The Lustful Turk 17Türklükle ilgili klişe niteliklerden biri aşırı maço/hipermaskülen bir libidoya sahip olmaktır. Bilhassa şovenist, milliyetçi anlatılarda “Türk’ün gücü” sadece savaş alanlarında değil yatak odasında da kendini gösterir. Hatta malum, “Türk’ün gücü” zaman zaman istihzayla da olsa daha ziyade ikinci anlamı çağırır. Tarihi macera romanlarında, Karaoğlan ve benzeri çizgi romanlarda, kostüme avantür filmlerinde Türk kahraman düşmanı sadece elindeki kılıcıyla değil, metaforik kılıcı olan penisiyle de fetheder. Hristiyan kadınların, müslüman ve Türk kahramanın cinsel cazibesine direnmesi mümkün değil gibidir. Buna karşın Hristiyan erkekler ya çok zalim, tecavüzcü ya da efemine karakteristikler taşır.

İlginç bir şekilde,  17. Yüzyıldan itibaren Avrupa yazınına bakıldığında Türk/Osmanlı/müslüman erkeklerin batılı tahayyülünde de benzer bir imaj taşıdığı görülebilir. Şarkiyatçı (oryantalist) metinlerde, defaatle haremin nasıl bir yer olduğu ve Türklerin ne gibi cinsel edimlerde bulunduğu anlatılır. Örneğin Britanyalı diplomat Paul Rycaut’un 1668 yılında yayınladığı “Osmanlı İmparatorluğunun Mevcut Durumu” başlıklı kitabı, öncüllerinden farklı olarak sultanın haremini detaylı olarak anlatmaya çaba sarf eder. İçoğlanları, hadımlar ve bakirelerin sultana hizmet için nasıl yarıştıklarını, kadınların onu baştan çıkarmak için çeşitli pozlar verdiklerini, dans ettiklerini ve şehvet sözcükleri telaffuz ettiklerini tasvir eder. Rycaut, haremdeki cariyelerin nasıl yakalanıp saraya getirildikleri, hangi eğitimlerden geçtikleri ve hangi koşullarda yaşadıklarıyla ilgili de çeşitli beyanlarda bulunur.  Rycaut’dan sonra pek çok yazar ve sanatçı da bu konuya ilgi göstermiştir. Elbette bu kişilerin hiçbirinin hareme girmiş olma ihtimali olmadığından anlatılan, resmedilen ayrıntılar çokça hayal mahsulüdür.

Avrupa literatüründe ve imgeleminde gizemli, cazibeli ve erotik bir yer olarak hayal edilen Doğu ve bilhassa harem, 1820’lerden itibaren pornografik bir yaklaşımla resmedilmeye başlanmıştır. Montesqieu ve Lord Byron gibi farklı tarzlarda yazan yazarlar, haremi siyasi zulmün ve cinsel boyunduruğun sembolü olarak resmederlerken, 1820’lerden sonra yazılan Scenes in the Seraglio (1820), The Seducing Cardinal’s Amours (1830), ve bu yazının konusu olan The Lustful Turk (1828) gibi anonim olarak yayınlanmış romanlar bu imgeyi müstehcen bir üslupla ve tüm açık seçikliğiyle yeniden üretir.

Bu yazıda, The Lustful Turk adlı romanı, ondan uyarlanmış 1968 tarihli bir filmi ve ayrıca bu filmin fragmanı ve filmi tanıtım için yayınlanmış bir dergi nüshasını inceleyeceğim. Roman ve bu uyarlamalar arasındaki farklara, temsil edilen “şehvetli” Türk tipine, ve bunun şarkiyatçı literatürle ilişkisine yoğunlaşacağım. Yazının bundan sonraki kısmı sürprizbozanlar içerir.

The Lustful Turk: Bir Roman

The Lustful Turk romanThe Lustful Turk, 19. Yüzyıl başında Cezayir Dayısı Ali’nin haremine esir olarak götürülen Emily Barlow adlı bir İngiliz kadının, nişanlısının kız kardeşi Sylvia Carey’e  yazdığı mektupla başlar. Emily, bir miras meselesini halletmek üzere ailesi tarafından Hindistan’daki amcasının yanına gönderilmektedir. Yolda Cezayirli korsanlar tarafından yakalanınca, Ali’nin sarayına cariye olarak götürülür. Ali, bakire olan Emily’ye tecavüz eder. Genç kadın durumunu kısa sürede benimser ve hatta Ali’yle seks yapmaktan büyük bir zevk almaya başlar. Sylvia’ya yazdığı mektupta kendi başına gelenler dışında Ali’nin haremindeki diğer Avrupalı kadınların yaşadıklarını da aktarır. Bahsi geçen kadınların hepsi bakireyken Ali’nin tecavüzüne uğramıştır, fakat hepsi de ona bir hayranlık besler, hatta artık eskisi kadar ziyaret etmediği cariyeler durumdan üzüntüyle bahsederler. Emily’nin mektubunu okuyan Sylvia, İngiltere’deki ahlaki normların etkisiyle dehşete düşmüş, özellikle Emily’nin Dayı’yla sevişmekten zevk almasından tiksinti duymuştur. Bunu Emily’ye yazdığı bir mektupta belirtir. Bunu öğrenen Ali, Sylvia’nın kaçırılmasını emreder. Kılık değiştirip Fransız bir doktor olduğunu söyleyen Ali, Sylvia’yı kendisiyle evlenmesi için kandırır ve onunla da yatağa girer. Ali’nin gerçek kimliğini ögrendiğinde Sylvia’nın da herhangi bir şikayeti olmaz. Dayı’nın ve cariyelerinin mutluluğu, Yunanlı bir başka cariyenin, kendisiyle anal seks yapmaya çalışan Ali’nin penisini kesmesiyle son bulur. Ali, İngiliz sevgililerine, kesilmiş olan üreme organlarını prezerve edilmiş olarak hediye eder (Emily’ye penisi, Sylvia’yanın şansına da testisleri düşer) ve onları İngiltere’ye geri gönderir. Artık cinsel anlamda deneyimli olan kadınlar, memleketlerindeki koca arayışlarında Ali’nin yerini tutabilecek babayiğitler arayacaklardır.

The Lustful Turk 1828’den itibaren sık aralıklarla yeniden basılmasına rağmen, 1893 yılındaki baskısına kadar pek fazla sirkülasyon görmemiştir. Bunda müstehcenlikten ötürü yasaklanmış olmasının da payı vardır. Roman, 18. Yüzyıldan itibaren popülerlik kazanan gotik romans türüne has kimi özellikleri şarkiyatçı edebiyatın trüklerine ekleyerek, yine popüler bir tür olan “duygusal (sentimental) roman” özelliklerini erotik edebiyata yedirerek, melez bir metin ortaya çıkarır. Gotik romanlarda olduğu gibi bakire kadınları kaçırıp onlara kötülük eden aristokrat bir hain başroldedir. Metin, ayrıca yine gotik ve duygusal romanlarda sıklıkla kullanılan “epistolary” (mektuplar, günlükler ve diğer belgelerle kurgulanan) roman yönteminden faydalanmıştır. Roman karakterler arasındaki mektuplaşmalardan oluşur.

Roman edebi bir üslup ve hayli muzip bir dille yazılmıştır ve cinsel organlar ve edimler için türlü hüsnütabirler kullanılmıştır. Penis sözcüğü hiç telaffuz edilmemekle beraber, ona karşılık, “korkunç aygıt”, “fena motor”, “bekaretin ölümcül düşmanı”, “fildişinden bir sütun”. “şehadetime neden olan alet”, “şaft” ve benzeri ifadeler sıklıkla geçer. Alet, aygıt (instrument), motor (engine), şaft (shaft) gibi sözcüklerin sıklıkla kullanılması, muhtemelen sanayi devrimi sonrası argonun geçirdiği değişime bir örnektir. Yukarıda saydığımız tüm edebi türlerin yanında, The Lustful Turk için belki de “steampunk” etiketini de hazır etmemiz icap eder, fakat buhar/buğu burada haremin kapalı kapıları ardından, bir seks makinesinin sonsuz deviniminden yükselir.

Kitabın janrıyla ilgili tartışmaları bir kenara bırakırsak, bir dizi tecavüz sahnesinden oluşan bu öykünün ilginç bir alt metne sahip olduğunu görürüz. 19. Yüzyılın başında daha halen güçlü bir imparatorluk olarak kabul gören Osmanlı’nın yönetici temsilcilerinin, Avrupalı bakire kadınlara tecavüz etmesi, sembolik düzlemde Osmanlı’nın Avrupa’daki yüzyıllar süren varlığına vurgu yapar gibidir. Bu bağlamda, kitabın sonunda, Yunanlı bir kadının kendisiyle anal seks yapmak isteyen Ali’yi hadım etmesi, Osmanlı’nın Avrupalılar nezdinde bir iktidar kaybı yaşadığına işaret eder. Özellikle 1820’lerde süren Yunan ayaklanmaları düşünüldüğünde, kitabın anonim yazarının bu pornografik anlatı içinde politik göndermeler yapmaya çabaladığını anlamak güç değildir.

Doğu’nun cinselliğini hayal etmek, Batı için Doğu’yu egzotik ve gizemli bir öteki olarak kurmanın ve şarkiyatçı söylem içinde onu boyunduruk altına almanın yollarını açmıştır. Örneğin Cezayir Dayısı’nın anal sekse olan düşkünlüğü, dönemin Avrupası’nda, Türkler arasında yaygın bir durum olarak görülüyordu. Rycaut’nun seyahatnamesi Türklerin sıklıkla hayvanlarla ilişkiye girdikleri, yaygın bir şekilde güzel Hristiyan erkek çocuklarını hadım edip onlarla anal seks yaptıklarını yazar. O dönemlerde, bu tip ilişkilerin Türklerin – daha doğrusu Hristiyan olmayan toplulukların – ahlaki açıdan gelişmemiş, medeni olmayan, barbar halklar olduklarına delalet ettiği kanısı Batı’da bir hayli popülarite kazanmıştır.

The-Harem ve The Pasha

[1820’ler İngiltere’sinden Thomas Rowlandson imzalı iki karikatür.]

Elbette The Lustful Turk’ü beynelmilel siyasete yönelik bir alegoriye indirgemek hata olur.  Zira kitapta sadece Türklerin barbar insanlar olduğunu gösterme çabası değil, Avrupa’nın cinsel politikaları üzerine eleştirel bir bakış da vardır. Doğu’nun cinselliğiyle ilgili yaygın Batılı inanışlardan biri de aşk ve cinselliğin birbirinden ayrı kabul edilen mefhumlar olmasıdır. Müslüman erkeklerin dört eşe sahip olma hakkı ve bunun üzerine bakabilecekleri kadar cariyeye de sahip olabilmeleri, Batılı erkek yazarları bir hayli etkileyen bir durumdur. Dönemin Libertenleri – ki aralarında The Lustful Turk’un anonim yazarı dışında Lord Byron’ı da saymak gerek – için bekarete düşkünlük gereksiz bir ahlaki normdur ve doğal olan şey kadınlar ve erkeklerin böyle ahlaki sınırlamalar olmadan cinselliklerini doya doya yaşamalarıdır. The Lustful Turk’teki Avrupalı kadınlar bekaretlerine o kadar düşkünlerdir ki, bir tanesi evlendikten sonra dahi kocasıyla seks yapmayı arzu etmez, çünkü o kocasının aklına aşık olmuştur! Romandaki tüm kadınların sevgilileri, nişanlıları ve kocaları efemine bir portre çizerler. Cezayir Dayısı Ali, her ne kadar tüm Avrupalı kadınlara tecavüz etse de, her birinin içinde “doğal” olan cinsel güdüler uyanır ve Ali’ye düşkün bir hale gelirler. Kadınların sevgililerinin aksine, o tam “maskülen”dir. Bu da penisinin boyutuna yapılan vurguyla pekiştirilir. Romanın yazarı, böylelikle özgürce, ahlaki normların etkisinde olmadan seks yapabilmeyi, kadınlar üzerinde sorgusuz sualsiz bir hakimiyet kurabilme fantazilerini “şehvetli” ve “barbar” olarak gördüğü Türk karaktere aktarır. Ali, kitabın gotik kötü adamı ve aynı zamanda kahramanıdır – benzer bir etkiyi yaklaşık yetmiş yıl sonra, yine “Doğulu” bir öteki olan Dracula da yaratacaktır.

The Lustful Turk: Bir Film

The Lustful Turk poster1968 tarihinde, erotik ve pornografik edebiyatın bu klasik eseri Amerikalı yapımcılar tarafından filme uyarlanır. Kitap Amerika’da ilk olarak 1967 yılında yayınlanmıştır. Yönetmenliğini B. Ron Elliott takma adıyla Byron Mabe’in yaptığı film, kitaptaki macera sahnelerini hemen hemen tümüyle kesip sadece iç mekanlara ve sevişme sahnelerine odaklanan, son derece düşük bütçeli bir yapım.

Film, ucuz bir yapım olmasıyla beraber, dekorları ve kostümleriyle daha önceki Hollywood yapımlarının betimlediği türden bir Doğu portresi çizmeye gayret etmektedir. Sinemanın erken dönemlerinde, etnografik ve belgesel çekimlerle başlayan, 20. Yüzyıl başlarında, Aladdin ve Lambası, Ali Baba ve Kırk Haramiler ve Rudolph Valentino’nun başrolünü üstlendiği 1921 tarihli The Sheik (Şeyh) gibi yapımlarla devam eden şarkiyatçı bir görsel tasarım kültüründen bahsedilebilir – ki günümüz Batı sinemasında da bunun izlerini görmekteyiz.

The Lustful Turk, animasyon bir açılış jeneriğiyle başlar. Kubbeli binaların siluetleri önünde striptiz yapan bir dansöz ve onu izleyen, sarıklı ve şalvarlı, Doğulu bir adam görünür.  Arka plandaki The Lustful Turk logosundaki yuvarlak ve sivri hatlar, Batı tipografisinde Doğu’yla özdeşleştirilmiş olan görsel bir tarz yaratır. Filmde dış çekimler yapılamadığı için, mekan değişimlerinin ve dış planlarda geçen sahneleri yağlı boya tablolarla gösterirler.

The Lustful Turk 09

Film, kitaptaki gibi Londra’da 1814 yılında başlar. Sylvia, Emily Barlow’un kendisine gönderdiği mektubu okurken, biz Emily’nin üst sesinden yazılanları dinleriz. İngiliz kadınları canlandıran Amerikalı aktrisler, İngiliz aksanıyla konuşmaya çabalasalar da pek başarılı olamazlar. David F. Friedman’ın yazdığı senaryo, kitaptaki metni neredeyse birebir takip eder. Öyle ki, karakterler arasındaki diyaloglar minimumdur. Filmin büyük bir kısmı, oyuncuların canlandırdığı sahnelerin bir üst ses tarafından anlatılmasıyla gelişir.  Bu da filmde gercekçi bir hava olmasını büyük ölçüde engeller.

Film Amerika’da hardcore pornografinin henüz yasal olmadığı bir dönemde çekilmiş olmasından dolayı, sevişme sahnelerinde karakterlerin cinsel organları ya da cinsel birleşme simülasyonu resmedilmez. Cezayir Dayısı Ali ve Tunus Beyi Muzra, altlarında peştemalları olmakla beraber, Avrupalı kadınlarla bol bol öpüşürler. Üst sesin anlattıkları, filmde gösterilenlerin yanında bir hayli pornografik kalır. Erkek karakterlerin kadınların boyunlarını ve göbeklerini aralıksız öpmeleri, Türk sinemasını da derinden etkilemiş olan “boyunculuk” kavramını akla getirir türdendir. Kitaptaki sadizmin ise yalnızca bir kısmını görürüz. Bu özellikle Ali ve Muzra’nın kendilerine itaat etmeyen cariyelerini kırbaçladıkları sahnelerde ayyuka çıkar. Ancak tabii ki, kırbaçlar kurbanların çıplak bedenlerinde herhangi bir iz bırakmaz.

Filmde, kitapta metafor olarak kullanılmış bazı ifadeler çeşitli mizansenlerle gösterilmiş. Örneğin, bekaretin kaybı kitapta bir gülün dalından koparılmasını benzetildiği için, filmde de, Ali’nin tecavüz ettiği her bakire kadın için dalından bir gonca gül kopardığı gösterilir. Yine benzer bir şekilde, Sylvia, mektupta Emily’nin bekaretini kaybedişini okurken kazara bir kadın heykelini devirir ve heykelin başı kırılır. Kamera, kırılmış başa odaklanır. Böylece dönemin İngiliz toplumunda bekaretin ne derece önemli olduğuna vurgu yapmaya çalışılır. Kitapta bu ayrıntılar yer almamaktadır.

The Lustful Turk 01

The Lustful Turk, erotik ve diğer B tipi Türk sineması örneklerine aşina olan izleyicilere çok tanıdık gelecektir. Görsel üslup, farklı kameralar/film stoğu kullanmaktan kaynaklı renk uyumsuzlukları, bazı ilginç “sansasyonel” montaj denemeleri, yakın plan çekimde “kötülükten” şekilden şekile giren yüzler ve genel olarak oyuncuların beden dilleri bu benzerliklere birkaç örnek. Aslında, filmdeki Türk karakterlerin tasvirini, bir Türk sinema izleyicisi olarak, Türk sinemasındaki Bizanslı karakterlerin bir ters yüz edilmesi olarak da okumak mümkün. Cezayir Dayısı Ali’nin attığı kahkalar, saç ve sakal kesimi, giydiği bazı kıyafetler, bizdeki tarihi kostüme filmlerdeki Bizanslı kötü adamların tarzıyla birebir örtüşüyor. Bizdeki milliyetçi söylemde ahlaksız ve sadist Bizanslı, The Lustful Turk’te yerini ahlaksız ve sadist Türk’e bırakıyor. Hem kitapta, hem de filmde Türk karakterler, kadınlara tecavüz edip onlara acı çektirdikçe “Mahomet” olarak telaffuz ettikleri Muhammed’e şükrediyorlar. Böylece, İslam dini de barbarlıkla ilişkilendirilmiş oluyor.

Film sonlara doğru romanın senaryosundan biraz sapar. Aksiyon sahneleri, farklı dekor kullanımı gerektirecek ve öyküyü daha alengirli şekillere sokacak olan Ali’nin Sylvia’yı kandırmasını anlatan kısım tamamen çıkarılmış ve Sylvia’nın kaçırılması ve Ali’ye aşık olması geçiştirilmiş. Kitapta olduğu gibi, öykü bir “anti-climax”le sonuçlanıyor. Tam herkes halinden memnun görünürken, birden bire Ali kızgın bir cariye tarafından hadım ediliyor ve hadım kölelerine “ben de artık sizden biriyim” diyor.

The Lustful Turk’ün film uyarlaması, romanın eline su dökemeyecek türden bir yapım. Sadece meraklısına önerilir.

The Lustful Turk: Bir Fragman

The Lustful Turk’ün fragmanına da değinmek istiyorum, çünkü yapımcılar burada hayli bir postmodern bir iş çıkarmış. Fragman filmden heyecan verici kesitler vermenin ötesinde filmin yaratılış sürecine odaklanıyor. Kurmaca filmlerde yaygın olan gerçeklik duygusu yaratma, “dördüncü duvarı” yıkma gibi emelleri ters yüz eden anlayış var fragmanda.

5 dakika 37 saniye süren fragmanın açılışında, yapımcının kitabı keşfediş süreciyle ilgili bir mizansen yaratılmış. Sırtı bize dönük bir adam, erotik edebiyatın tartışmalı ve yasaklı eserlerini inceliyor. Fanny Hill, Lady Chatterley’s Lover ve son olarak The Lustful Turk kitaplarının sayfalarını şöyle bir çeviren yapımcı/senarist, daktiloda eserin senaryosunu yazmaya koyulur. Böylece fragmanda filmde yer almayan, fakat filmin doğuşuyla ilgili süreci aktaran bir sahne yer almış.

Fragmandaki üst ses, metinle ilgili her şeyi olabildiğince sansasyonel şekillerde aktarmaya özen gösteriyor. Kitaptaki dil kullanımını Shakespeare, Dickens ve Faulkner’la karşılaştırıyor, filmi Arabistanlı Lawrence’a denk tutuyor (“Arabistanlı Lawrence gibi… ama kızlar var”),  “aklıselim” eleştirmenlerin filmi “yetişkinlere yönelik filmlerin tarihinde muazzam bir başarı” olarak nitelediklerini söylüyor ve film çekimlerinde büyük Hollywood yapım şirketlerinden birinin stüdyosunun kullanıldığını belirtiyor. Daha önce böyle bir stüdyoda erotik bir film çekilmediğinden güvenliğin üç katına çıkarıldığına dikkat çekiyor. Tabii bunun filmin içeriğiyle bir ilgisi yok, film kendi kendisinin magazinini yapmak istiyor.

Fragmandaki ilginç bir nokta, filmden sahnelerin yanısıra kamera arkasından bir çok görüntü sunması. Setleri, ışıkları ve kameraları görüyoruz. Kostümlerden ve dekorların gerçekçiliğinden “sahiciliğinden” dem vuruyor üst ses. Saray odalarının birebir kopyasının inşa edildiği öne sürülüyor. Şaşırtıcı değil bu iddialar, zira istismar sinemasında her yol mübahtır.

The Lustful Turk 07

Fragmanın bir yerinde, üst ses şunları söylüyor: “Provalar, kostüm provaları (kamera çıplak bir kadın poposu gösteriyor), çekimler (klaketli bir adam görünüyor), kurgu (kameramanlar ve prodüksiyon ekibi görünüyor), senfonik bir film müziğinin bestelenmesi, aranje edilmesi ve performansı, sayısız yetenekli ve kendini işine adamış teknisyenin ellerinde hayat bulan ve bir sinema filmini oluşturan büyülü sanatlar ve bilimlerin gerçekleştirilmesi…” Bunların neden söylendiği pek belli değil. Evet bir filmin çekiliş süreci basitçe bunlardan ibaret, fakat bundan izleyiciye ne? Film kötü görünüyor, ama bakın çok uğraştık mesajı verilmeye çalışılıyor gibi…

The Lustful Turk 26

Fragmanın son bir dakikasında, üst ses, film çekimlerinde tüm önlemlere rağmen bazen kazaların olduğunu söylüyor ve bu filmde böyle bir kazanın gerçekleştiğini, sesli kameraların bu kazayı kaydettiğini iştahlı bir şekilde anlatıyor. “Şimdi size bu görüntüleri göstereceğiz ki ne fedakarlıklar gösterdiğimizi anlayın” diyerek bu kaza sahnesini sunuyor. Sahnede çıplak bir kadını kırbaçlayan erkek aktör elinin ayarını biraz fazla kaçırınca kadın dönüp “hey man, that hurt!” diyerek onu protesto ediyor. Tüm bu ayrıntılar, fragmanı kısa bir kamera arkası belgeseline çeviriyor, bir anlamda.

Fragmandaki en dikkat çeken özellik de gayet açık saçık yapılan ırkçı beyanatlar… Şu sözler sarf ediliyor:

“Dizginleri olmayan, medeniyetten uzak Barbar Türkler, kırılgan fakat gururlu kurbanlarını soyduklarında ve onları akıl almaz pozisyonlara soktuklarında dehşete kapılacaksınız… Ahlaklarını boş yere korumaya çalışan masumların el değmemiş beyaz bedenleri vahşi, kafir  işkencelere maruz kaldıkça acıyla kıvranacaksınız… Ve bu katil paganlarla karşılaştığınızda korkuya kapılacaksınız.”

Filmdeki şarkiyatçılık gözardı edilir değil elbette, fakat bunu romanın aslına sadık kalmakla açıklayabilir yapımcılar. Fragmanda ise, izleyiciye tanıtım yapan üst ses, kitabın/filmin metninin içinden değil, dışından, metne günümüz gözüyle bakan birinin ağzından aktarılıyor. Bu bakımdan bu söylemlerin savunulur bir yanı yok.

The Lustful Turk: Bir Dergi

The Lustful Turk dergiFragmanla beraber filmi tanıtım amaçlı çıkarılmış olan dergiye de bakmakta fayda var. 1968’de filmle beraber çıkarılmış olan The Lustful Turk dergisi, fragmandaki metni bir önsöz olarak sunup, filmden fotoğraflar, özetler ve repliklerle potansiyel izleyicileri çekmeye çalışıyor.  10 sayfası renkli olarak basılmış ama daha çok siyah beyaz fotoğraflara yer veren dergi, filmi gerçekten olduğundan daha kaliteli ve yüksek bütçeli gibi gösterme konusunda başarılı olmuş.

Dergi fotoğraflar eşliğinde filmi özetledikten sonra, “Kamera Arkası” adlı bir bölümde, çeşitli başlıklar altında filmin çekim koşulları hakkında bilgiler veriyor. “Kamera Ekibi” başlığında, The Lustful Turk gibi “büyük ölçekli” bir filmde bu ekibin ne derece önemli olduğunu vurguluyorlar ve ekibin aktörlerle çalışırken çeşitli fotoğraflarını aktarıyorlar. “Makyaj ve saç” başlığında, yine filmin büyük ölçekli olduğu söyleniyor ve oyuncuların makyajlarına son dokunuşları ve rötuşları kendilerinin yaptığı belirtiliyor. “Rahatlama” başlığında, sahnesi olmayan oyuncuların boş zamanlarında neler yaptıkları gösteriliyor. Kimisi dama oynuyor, kimisi çıplak bir şekilde jeolojiyle ilgili bir kitap okuyor, kimisi kırbaçlarla şakalaşıyor. The Lustful Turk setinde eğlence bitmiyor!

Fragman ve dergi birlikte bir nevi DVD öncesi bir dönemden DVD ekstralarını inceleme hissi yaratıyor.

Sonuç

The Lustful Turk romanı, dönemin politik, ahlaki, kültürel söylemleri hakkında ipuçları taşıyan bir erotik roman klasiği olarak kabul ediliyor. Film uyarlaması ise, fragmanının ve özel dergi nüshasının tüm iddialarına karşın ucuz ve sıkıcı, 19. Yüzyıl başına ait önyargıları 20. Yüzyıl ortasına taşıyan bir tavır sergiliyor. Ultra milliyetçi Türk kostüme avantür filmlerinde gördüğümüz ırkçı tavrın ters yüz edildiğini, kalleş, barbar, tecavüzcü kötü adamın bu kez bir “Türk” (Cezayir Dayısı Ali) olduğunu görüyoruz. The Lustful Turk edebiyatta şarkiyatçılık çalışanlar için önemli bir metin, fakat film uyarlaması, aynı konuyu sinema kapsamında çalışanların mutlaka bakması gereken bir eser olmaktan uzak.

The Lustful Turk 18

Kaynakça:

* Anonymous (1972), The Lustful Turk, Walton Press (Yayın yeri bilinmiyor), 6th Printing.
* Bernstein, Mathew and Gaylyn Studlar (eds) (1997), Visions of the East: Orientalism in Film, I. B. Tauris, London.
* Bernstein, Richard (2009), The East, the West, and Sex: A History of Erotic Encounters, Alfred A. Knopf, New York.
* Marcus, Steven (2009), The Other Victorians: A Study of Sexuality and Pornography in mid-Nineteenth-Century England, Transaction Publishers, New Jersey.
* Teo, Hsu-Ming (2012), Desert Passions: Orientalism and Romance Novels, University of Texas Press, Austin.

blank

Can Yalçınkaya

Müzmin öğrenci, Punk Akademik. Avustralya'da yaşıyor ve Türk sineması ve popüler müziğinde melankoli üzerine çalışıyor. Çizgi romanlar, filmler, kitaplar, fanzinler ve saireyle haşır neşir olmayı, yazmayı ve çizmeyi seviyor.

4 Comments Leave a Reply

  1. Çok güzel bir konu ve çok bilgilendirici, tam paket bir yazı. Can Yalçınkaya’nın kaleminden bal damlıyor adeta. Çok eğlendim ve heveslendim. Belki kitabı bulamam ama filmi elde etmek lazım.

  2. Teşekkürler wherearethevelvets – kitabı da e-book olarak çeşitli sitelerden elde etmek mumkun. Amazon’da sanirim 99 cent’e satılıyordu.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Party ve Birdie Num-Num

The Party filmi, koşullara rağmen, rezil olmaya aldırmadan, kaygısızca “birdie
blank

FPS ya da POV Filmler: Grace ve Hotel Inferno

FPS ya da POV filmler melez yapılanmasının buluntu film gibi