Fransa, Güneydoğu Asya’da yer alan ve uzunca bir süre Fransız Çinhindi (French Indochina) olarak bilinen bölgeyi 19. yüzyılın sonundan itibaren kontrolü altına aldı ve sömürge imparatorluğunun önemli bir parçası olarak gördüğü bölgenin başlıca ticari kaynakları üzerinde tahakküm kurmaya başladı. 20. yüzyılla beraber otomobil endüstrisinin gelişmesiyle bölgede kurulan kauçuk plantasyonlarının sayısında hızlı bir artış oldu. (Kauçuk, otomobil lastiği yapımında kullanılıyor.) Özellikle 1930’lardan sonra bölgeyi acımasızca sömürmeye başlayan Fransa, yeni kurulan maden ocakları, kahve, çay ve kauçuk plantasyonları ile Fransız yatırımcılara geniş alanlar açtı. İkinci Dünya Savaşı sırasında bir süre Japon işgali altında kaldıysa da Fransızların bölgedeki etkinliği devam etti. Japonların teslim olmasından sonra bölgenin kontrolünü tekrar eline alan Fransa, Ho Chi Minh önderliğinde başlayan Vietnam bağımsızlık hareketiyle çatışmaya başladı. 1954 yılında gerçekleşen Cenevre Konferansı sonrası Laos ve Kamboçya bağımsızlığına kavuşurken; Vietnam kuzey (Demoktratik Vietnam Cumhuriyeti, başkent Hanoi, komünist rejim) ve güney (Chochinchina Cumhuriyeti, başkent Saigon, Fransız denetimi) olmak üzere ikiye bölündü. Böylece Fransız askerleri bölgeden kademeli olarak çekildi ama bölgedeki karışıklık henüz son bulmamıştı. Vietnam’ın bir seçim ile birleşme hayallerinin suya düşmesinin akabinde gerçekleşen askeri darbe ile Fransızların kukla hükümetinin devrilmesi, ABD’nin bölgeye müdahalesine neden olacak ve meşhur Vietnam Savaşı başlayacaktı. Derek Nguyen’in yazıp yönettiği The Housemaid, 1953 yılında (yani Fransızların bölgeyi terk etmesine çeyrek kala), bahsi geçen bölgedeki kauçuk plantasyonlarından birinde geçen bir öykü anlatıyor.
Derek Nguyen, 1973 yılında Vietnam’da doğdu. Nguyen’in ailesi 1975 yılında Vietnam’ı terk etti ve ABD’ye iltica etti. Amerika’da üniversite eğitimini tamamladıktan sonra oyun yazarlığı yapmaya başlayan Nguyen, birçok ödülün sahibi oldu. 2016 yılında senaryosunu da yazdığı The Housemaid’i yönetmek için memleketine geri döndü. Bu dönemde sinema ile daha içli dışlı olmaya başladı ve bugüne kadar aralarında Buster’s Mal Heart (2016) ve The Tale (2018) gibi önemli filmlerin olduğu birkaç filmin yapımcılığını üstlendi.
The Housemaid, Vietnam ve Güney Kore ortak yapımı ama görüldüğü üzere yönetmen-senarist Derek Nguyen, Batıda okumuş, orada çalışmış ve aldığı ödüllerden anlaşılıyor ki kendini kabul ettirmiş biri. Sonra doğduğu memlekete dönüp bir film çekiyor. Açıkçası izlemeden önce filme karşı biraz önyargılı yaklaştığımı itiraf etmek durumundayım ama izlemeye başladıktan sonra önyargılarımın paramparça olduğuna şahit olmak oldukça keyifliydi. Nguyen’in, Vietnam’a ve ülkenin o zaman içinde bulunduğu siyasi ortama Batılı bir gözle bakacağını düşünmüştüm, fena halde yanılmışım.
Linh adında Vietnamlı öksüz bir genç kız, çevrede lanetli olduğu söylenen bir Fransız kauçuk plantasyonunda hizmetçi olarak çalışmaya başlar. Fransa ve Vietnam bağımsızlık hareketi arasındaki savaş bütün şiddetiyle devam ettiği için plantasyon aktif durumda değildir ve evin genel işlerini gören birkaç hizmetli dışında işletmede kimse kalmamıştır. Karısı vefat etmiş Yüzbaşı Sebastien Laurent, arazinin ve işletmenin sahibidir. Patronuna âşık olan Linh, Laurent’in merhum karısının kana susamış intikamcı hayaletinin harekete geçmesine neden olur ve ortalık kan gölüne döner.
*** Bundan sonraki kısım eser miktarda sürprizbozan barındırır. ***
Konusundan da rahatça anlaşıldığı üzere Uzakdoğu korku filmlerinde sıkça karşılaştığımız intikamcı hayalet teması burada da yerini alıyor. Film bir yanıyla da yerleşim biriminden uzak işletmenin geniş arazisinin, hemen yakınındaki gölün, bir şatoyu andıran muazzam iç tasarımı ile malikânenin ve işletme içindeki diğer yapıların öyküye kanlı canlı müdahil olması ile gotik korkulara yakın duruyor. Sadece bu haliyle bile sıradan ama iyi çekilmiş bir “melez” hayalet filmi olabilecekken finale doğru patlattığı sürpriz ile bambaşka bir hale bürünen The Housemaid, ayakları yere sağlam basan bir intikam hikâyesine dönüşüyor.
Linh, iki koldan ilerleyen filmde bir yandan plantasyonun kanlı geçmişini öğreniyor, bir yandan da bütün olan bitenin baş sorumlusu patronuyla romantik bir ilişki içine giriyor. Bin türlü zorluk altında çalışan işçilerin hayatı, işletmedeki üründen daha değersiz görüldüğü için hata yapanların birçoğu ağır işkencelere maruz kalmış, bir o kadarı da ağaçlarda asılmak suretiyle öldürülmüş. Tüm bu zalimce davranışları bilfiil gerçekleştiren de bir Fransız değil, onun görevlendirdiği bir Vietnamlı çalışan. (İşgal, sömürge, diktatörlük vb. zalimliklerde mazlumun en az zalim kadar nefretini kazanan biri varsa o da gizlice ya da alenen zalimin yanında saf tutan işbirlikçidir.) Zaten bağımsızlık hareketiyle iyice kızışan ortamda belli bir kutuplaşma hasıl olmuş ama plantasyonda artık kimsenin çalışmak istememesinin nedeni biraz da burada zalimce öldürülen işçilerin hayaletlerinden çekinmeleri. Savaşta öksüz kalan Linh, aç kalmamak için mecburen burada çalışmak zorunda kalıyor.
Sebastien Laurent ise Fransız bir asker. Karısının gizemli vefatı, plantasyondaki işlerin durması ve devam eden savaş gibi problemlerle uğraşırken hizmetçisi Linh ile yaşamaya başladığı hiçbir kesim tarafından onaylanmayan aşk ile huzur arıyor. Ancak Fransa’da yaşayan yeni nişanlısının plantasyona gelmesiyle işler iyice karışıyor.
Laurent’in merhum karısının hayaleti, böyle bir ortamda harekete geçiyor ve plantasyonda bulunan herkesi hedef tahtasına koyuyor. Akabinde art arda gizemli cinayetler işleniyor. Bütün filmin üzerine kurulduğu sürprizin açığa çıkmasından sonra her şey yerli yerine oturuyor ama cinayetlerden bir tanesi çok da akla yatmıyor. Onu da finaldeki son diyalog ile bertaraf eden film, bu sayede doğaüstü ile bağlarını da tamamen kopartmamış oluyor.
Alfred Hitchcock’un Rebecca’sı (1940) ile de yakın akrabalık bağları kuran The Housemaid, Vietnam tarihinin acı dolu geçmişinden bir kesiti bir hayalet filmi aracılığıyla yeniden hatırlatıyor ve belki de o dönemin suçlularını sanık sandalyesine oturtarak olası en ağır biçimde cezalandırıyor.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca