Savaş kirlidir…
Büyük devletlerin çıkarları doğrultusunda yaşanan savaş hepsinden daha kirlidir…
Kore, Vietnam, Kamboçya, Afganistan, Irak, Lübnan, Suriye ve daha nice halkın yaşadığı acı hala hafızalarımızda…
Hep bir kılıf bulundu, hep bahaneleri hazırdı. Önce sömürgecilikti adı sonra emperyalizm oldu. Önce medeniyet götürüyoruz dediler, sonradan demokrasi taşımayı uygun buldular. Soğuk savaş dediler, domino teorisi dediler; doktrinler ilan ettiler. Kızıl tehlike var diyorlardı sonradan İslami terör çıktı ortaya. Kendi elleriyle verdikleri dini kitapların kurbanı oldular… Şimdilerde kimyasal silahmış bu kılıfın ismi. Yeni korkunun adı buymuş. Ona karşı duruyoruz hep birlikte! Büyük devletlerle el ele, omuz omuza durup büyük olmaya çalışıyoruz. Yeni acılar için, yeni yıkımlar için oyuna dâhil oluyoruz…
Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak
Ölüm Tarlaları işte bu kirli oyunların sonuçlarını tüm çıplaklığıyla gösteren bir film. Kamboçya’da yaşanan trajedinin en acımasız örneği… Sırf ABD’nin çıkarları için Vietnam savaşına sokulan Kamboçya’nın nasıl bir ölüm tarlası haline geldiğinin kanıtı…
Film genel hatlarıyla, ABD’de Nixon döneminde yaşanan savaş sonrasında, New York Times adına gelen bir muhabir ile bölge halkından Dith Pran’ın başlarına gelen olayları konu alıyor. Ama arka planına ülkede yaşanan iç karışıklığı fırsat bilerek, gerilla savaşıyla iktidarı ele geçiren radikal komünist Kızıl Kmerler’in yaptıkları toplu katliamları alarak, nasıl bir ölüm makinesine dönüştüklerini gözler önüne seriyor. Savaş öncesinde gözümüze gözümüze sokulan Coca Cola kamyonları, Johnnie Walker kutuları bir anda kayboluyor, ülke bambaşka bir yöne doğru eviriliyor. Savaş sırasında verilen kayıplar, yaşanan acılar yetmezmiş gibi tam barış geldi denildiği anda Kızıl Kmerler ülkenin üzerine bir kara bulut gibi çöküyor ve insanlık tarihinin-çok da bilinmeyen-büyük katliamlarından birini gerçekleştiriyorlar. Ülkeyi Ortaçağa döndürmeye çalışırken, halkın okumuş, meslek sahibi tüm insanlarını öldürüyorlar. Köylü toplumu yaratıp, insanları tek tipleştirerek köylerde yaşamaya ve pirinç tarlalarında çalışmaya zorluyorlar. İşte ölüm tarlaları bu pirinç tarlaları oluyor ve bugün hala Kamboçya’nın birçok yerinde toplu mezarlar varlığını sürdürüyor…
Kızıl Kmerlerin Kamboçya’da kurmak istedikleri düzen film boyunca bana George Orwell’ın distopik dünyasını anımsattı. Komünist sistem adı altında halkı köylüleştirmeye çalışırken tıpkı Orwell’ın dünyasında olduğu gibi insanlara sadece işçi kıyafetleri giydiriyorlar. Geçmişe yönelik her şeyi silmeye ve sürekli bir düşman varmış izlenimi yaratmaya çalışıyorlar. Geçmişten bihaber, temiz hafızalı çocuklar Angka partisinin-evet burada da tapınılan bir parti var-yoldaşları haline getiriyorlar. Kızlar tıpkı 1984 romanında olduğu gibi bellerine kırmızı kuşaklar bağlıyorlar. Halkın sadece çalışması ki o da çok zor koşullarda ve Angka’dan başka hiçbir şeyi sevmemesini istiyorlar. Orwell’ın Sevgi Bakanlığı’nda olduğu gibi burada da insanlar kayboluyor ve kimse nereye gittiklerini bilmiyor…
Böyle bir düzende ayakta kalmaya çalışan Amerikalı muhabir Sdney ve Dith’in gözlerinden yaşanan yıkımın ne kadar büyük olduğunu görürken, boğazınıza bir yumrunun yerleştiğini hissediyorsunuz. Gerçek hayatta yaşamış olan bu iki insanın verdikleri mücadeleyi gözlerinizin dolmadan izlemeniz neredeyse imkânsız. Çünkü filmin müzik kullanımı öyle yerinde ki etkilenmemek elde değil.
Roland Joffé’nin Sam Waterston ve Haing S. Ngor’un gerçek hayatlarından yola çıkarak çektiği Ölüm Tarlaları 7 dalda Oscar’a aday olan muazzam bir film. Ve daha ilk sahnesinden her şeyi özetliyor bana göre: Yemyeşil bir arazi… Henüz savaşın uğramadığı bir bölge. Yanı başlarında yaşanan trajediden uzaklar şimdilik… Başında miğferiyle sığırın üstünde küçücük Kamboçyalı bir çocuk… Üzerinden savaş uçağı geçiyor. Biraz korkuyla biraz şaşkınlıkla düşmesin diye miğferinin ucundan tutarak ona bakıyor… Masumiyetle kötülük henüz yan yana gelmemişler… Ama arkadaki kara bulutlar kötü şeyler olacağının habercisi… Bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının belki de…
Haing ngor, bu filmdeki rolüyle sanırım Oscar alan ender oyunculardan olmuştu (yardımcı erkek) önceden galiba Sayanora filmindeki japon oyuncu vardi