2009 yılı mahsulü The Loved Ones, Sean Byrne tarafından yazılıp yönetilmiş olan, Avustralya yapımı bir korku filmi. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olduğunu da belirtelim.

blankLise öğrencisi Brent (Xavier Samuel) yeni yeni araba kullanmaya başlamıştır. Babası ile beraber çıktıkları deneme sürüşlerinden birinde aniden yolun ortasında kanlar içinde biri belirir. Brent, kimliği belirsiz bu adama çarpmamak için direksiyonu kırar ve araba yoldan çıkarak bir ağaca çarpar. Kazada babası ölür. Olayı öğrenen annesi duygusal bir çöküş yaşar ve kısmen de olsa olaydan Brent’i sorumlu tutar. Bu yükü kaldıramayan Brent bir daha araba kullanmaya cesaret edemez. Marijuana ve heavy metal, intihar eğlimleri göstermeye başlayan Brent’in hayata tutunabilmek adına en büyük yardımcılarıdır. Bir de kendisini çok seven sevgilisi Holly (Victoria Thaine).

Aradan altı ay geçer. Mezuniyet gecesi yaklaşmaktadır. Brent geceye doğal olarak Holly ile katılacaktır. Aynı okulda okuyan Lola Stone (Robin McLeavy) Brent’i mezuniyet gecesine davet eder. Brent şaşkın bir şekilde reddeder. Brent, mezuniyet gecesinin olduğu gün geceye hazırlanmadan önce biraz rahatlamak için kendini dağlara vurur. Kulaklıkla dinlediği yüksek volümlü müzik, arkasından sinsice yaklaşmakta olan yabancıyı fark etmesini engeller. Yabancı kendisini bayıltarak kaçırır. Brent kendine geldiğinde mezuniyet gecesinin umduğundan bir hayli farklı geçeceğini farkeder.

Avustralya semalarından çıkan bu şoke edici film, bana “Artık yeni çevrilmiş iyi bir korku filmi izleyemeyeceğim sanırım…” düşüncelerimin ne kadar yanlış olduğunu gösterdi. The Loved Ones, senaryosu göz önüne alındığında çok da farklı değilmiş gibi duruyor. Fakat inanılmaz enerjisi ile bir anda izleyeni ağına almayı başarıyor. Hele Brent’in kaçırıldığı evde geçen 3-4 dakikalık bir kapışma sahnesi var ki, uzun zamandır böylesine heyecan dolu, enerjik, bol kanlı, kısaca Can’ın deyişiyle “bombastik” sahneler izlememiştim. Sadece bu kısmı görmek adına bile izlenmeyi hakediyor.

blank

The Loved Ones elbette bütünüyle sorunsuz değil. Mesela bazı yan karakterlerin gereğinden fazla sahnesi var. Kendi içinde eğlenceli ve seyretmesi sıkıntı vermeyen sahneler olsa bile, öyküye bir faydası olmayan, zaman doldurmak için eklenmiş dolgu sahneler gibi duruyor. Bu da tabii ki hikâyenin aslında uzun metraj olmak için yetersiz olabileceği eleştirisini beraberinde getiriyor. Bunun dışında, sürprizleri öyle çok tahmin edilmeyecek, insanı afallatan sürprizler değil.

Temposu devamlı kâr eden bir şirketin gelir tablosu gibi her daim yükselen bir grafik çiziyor. Daha önce bahsettiğim dolgu sahneler nedeniyle tempo zaman zaman sıkıntılı bir hal alsa bile filmin bütününe zarar vermiyor. Oyunculuklar çok sırıtmıyor. Her oyuncunun yüksek performans gösterip döktürdüğü sahneler var. Kan ve şiddet oranı çok iyi ayarlanmış. O çok bayıldığım kapışma sahnesindeki aşırı şiddet içeren sahnelere izleyici yavaş yavaş alıştırılıyor. Filmin genel temposu gibi şiddet içeren sahneler de süre ile doğru orantılı olarak gittikçe vahşileşiyor. Özellikle müzikleri çok beğendim. Bunda iflah olmaz bir heavy metal dinleyicisi olmamın payı var sanırım.

Sözün özü bu filmi mutlaka izleyin derim ben. Pişman olmayacaksınız. Yazıyı filmin oldukça manidar mesajı ile bitirelim: “Bir kıza hayır demeden önce iki kere düşünün!”

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

3 Comments Bir yanıt yazın

  1. İlgimi çektim. Hem metal müziği hem korku filmlerini seven biri olarak iki kat ilgimi çekti hem de. Teşekkürler. En kısa zamanda izleyip yorumumu yapacağım.

  2. izleyenlere bi sorum olcak film kanlı derken acaba şiddet sahneleri testere gibi filmlerdekine mi benziyor? yani fragmandaki ayağa çivinin girişi ve benzeri şeyler gösteriliyor mu?

  3. Ötekisinemada okumamla ilgimi çeken filmerden biri. Beklentimi pek karşılamadı ama enteresan ve rahatsız edici örneklerden biri diyebilirim. Korku filmlerinde yakın zamanlarda fazlasıyla karşılaşabileceğimiz yüksek refahlı hayat standartlarına sahip psikopat insanların yaşadığı banliyö hayatlarına bir bakış Avustralya’dan geliyor.

    İnsan filmi izlerken bu insanların derdi ne diye düşünmeden edemiyor. Arızalı ruh halleri dışında iyi bir hayat standartına ve yaşama sahip olduğu her hallerinden belli olan insanlar, alıkoydukları insanlara inanılmaz işkenceler uyguluyorlar. Ve hatta onları evlerinin gizli bölmelerinde hapsedip orada insanlıktan çıkartana dek beslemeye devam ediyorlar. Bu hikaye bana yakın zamanda Türk medyasında da manşetlerde yer alan şu haberleri hatırlatıyor.

    http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=338147

    Bu habere benzer örneklere ülkemiz dahil diğer yerlerde de rastlamak mümkün. Belli bir yere özgü değil. Ama insanlığın karanlık taraflarını hatırlatmak adına da önemli.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Vietnam’dan Farklı Bir Hayalet Filmi: The Housemaid (2016)

The Housemaid, Vietnam tarihinin acı dolu geçmişinden bir kesiti bir
blank

Gran Torino (2008)

Gran Torino, Ölüm ile yaşam arasındaki farktan, ırklar ve kimlikler