini, hatta buzdolabına yemek bıraktığını söylemesi bana ilginç geldi. Bu fazlasıyla insancıl davranış, insanın Venezuela hukuk sistemi hakkında ister istemez olumlu düşünceler beslemesine neden oluyor. Ya da ülkemizdeki hukuksuzluk ve adaletsizlik öyle bir noktaya gelmiş ki, ufacık insani bir detaya bile sarılma ihtiyacı duyuyorum belki de, kim bilir.
Gelelim filmin eksik noktalarına. Giriş ve final bölümlerinin üzerinde bir hayli uğraşıldığı belli oluyor. Daha önce de söylediğim gibi, özellikle açılış sekansı, korku-gerilim sinemasının bütün gereklerini yerine getiriyor. Aynı şekilde final de bütün eksiklerine rağmen tatmin edici olmaya çok yakın. Ancak arada kalan kısım, hem kurgu, hem de senaryo açısından bir hayli sorunlu. Çocukların kendi aralarında vakit geçirdikleri sahneler, hem hikâyeye fazla bir katkı sağlamıyor, hem de ana mevzudan bir hayli uzağa düştüğü için zaman doldurmak üzere eklenmiş izlenimi bırakıyor. Keza genç rahibin evin geçmişini araştırdığı sahneler de sıkıntılı. Artık neredeyse izlemekten bıktığımız, klişe ötesi bu sahnelerde, iki gazete haberi, iki resmi belge kurcalayan rahip, evin çok önemli gizemine bir anda haiz oluyor. Hayır, madem bu denli önemli bir ev ve bunu tespit etmek bu kadar kolay, nasıl oluyor da geçim sıkıntısı çeken bir aile çok uygun bir fiyata bu evi satın alabiliyor. Hâlbuki bu araştırma kısmından vazgeçip, bütün gizemi gene evin içindeki donelerle çözmeyi denese, çok daha akla yatkın bir çözüm olabilirmiş gibi duruyor.
Venezuela’nın ilk korku-gerilim filmi olarak lanse edilen La casa del fin de los tiempos, bahsettiğim sıkıntılarına rağmen ilgiyi hak eden bir ilk film. Umarım Hidalgo, korku sineması üzerinde çalışmaya devam eder. The House of the End Times, çok daha iyi işlere imza atacağına dair umutlanmamız için yeterli bir gerekçe.