Wes Craven’ın gençliğinde yazıp yönettiği son derece ilginç, etkileyici bir film. Eleştirmenler tarafından şiddet istismarı sinemanın en nefret addedilen,  bazı ülkelerde yasaklanan ve ABD’de Craven’in filmlerinin piyasada en zor bulunanıdır. The Last House on The Left, şiddetin sinemada temsili açısından ilk örneklerini veriyor…

blankFilmin çekimleri 1971 yılında 4 haftada tamamlanıyor. Film belirli bir gerçek olaydan esinlenmiş olmamasına karşın “tanık olacağınız olaylar, gerçektir” ibaresiyle başlıyor.Filmin konusundan bahsedicek olursak Tipik bir Amerikan ailesi olan Collingwoodların tek çocuğu olan Mari ve kız arkadaşı Phyllis ile birlikte Bloodlust adlı bir rock grubunun konserine gidecektir. Mari’nin ailesi ile birlikte aralarında kuşak çatışmasının olduğunu gösterir bazı konuşmalar geçer. Mari’nin babası bu grubun konserlerinde canlı civcivleri öldürdüğünü söyler ve kızına (Mari) “siz aşk nesli değilmiydiniz?” diye sorar ve kızına konser dönüşü kutlayacakları doğum günü hediyesi olarak barış amblemli bir kolye armağan eder. Kızlar konsere giderken yolda radyo iki tehlikeli suçlunun hapisten kaçtığını duyurur.

Filmde daha sonra bu tehlikeli sapıkları tanıtır. İki rahip ve bir rahibeyi öldürmüş olan Krug (Freddy Krugger: Craven’in Elm Sokağı Kabusundaki Freddy’nin isim babası olsa gerek), arkadaşı sansar, uyuşturucu bağımlısı oğlu Junior ve metresi Sadie. Sadie eşit temsili sağlamak amacıyla bir kaç kız buluncaya kadar Krug’la cinsel ilişkiyi reddeder. Bu arada Mari ve Phyllis, uyuşturucu ararken Junior’a rastlarlar ve ucuz mal vaadiyle kandırılarak sapıkların evinde tutsak alınırlar. Bu arada Mari’ nin ailesi evde mutlu bir doğum günü için parti hazırlıkları yapmaktadırlar. Ertesi gün sapıklar kızları arabanın bagajına atıp yola koyulurlar.  Ama tesadüfen arabaları Mari’nin evinin yakınlarında bozulur. Grup kızları da alıp eğlenmek için ormana girer. Öte yandan kızları eve gelmeyen Colingwoodlar şerife haber verirler. Şerif ve adamları yolda sapıkların terkedilmiş arabasını görür ama duruma pek önem vermez. Daha sonra polis telsizinde arabanın kaçan sapıklara ait olduğunu öğrenirler. Bu arada sapıklar ormanda kızlara türlü eziyet ve aşağılamalara maruz bıraktıktan sonra zalimce öldürürler. Sapıklar gölde yıkanıp temizlendikte sonra bir araba tamircisi bulmak için en yakın eve (colingwoodlarınki!) giderler.

blank

Evde telefon bozuktur ve iyi kalpli Colingwoodlar gençlere geceyi evlerinde geçirmelerini önerirler. Grup kendilerini seyyar satıcı olarak tanıtsada durumlarında bir gariplik olduğu bellidir. Kaldıkları yatak odasında Mari’nin resmilerini gören sapıklar kimin evinde olduklarının farkına varırlar. Sansar kabuslar görür. Mari’nin annesi doğum günü hediyesi olarak aldıkları gerdanlığın Junior’da olduğunu görür. Daha sonra evlerinin biraz ilerisindeki göl kenarında kızlarının cesedini bulurlar. Karı-koca intikam planları yaparlar. Kadın sansarı kandırır, evin dışına çıkarıp ormanda oral seks yapar ve sansarın cinsel organını dişleriyle koparır. Daha sonra sansarı bıçaklar. Evde de Mari’nin babası Krugla Junior’un münakaşası sırasında bundan faydalanarak elektrikli testere ile Krug’u haklar şerif ve yardımcısı içeri son anda girer ve işini bitirmekte olan elektirikli testereden fışkıran kanlar yüzlerine sıçrar.

http://www.flashbackweekend.com/images/movies/lasthouseontheleft.jpgThe Last House on the Left filminde özellikle sapıkların ellerine geçirdikleri kızlara uyguladıkları şiddeti gösteren sahneler gerçekten rahatsız edici. kızların basitçe ırzlarına geçilerek öldürülmeleri değil, onların kırılacak şekilde aşağılanmaları ve eziyete uğramaları (Mari’nin önce ayakta dururken pantolonunun içinde altına işemeye zorlanması ve sonra her iki kızın soyunup bir birleriyle sevişmeye zorlanması) ve özellikle acı çekecek şekilde fiziki şiddete maruz kalmaları (Sansarın Phyliss’i sırtından bıçakladıktan sonra yerde tekmelemesi ve sonra bağırsaklarını deşip dışarı çıkarması (bu sahne filmin bazı kopyalarında bulunmamaktadır) Krug’un Mari’nin göğsüne bıçakla adını yazması ve kız acı içinde kıvranırken ırzına geçmesi) söz konusu.

Filmin sevilmesi yarattığı etkiyi gerçekleştirebilmesi aslında pek çok nedene bağlı. Belirtmekte fayda var ki sapıkların lideri rolundeki Krug (David Hess) ilk oyunculuk deneyimi olmasına karşın usta oyunculara taş çıkartacak bir performans sergilemiş. Öte yandan Phyllis’ in bağırsaklarının deşildiği sahnede kasten daha düşük çözünürlülükte film kullanılması gibi bilinçli tercihlerden, görüntü yönetmeninin belgesel filmlerde çalışarak yetişmiş bir kameraman olmasıda filme sanki sinema için yapılmış bir film değilde, bir grup sapığın gizli bir amatör kamerayla çekilmiş görüntüleri ya da bizzat sapıkların kendileri tarafından çekilmiş hissi uyandırıyor.

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

9 Comments Leave a Reply

  1. Hakkında bilgi edinir edinmez en merak ettiğim film haline dönüşmüştü LHOTL. Bir şekilde ABD’den VHS kopyasını getirttiğimde ise çocuklar gibi şendim. Hala gözüm gibi bakarım o kasete. :)

  2. arkadaşlar izlemek isteyenler için filmi indirebilecekleri linkleri vermemizde bir sakınca var mı. tabi sadece bu film için değil diğer bulunamayan filmler içinde

  3. Telif açısından sıkıntı yaratabilir Temizkan… Zaten adamlar blogların sansürlenmesi için her fırsatı değerlendiriyorlar. O yüzden filmlerle ilgili fikirlerimizi yazmakla yetinsek blog sağlığımız açısından daha faydalı olur. Meraklıları bir yolunu zaten buluyorlar :) Ben karagarga ve cinemageddon trackerlarını tavsiye ediyorum ama tek tek film linki vermekten kaçınıyorum.

  4. evet eger İngmar Bergmanin, 13. yüzyıla ait bir İsveç halk şarkısından esinlendiği ‘The Virgin Spring’ (Kaynak/1961) filmi olmasayadi ilginc olurdu.sadece filmlerin gectigi zaman degisik ve The Last House on the Left filmi daha kanli(siddet demek yumruk,tekme,kesmek,kan demekdegil). Cunku The Last House on the Left (1972) bunun kopyasi duruyor ama bu The Last House on the Left filminin guzelligini bozmuyor….ayrica “siddetin sinemada temsili açısından ilk örneklerini veriyor”… dusuncenede katilmiyorum…bundan oncede bir cok filmde siddet konu edilmistir…ama ikisinin arasinda secim dersen tabi İngmar Bergmanin filmi derim —İngmar Bergmanin (kucuk bir bilgi daha ‘The Virgin Spring’ (Kaynak) filmiyle, 1961’de ‘en iyi yabancı film’ Oscar’ını aldı.

    son 2 not: yaptigim harf hattalari benden degil burdaki laptoplardanki harf eksikliginden kaynakliyor
    +siteyi buyuk bir begweni ve zevkle takip ediyorum…

    (burda dvd fiyati:20 pound)

  5. İki filmi karşılaştıran yazımın linki. Bergman’ın Craven’ın çarpıcı filmine ilham vererek yeni amerikan korku sinemasının çıkmasında rolü olduğunu düşünüyorum.

    http://beyazperde.mynet.com/sinekritikdetay.asp?id=1479

    “The Last House on the Left başta İngiltere olmak üzere pek çok yerde sansür problemiyle karşılaştı ve DVD çağına kadar da kolay ulaşılamayan bir korku sineması efsanesi olmayı sürdürdü. Fakat ilginç olan, doğrudan Bergman’dan ilham olan bu korku filmi “Modern Korku Sineması”nın ortaya çıkmasında son derece önemli bir rol üstlenmiş ve 70’lerin politik tartışmalar yaratan kanlı ve sert filmlerinin öncülerinden olmuştu. Sarsıcı hikaye, filmin tüm amatörlüklerine rağmen etkileyici olmayı başarmıştı.”

  6. Bir de Last House On The Left’i taklit eden ”The Night Train Murders” diye bir giallo var ki, ben çok beğendim. Onu da tavsiye ederim

  7. ama bu yazinizda bahsatmemissiniz…. diger yazinizi okudum sade guzel bir yazi olmus….

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Karşıtlıkların Birliği: Decision to Leave / Ayrılma Kararı (2022)

Yönetmenliğini Park Chan-wook’un yaptığı Ayrılma Kararı tutkulu ve saplantılı bir
blank

The Atticus Institute (2015)

The Atticus Institute son on yılın saçma sapan şeytan kaçması