Hızlı yaşa, hiç ölme!

Vampir olmayı istermiydiniz? Cevabınız hayırsa “THE LOST BOYS”u bir izleyin… Filmin sonunda iyilerin kazanması hiç önemli değil. Motosikletlerle ortada dolaşan, çılgıncasına eğlenen ve asla yaşlanmayan genç vampirleri gördükten sonra kararınız değişebilir. Çünkü tanıtım cümlesinde iddia edildiği gibi; bu filme bakılırsa vampir olmak çok keyifli… ENGİN ERTAN

İyi ve kötü arasındaki mücadele üzerine şekillenen filmleri izlerken kalbimiz iyiden yana olsa da nedense libidomuz genellikle tercihini kötülerden yana kullanır. En klasik ve klişe şekilde sonuçlanıp, iyinin galip geldiği filmlerin çoğunda bile etkileyici kötüler çıkar karşımıza. Filmleri yazan ve yönetenler de bilir ki; hanım hanımcık kızlar değil, “femme fatale”ler daha makbuldür. Aynı şekilde temiz aile çocuklarından ziyade serseri ruhlu erkekler kadınlar için daha caziptir. Örneğin vampir filmlerinin çoğunda vampirler avcılarından çok daha etkileyici, karizmatik ve çekicidirler. Bu yazıda ele alacağımız “The Lost Boys“da da çete halinde takılan, motosiklet kullanan vampirler var. Dolayısıyla filmimiz sinema tarihinin en ilginç ve belki de en “Cool” vampirlerinden birisini karşımıza getiriyor.

Joel Schumacher‘in yönettiği, 1987 tarihli “The Lost Boys”un ilk sahnesinde panayır yerine kurulmuş bir atlıkarınca çıkıyor karşımıza. Hemen arkasından da atlıkarıncada punk saçları ve kulağının arkasına yerleştirdiği sigarasıyla Kiefer Sutherland‘i görüyoruz. Benzer görünümdeki tayfasıyla bir çifti rahatsız ediyor. Bir polis tarafından mekândan uzaklaştırılması ise fazla uzun sürmüyor. Hâlbuki bu polis memuru gençlerden oluşan bir vampir çetesine bulaşmaması gerektiğini bir bilse… Bahsi geçen polis memuru gecenin sonunda arabasına doğru ilerlerken havadan kendisine doğru hızla yaklaşan kimi varlıklar fark ediyor. Ve bir vampir filmi izlemekte olan izleyici yüzünde bir gülümsemeyle bu intikam anına tanıklık ediyor. Kısacası “The Lost Boys” açılışıyla izleyicisini havaya sokuyor.

Az önce anlattığımız sahnenin amacı kesinlikle izleyiciyi korkutmak değil. İzlemekte olduğu filmde bir vampir çetesinin var olduğunu bilen ve kavgaların, polisle yaşanan sürtüşmelerin uzun dişlerle sonuçlandırılacağını tahmin eden izleyicinin, bu tip sahnelerde korkmak yerine gülüp eğlenmesi son derece doğal. Başka bir deyişle “The Lost Boys” iyilerin bir an evvel kazanmasını isteyeceğiniz filmlerden değil. Vampirleri ne kadar sık eylem halinde görürseniz, neşeniz o kadar artıyor. Zaten “The Lost Boys”u bu denli cazip kılan unsurların başında da bu geliyor. Korku filmi öğeleriyle izleyiciyi güldürüp, eğlendiren bir film olması… Elbette filmin kendine has bir fanatik kitlesinin oluşmuş olması ve bir kült filme dönüşmesinde etkili olan başka unsurlar da var. Ama isterseniz önce öyküsünden bahsedelim. Orta yaşlı ve dul bir kadın olan Lucy, oğullan Michael ve Sam ile babasının yanına taşınır. Şehirden Kaliforniya’daki bir sahil kasabasına gelen çocuklar hayatlarından pek memnun değillerdir. Taşındıkları Santa Carla’nın “Dünyanın cinayetler başkenti” diye adı çıkmıştır. Üstelik taşındıkları büyükbabalarının evinde televizyon yoktur. Yine de Michael ve Sam, Santa Car-la’ya uyum sağlamaya çalışırlar. Büyük kardeş Michael gençlerin toplandığı sahilde hoş bir kızı gözüne kestirir, Sam ise bir çizgi roman dükkânını…

Michael’ın ilgisini çeken Star, filmin açılış sahnesinde karşılaştığımız vampir çetesi ile dolaşan bir kızdır ve yem rolünü oynamaktadır. Sam’in daldığı çizgi roman dükkânı ise aslında bir paravandır. Dükkânı işleten Frog kardeşler Santa Carla’daki vampirlerden haberdardırlar ve onlara savaş açmışlardır. Dükkâna gelen müşterilere sadece Batman, Örümcek Adam gibi kahramanların maceralarını değil; vampirler konusunda bilgilendirici nitelik taşıyan çizgi romanlar da satmaktadırlar. Elbette büyük kardeş Michael, hoşlandığı kız yüzünden vampir çetesinin ağma düşmekte gecikmez. Türk filmlerinde ilaçlı kola numarasına maruz kalan kızlar gibi, Michael da kendisine şarap diye sunulan vampir kanını diker kafasına. Ve böylece bir yarı vampir olur. Ağabeyinin vampire dönüşmeye başladığını fark eden Sam, Frog biraderlerden yardım ister. Michael, Star ve Star’ın kolladığı küçük Laddie gibi henüz vampir olmamış yarı vampirler için tek bir kurtuluş vardır. Baş vampiri bulup öldürmek Bu noktada da Lucy”ye asılan yeni baba adayı Max bir numaralı şüphelidir.

Konusundan da anlaşılabileceği gibi “The Lost Boys” son derece eğlenceli bir film. Akılda kalıcı, alıntılanmaya müsait diyalogları (“Stereo ölüm!”) ve oldukça iyi esprileriyle izleyiciyi yaklaşık 100 dakika boyunca kendisine bağlıyor. The Lost Boys “un zaman içerisinde bir kült filme dönüşmesinde etkili olan, başka bir deyişle filmin fanatiklerinin özellikle takıldıkları noktalara gelince.» Filmde Max bir video dükkânı işletiyor ve Frog biraderlerin de bir çizgi roman dükkânı var. Açıkçası popüler kültür referansları ve kült filmler için daha uygun mekânlar düşünülemez. Yüzlerce video kaset kapağı arasında gözlerinizi dört döndürerek Bir gönderme yakalamaya çalışmanız ve Frog’ların dükkanında Batman’in veya Süpermen’in az bulunur sayılan hakkında muhabbetler dinlemeniz mümkün. Sam ve Michael kardeşlerin odaları da hiç fena sayılmaz.

Sam’ın odasında kocaman bir Molly Ringwald posteri var. “The Breakfast Club’dan alınma bir kare var bu posterde. Ayrıca 50’li yıllardan kalma bir B film olan “Reform School Girls’ün afişini ve dolabın kapağında asılı duran hafif erotik Rob Lowe posterini de unutmayalım. Michael’ın odasında ise bir Echo & The Bunnymen posteri dikkat çekiyor. 80’li yılların en iyi New Wave gruplarından Echo & The Bunnymen, filmin soundtrack’inde The Doors’dan yeniden yorumladığı “People are Strange” ile yer alıyor. Bu arada yeri gelmişken genç vampirlerin gündüzleri uyuduktan mağarada bir Jim Morrison posteri asılı olduğunu belirtelim ve filmin oldukça sıkı bir soundtrack’i olduğunun da altını çizelim. Fakat “The Lost Boys”un vaat ettiği tüm bu eğlence sadece belirli bir kesimi etkiledi. Film gösterime girdiği yıllarda eleştirmenlerden hemen hiç ilgi görmedi Çoğunlukla hikayesinin zayıflığı, yola çıktığı fikri yeterince iyi değerlendirememesi ve klişe olması gibi nedenler öne sürülerek eleştirildi. Elbette biç kimse The Lost Boys”un hikâye kurgusu veya karakterizasyon açısından çok iyi olduğunu iddia etmeyecektir. Esas önemli nokta “The Lost Boys’un bunlara ihtiyacı olup olmadığı. Filmde Frog kardeşlerin işlettiği dükkan sayesinde daldığımız çizgi roman dünyası filme genel tonunu da veriyor. Karşımızdaki, peş peşe etkileyici görüntülerin sıralandığı (görüntü yönetmeni Michael Chapman oldukça başarılı), karakterlerin kısa ve öz konuştuğu, iyi bir fikirden yola çıkan, görselleşmiş bir çizgi roman adeta. Filme bu açıdan baktığınızda sundukları fazlasıyla yetiyor.

Filmin adı ise J. M. Barrie’nin “Peter Pan”ına yapılan bir göndermeden geliyor. Asla yaşlanmayan Peter Pan’ın arkadaşlarının ismi filme de adını veriyor. “Tüm gün uyu. Bütün gece parti yap. Asla yaşlanma. Vampir olmak eğlencelidir.” gibi bir tanıtım cümlesiyle piyasaya sürülen “The Lost Boys”un daimi genç vampirlerinin en büyük kozları da belki asla yaşlanmamaları. “The Lost Boys”un asi gençlerinin sürekli genç kalan vampirler olması elbette filme farklı bir boyut katıyor. Kuşak çatışması, gençlerin sorunları gibi konularda ilginç saptamalar çıkacağı izlenimi uyanıyor hatta insanda. Ancak “The Lost Boys” eğlence faktörüne o kadar odaklanmış bir film ki, bahsettiğimiz alanlarda fikir üretmeye pek mecali kalmıyor. Ne yazık ki, The Lost Boys”, benzer şekilde gençlerin sorunlarını konu alan The Wild One”, “Asi Gençlik” veya “Siyam Balığı” gibi filmlerin ayarında değil. Onlar gibi ciddi olmak amacı da taşımıyor. Dolayısıyla, bu asi gençlerin çevreleriyle ilişkileri, sorunlarının veya beklentilerinin ne olduğu konusunda elimizde pek bir ipucu yok. Durum böyle olunca; film belki de gençlik dönemi sorunlarını hiç dile getirilmemiş şekilde bize aktarabilecek ve sağlam bir alt metne sahip olabilecekken yarı yolda kalıyor. Ama dediğimiz gibi The Lost Boys” öncelikle izleyicisini eğlendirmeyi amaç edinmiş ve pek ciddi şeyler söylemeye çalışmayan bir film. Bu durumu kabullendikten sonra da açıkçası hiçbir şeyin eksikliği hissedilmiyor filmde. The Lost Boys” belki bir başyapıt değil… Ancak meraklısını kendisine hayran bırakacak o kadar fazla özelliği var ki, filme aşık olmamak imkansız. Başka kaç filmde “Walk This Way” eşliğinde vampirlerin eğlenen bir grup genci katletmesini izleyebilirsiniz ki? Veya kaç vampirin bir müzik setine mıhlanarak öldürülüşüne şahit olabilirsiniz? İçi kutsal su ile dolu olan su tabancalarını da yabana atmayalım. Sonuç olarak eğer ki iflah olmaz bir ’80’ler tutkunuysanız, korku filmleriyle ama özellikle de vampir filmleriyle ilgileniyorsanız, çizgi roman seviyorsanız ve zımba gibi bir ’80’ler soundtrack’i ağzınızı sulandırıyorsa The Lost Boys” tam size göre. Hatta muhtemelen çoktan filmin fanatikleri arasındasınız. Kaldı ki The Lost Boys” 80’li yıllarda ülkemizde video piyasasında oldukça ilgi görmüş ve 90’lann ilk yarısında da birkaç kez televizyon ekranlarına yansımıştı. Eğer fil¬mi o zamanlar gördüyseniz hafızanızı tazelemek ve tatlı bir nostalji yaşamak için, henüz izlemediyseniz de bir an evvel bu eğlenceye ortak olmak için filmi edinmenin yollarına bakabilirsiniz. Eğer niyetliyseniz; filmin DVD kopyasının ülkemize de ithal edilmiş olduğunu ve DVD satılan büyük mağazalarda ikinci bölge bir The Lost Boys’a rastlamanızın son derece olası olduğunu da ekleyelim.

Not: Bu güzel film incelemesi “Kült Filmler” kitabının yazarı değerli Engin Ertan’a ait… Kendisi bana sinema yazma zevki veren kişilerden olmasına rağmen hem yazışmak hem de yazıyı yayınlamak için gerekli izni alabilmek adına uzun zamandır iletişim yolu aramama rağmen bulamadım. Bu vesileyle yazısını takip ederek bize ulaşmasını diliyorum. Yukarıda okuduğunuz yazı Ayrıca “Sinema” dergisi Ekim 2001 sayısında yayınlanmıştır. Engin Ertan bu dergiye çok farklı bir tat veren kalemdi…

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

1 Comment Leave a Reply

  1. Bu filmin bende de yeri ayrıdır. Zira ortaokul yıllarındaki en büyük eğlencemiz 3 çocukluk arkadaşı olarak hafta sonları film kiralamaktı. Her seferinde “Lost Boys” almayacağımıza and içip, yeni bir film ve yanında kayıp gençlerle videocudan çıkardık. Hatta videocu abimiz için bizler de bu filmle beraber kült olmuşuzdur :) Hâlâ söyler durur…

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Soylent Green (1973)

Soylent Green, distopik gelecek filmlerine meraklıysanız kaçırmayın. Senaryo ise senaryo,
blank

Rogue One: A Star Wars Story (2016)

Rogue One: Bir Yıldız Savaşları Hikayesi, amacını aşan bir film.