The Last Man On Earth posterZaman zaman Youtube’da Public Domain’e(*) düşmüş eski bilim-kurgu ve korku filmleri arasında eşinmeyi ve bunların arasında şaşırtıcı derecede etkileyici filmler bulmayı çok seviyorum. Defalarca izlediğim The Last Man On Earth (Hepimiz Vampiriz) de bunlardan birisi. Ubaldo Ragona ve Sidney Slakow tarafından yönetilen filmin senaryosu Richard Matheson’ın 1954 yılında yayınlanan “I am Legend” adlı romanından uyarlanmış. Senaryo yazarları Furio Monetti, Ubaldo Ragona, William Leicester ve Logan Swanson. Bu Logan Swanson ise filmi beğenmediği için gerçek ismini kullanmayan Richard Matheson’ın takma isminden başka bir şey değil.

Merak edenler için söyleyeyim; Matheson’un “I am Legend” romanı ülkemizde iki ayrı yayınevi tarafından yayınlanmış. İlk çeviri Beyaz Balina Yayınevi tarafından 2000 yılında “Gecenin Konukları” adıyla yayınlanmış. İkinci çeviri ise 2003 yılında İthaki tarafından yayınlanmış. Ben İthaki çevirisini okuduğum için Beyaz Balina çevirisi hakkında pek bilgi sahibi değilim. Her iki kitabın da baskısı kalmamış, ancak sahaflarda bulunabiliyor.(Bir dostumuzun yorumlardaki uyarısı ile kitabın Milliyet Yayınları tarafından 1971 ve 1972 yıllarında yayınlanmış “Hepimiz Vampiriz” isimli bir çevirisinin daha olduğunu öğrenmiş bulunuyorum)

Filmin başrolünde eski korku ve bilim-kurgu filmlerinin usta simalarından olan Vincent Price var. İtalyan-Amerikan ortak yapımı olan The Last Man On Earth düşük bütçeli bir yapım olarak göze çarpıyor.

“Yaşanacak başka bir gün daha… Başlasam iyi olur”

Boş şehrin, boş binaların ve yolların görüntülerinin ardından yerde yatan insanlar girer kadraja. Filmin kahramanı Robert Morgan bir güne daha iç sesinin söylediği sözlerle başlar: “Yaşanacak bir gün daha… Başlasam iyi olur”

Her yeni gün onun için bir eziyet ve angaryadır epey zamandır; Gündüzleri evi onarır, şehirden gerekli malzemeleri getirir, evinin önünde cansız yatan vampirleri itlaf çukurunda yakmaya götürür, evin her tarafına, bilhassa dış kapıya astığı sarımsak ve aynaları yeniler, vampirlerin kalbine çakmak için garajındaki tornada kazık imal eder ve hava kararmadan önce kapısını bacasını sıkıca kapatıp payandalayarak kendini eve kapatır.

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“Bu bir tuzak. Eğer onları öldürmezsem er ya da geç onlar ölüp benim peşime düşecekler. Seçeneğim yok; kesinlikle hiçbir seçeneğim yok.”(1)[/box]

Geceleri ise çoğunlukla evin önünde toplaşan vampir güruhuna aldırmamaya çalışarak içki içer, kitap okur, müzik dinler ve çoklukla da anılara dalmış halde bulur kendini:

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“Geçmişin ölmesi ne kadar sürerdi ki?”(2)[/box]

The Last Man on Earth 08

Her şey üç yıl önce başlamıştır. Rüzgarların getirdiği gizemli mikroplar teker teker herkesi hasta etmeye başlamıştır. Önceleri uykusuzluk ve ışığa aşırı duyarlılık ve gündüz yorgunluğu gibi belirtilerle başlayan hastalık, körlüğü takip eden ani bir ölümle sonuçlanmaktadır. Şehir halkı teker teker ölür. Hastalığın yayılmasına engel olmak için ordu, ölüleri itlaf çukurlarında yakmaktadır.  Robert laboratuvarda bu hastalığa çare bulmaya çalışan bir bilim adamıdır. Bilim hastalığa karşı çaresizdir. Üstelik önceleri söylenti olarak yayılan bir gerçek daha ortaya çıkar: Vampiris isimli bu basil insanları öldürmekle kalmamakta, öldükten sonra da vampir olarak geri getirmektedir. Morgan önce inanmaz buna. Ölen kızının itlaf çukurunda yakılmasına engel olamasa da hasta olan karısını kimselere vermemeye karar verir. Karısı Virgina (Emma Danieli) ölünce kimseye haber vermeden boş bir arsaya gömer onu. Ama Virge geceleyin Robert’ın kanını emmek üzere geri döner. Önceleri karısının itlaf çukuruna atılmasına gönlü el vermeyen Robert bu sefer kendi elleriyle yeniden öldürmek zorunda kalır onu. Herkes teker teker ölse de mikrop bir türlü bulaşmaz Robert’a. Çünkü Panama’da kaldığı yıllarda bir yarasa tarafından ısırılmış ve yarasadan bulaşan zayıflatılmış basiller onda bir çeşit aşı etkisi yaratmıştır.

The Last Man on Earth 01Vampirler “Ben, Efsane!” kitabındakinin aksine hızlı yaratıklar değildir. Daha çok zombileri andırırlar. Ama konuşmak, alet kullanmak  ve canlı oldukları zamanlardan kalma şeyleri hatırlamak gibi meziyetleri vardır, bunlar sayesinde zombilerden ayrılırlar. Örneğin vampire dönüştükten sonra her gün Robert’ın kapısına dayanan eski can dostu ve iş arkadaşı Ben Cortman (Giacomo Rossi-Stuart) “Morgan! Çık dışarı Morgan!” diye bağırmaktadır.

Robert’ın hayatını idame ettirmek ve gündüz zayıf ve uyuşuk bir halde kuytularda saklanan vampirleri bulup öldürmek ve cesetlerini itlaf çukuruna atmak yaptığı işler bütün gününü kaplamaktadır. Artık lüksle, şatafatla işi kalmamış, her şeyi hayatını idame ettirmek için yapar olmuştur:

“Bir zamanlar yemek yemek zevkli bir şeydi… Şimdi sıkıcı geliyor bana. Sadece hayatta kalmak için yiyorum birazcık”

Hatta korku, dehşet, tiksinme gibi duygular bile tarih olmuştur onun için:

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“Onun için “korku” kelimesi artık tedavülden kalkmıştı. Dehşet bile bir süre sonra sıradanlaşıyordu. Robert Neville(Filmde Robert Morgan-Y.N.) için durum doğal gerçeklerden başkası değildi. Herhangi bir sıfatı yoktu.”(3)[/box]

“Öteki” İle Zorunlu Karşılaşma

The Last Man on Earth 05Günün birinde bir köpek görür Robert. Köpeğin hala canlı olması karşısında coşkuya kapılıp onun peşinden gitse de yakalayamaz. Bu arada köpeği kovalarken metal mızraklarla öldürülmüş vampir cesetleri görür ve kendinden başka hayatta kalan insanların da olduğunu anlar. Bir kaç gün sonra köpeği yaralı halde bahçede yatarken bulur. Yaralarını temizler, ona bakar ama eline bulaşan kan örneğini incelediğinde köpeğin de hasta olduğunu görür. Onu da öldürüp ertesi gün gömmeye gider. Köpeği gömerken bir kadına, Ruth’a (Franca Bettoia) rastlar. Kadın ilk önce ondan kaçsa da onunla gelmeye razı olur. Kadının sarımsaktan korktuğunu fark eder. Bir süre sonra kadının hasta olduğunu anlar. Kadın gizlice bir serum enjekte etmektedir kendine. Kadın, hayatta kalan ama mikrop taşıyan bir insanlar topluluğuna mensuptur. Topluluktakiler mikroplu olsalar da bir ilaç sayesinde basilleri izole ederek hayatta kalmayı başarmıştır. Daha da kötüsü Robert rutin vampir avlarından birinde Ruth’un kocasını da öldürmüştür! Bu insanlar Robert’ın varlığından haberdardır. Robert tek başına gündüz dolaşabildiği için bir efsanedir ve tabi ki içlerinden bazılarını öldürdüğünden dolayı korkulacak birisidir.

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“Daha dün gereklilik olarak düşündüğü bir şey için bugün üstü kapalı bir şekilde savunmada olmak garipti. Geçen yıllar boyunca bir kere bile hata yapmış olabileceği düşüncesine kapılmamıştı. Böyle düşünceler, kadının varlığıyla birlikte gelmişti; garip, ona yabancı düşüncelerdi.”(4)[/box]

The Last Man on Earth 06Ruth, Robert’ı gözetlemek ve topluluğun diğer üyeleri evi basana kadar onu oyalamak için gönderilmiştir. Robert, kendi kanından ürettiği antikorları Ruth’a enjekte ederek onu da iyileştirmeyi başarır. Fakat zaman yoktur, Ruth’un klanı bu gece baskına gelecektir.

Geceleyin kamyonlarla gelir Ruth’un klanı. Siyahlar giymiş bu adamlar Mussolini’nin “Kara Gömlekli” milislerini andırır. Önce etraftaki bütün vampirleri öldürürler büyük iştahla.

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“Görünüşlerini sevmemişti, sistemli katliamdan hoşlanmamıştı. Bir şeye zorlanmış insanlardan çok haydutlara benziyorlardı. Spotların altındaki beyaz ve sade yüzlerinde vahşi bir zafer ifadesi vardı. Yüzleri gaddar ve duygusuzdu.”(5)[/box]

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“ “Ama . . . öldürürken . . . yüzlerinin ifadesini hiç gördün mü?” boğazı sarsıldı. “Zevk,” diye mırıldandı. “Katışıksız zevk.” “ (6)[/box]

Robert, her gece kapısına dayanan eski dostu Ben Cortman’ın katledilişini içi burkularak izler. Aynı zamanda kendi yaptıkları ile de yüzleşme fırsatı bulur.  Polis merkezine kaçan Robert, oradan aldığı sis bombalarını kullanarak kiliseye kadar çekilir. Ama kilisede kıstırılarak mızraklanır. Ölmeden önceki son sözleri “Sizi Ucubeler, ben son insanım” ve  “Benden korkuyorlarmış” olur. Kendinin normal olduğunu düşünen ve buna göre davranan birinin birden azınlığa düştüğünü fark ettiği andır bu, iyi ki de hayatının son anıdır. Öteki ile zorunlu karşılaşma gerçekleşmiş ve normlar alt-üst olmuştur.

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“Bu kavrayış aniden onların yüzünde gördüğü şeylerle birleşti -merak, korku, sinik dehşet- ve fark etti ki onlar kendisinden korkuyorlardı. Onlar için o daha önce rastlamadıklan bir bela, hatta artık birlikte yaşamayı öğrendikleri hastalıktan bile büyük bir belaydı. O, arkasında sevdiklerinin kansız bedenlerini varlığının kanıtı olarak bırakan görünmez bir hayaletti. Böylece onların ne hissettiklerini anladı ve onlardan nefret etmedi.”(7)[/box]

The Last Man On Earth güzel bir film olmanın yanı sıra kitaba, olabildiğince, sadık kalan bir uyarlama. Daha sonra çekilen “I am Legend” uyarlamalarından olan “Omega Man” (1971) kendine aşırı güveni olan komandodan bozma bir baş kahraman (Charlton Heston) ve nerdeyse terör örgütü gibi organize olmuş silahlı, mancınıklı, bir örnek giysili vampirleriyle hormonlu bir aksiyon rüzgarı içinde maalesef kötü bir film olarak aklımda kalıyor. “I am Legend” (2007) ise ne kitabın ne de ilk filmin değil “Omega Man”in CGI ve efektli bir güncellemesi olarak boğulup gidiyor. Romanın ve filmin esin kaynağı olduğu başyapıtlar da var. George Romero’nun Night of the Living Dead (Yaşayan Ölülerin Gecesi) (1968) gerek “I am Legend” romanından gerekse The Last Man on Earth filminden oldukça fazla esin alıyor.

The Last Man on Earth 03The Last Man On Earth ise teknik ve parasal kısıtlamalara ve bazı mantık ve devamlılık hatalarına rağmen usta oyuncu Vincent Price’ın başarılı oyunu, yalnızlık ve neyin normal olduğuna dair sorgulamasına yaptığı vurgu ve güçlü atmosferi ile defalarca izlenmeyi hak eden etkileyici bir film olarak hafızamda yer ediyor. Filmin Public Domain’de yer alan orijinal siyah-beyaz versiyonunun yanı sıra biri reklendirilmiş, diğeri de yüksek çözünürlüklü restorasyonlu siyah-beyaz olmak üzere iki sürümü daha bulunuyor. Public Domain’e sunulmuş orijinal versiyonun görüntü kalitesini beğenmeyenler restorasyonlu siyah-beyaz sürümü veya (bence filmin atmosferini biraz bozan) renkli sürümü izlemeyi tercih edebilir.

[box type=”info” align=”” class=”” width=””]

Alıntılar:

(1) Ben, Efsane!, İthaki Yayınları, 2000, Sf. 204

(2) A.G.E, Sf. 208

(3) A.G.E, Sf. 203

(4) A.G.E, Sf. 205

(5) A.G.E, Sf. 225

(6) A.G.E, Sf. 237

(7) A.G.E, Sf. 242

(*) Üzerindeki telif hakları kaldırılarak kamuya sunulmuş eserler.[/box]

blank

S. Özgür Ilgın

1977 Yılında Aydın'da doğdu. Üniversitede bir elin parmakları kadar üyesi olan Felsefe Topluluğunun çıkardığı, iki elin parmakları kadar “tirajı” olan Yitik adlı fotokopi fanzinde öykü ve albüm tanıtımları yazdı.

Blues, Heavy/Rock, Doom, Thrash, Death, Jazz ve Proggressive müziğe bayılıyor. Sergio Leone'yi David Lynch'i, Stanley Kubrick'i, Metin Erksan'ı, Ertem Eğilmez'i, Nuri Bilge Ceylan'ı, Zeki Demirkubuz'u ve Yılmaz Atadeniz'i çok seviyor, sinema ve müzik gibi eğitiminin olmadığı konularda ukalalık etmekten çok hoşlanıyor.

2 Comments Leave a Reply

  1. Güzel bir yazı. Romana sadık, etkileyici bir film olduğu anlașılıyor. Kapitalizm, kendi sonunu getirecek araçlarla çeşitli provalar yaparak, bunun olmasını engellemeye çalışıyor. Post apokaliptik filmlerde de aslında bunu görüyoruz. “Kapitalizm yok edilirse düzen bozulur, bu gördükleriniz gerçek olur” deniyor.

  2. Kitabın bir baskısı daha var: 1971 veya 1972 Milliyet Yayınları – Kara Dizi – Hepimiz Vampiriz

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Atomic Submarine (1959)

türünün meraklılarının kaşırmaması gereken siyah-beyaz bir 1950'ler b-bilimkurgu kült klasiği
blank

Minimal Bir İstila Korkusu: Caught (2017)

Jamie Patterson’ın yönettiği düşük bütçeli Caught, daha ilk sahnesinden itibaren