Bunu neden yaptım inanın bilmiyorum. Bir aylık yoğun, sadece kısa anime bölümlerine boşluk yaratılabilen çalışma maratonunun ardından oturup film seyretmeye karar verdiğimde ilk tercihim neden the Mangler oldu, açıklayamıyorum. Bu filmi çocukken Star’da yarım yamalak seyrettiğimi hatırlıyordum sadece. Hep finalinde neler olduğunu merak ederdim ama oturup baştan sona seyredeceğimi hiç tahmin etmemştim. Benim için daha da şaşırtıcı olanı ise filmi beğenmem oldu. Ne yaptın bana the Mangler? Nasıl çeldin aklımı?
The Mangler, Stephen King’in 1972 yılında yazdığı aynı adlı korku hikayesinden bir uyarlama. Konusu mu? Bir büyük çamaşırhanede muhtemelen 19. yüzyılda temelleri atılmış dev bir mengene var ve bu dev mengene yanlışlıkla bir iblis tarafından ele geçiriliyor. Artık mengenemiz çarşaf ütülemenin ötesinde bir amaca sahip. Kan istiyor, et istiyor, kötülük istiyor. Bunu durdurmak da sadece polis memuru John ve onun kayınbiraderi Mark’ın elinde.
The Mangler korku filmi arayan biri için kelimelerle ifade edilemeyecek ölçüde kötü bir film. Bu konuda yeryüzündeki tüm eleştirmenlerle hemfikirim. Diyaloglar çiğ mi? Çoğunluğu. İnandırıcılık? Yok öyle bir şey. Ancak filmi bir korku-komedi olarak değerlendirirsek uzun süredir bir filmden bu kadar keyif almadım diyebilirim. Korku komedi olarak bakınca tüm diyalogların çiğliği ve senaryodaki saçmalıklar bir anda katlanılır oluyor. Aksi takdirde o groteskin sınırlarını zorlayan çamaşırhanenin varlığına nasıl inanabiliriz ki? Ya da insanları sabit duran mengeneye kurban etmek için Tobe Hooper’ın sahneye koyduğu absürt çabaya? The Mangler bugün kesinlikle bir korku-komedi ve eminim ki yapıldığı zaman da Hooper’ın temel gayesi bu yolda bir film olmasıydı ancak yanlış pazarlamanın kurbanı oldu. Hem de öyle bir kurban ki kendisi bugün bir külte dönüşemiyor. Potansiyelini son derece kötü değerlendirdiğine inanılmış, resmen yirmi sene boyunca sadece nefret edilmiş…
Tobe Hooper’ın kafasından geçenleri biraz anlayabiliyorum sanırım. Çok üzerinde düşünülmese de Hooper endüstri/modernizm ile muhafazakarı karşı karşıya getirmeyi seven bir yönetmen. Texas Chainsaw Massacre’ın temel olayı zaten bu idi: kuzeyin/endüstrinin şehirli gençlerinin güneyin korkunç ailesi ile imtihanı… Gerçi Hooper’ın bu çatışmada nerede durduğunu anlamak kolay değil. The Mangler’de içine şeytan girmiş makine ile savaş tamamen bir exorcism kurgusu üzerinden gelişiyor, gerek pagan gerek Hristiyan araçları bu savaşta kullanılıyor tabii. Texas Chainsaw Massacre’da endüstrinin simgesi gençler kurban iken, bu filmdeki simge olan mengene esas seri katil. Belki de Hooper’ın bu çatışmada taraf olma gibi bir derdi yok sadece çatışmanın çekiciliğine kendini vermiş durumda. The Mangler’in en büyük hatası ise bu çatışmayı günümüzde geçirmeye çabalaması. Bir dönem filmi olsa ve otuzlarda geçse hikaye hem çok iyi bir lovecraft atmosferi yakalar hem de daha az saçma bir görünüm alırdı.
Bu arada The Mangler’e yanlı yaklaştığımı söylemeliyim çünkü filmin baş rolünde Ted Levine var ki onu sahnede görünce yüzümden tebessümün eksilmesi mümkün değil. Sekiz sezon boyunca Monk’ta Kaptan Scottlemeyer rolüyle sevgimi kazanmış bir isim kendisi. Açıkçası bu filmi de seyrederken sanki Scottlemeyer’in gençliğinde yaşadığı ve bize anlatmaktan çekindiği paranormal bir macerayı seyrediyormuş hissinden kopamadım. Monk ekibi Levine’ı bu filmdeki polis rolünden ötürü kadroya aldıysa hiç şaşırmayacağım. Ancak muhtemelen bu durum da 1995 yılında filmi geriye çeken öğelerden oldu. Sonuçta Levine bu dönem Silence of the Lambs’taki Buffalo Bill rolüyle ünlenen bir isimdi. Levine’ı ekranda gören seyircinin beklentisi kafayı sıyırmış bir polisti, kimse bir Amerikan Hulusi Kentmen istemiyordu. Nitekim dedektif John gerçekten yanakları sıkılası, haydi nesnel olmaya çalışayım, oturup birlikte rakı içilesi muhabbet edilesi bir karakter. Biraz muhafazakar ama olsun. The Mangler’in kaybı Monk’un kazanımı oldu diyelim.
Robert Englund’ın kötü adam rolüne de çok sert saldırmamak gerekiyor. Freddy Krueger ile Vincent Price arası bir şey gerekiyormuş belli ki, ona da yakışmış. Bu alemde daha kötü performanslar seyrettim, inanın bu kadar sert olmaya gerek yok.
Bence The Mangler’i Tobe Hooper bir sinema filmi değil de on sene bekleyip Masters of Horror’a bir bölüm olarak tasarlasa hepimiz heyecanla seyrederdik. Ve açıkçası pek çok açıdan daha da seyri rahat bir çalışma olurdu o zaman çünkü bu kadar limitli bir hikayeyi yüz dakikaya yaymakta film gerçekten zorlanıyor. Altmış ya da kırk beş dakikada çok hoş, herkesi tatmin eden bir çalışma olabilirdi The Mangler. Gene de 90’lar ruhunuz alevlendi ise ve biraz gore bir şeylere hasretseniz, manasız ve çiğ vahşet sosu da fena olmaz diyorsanız The Mangler fena seçim olmaz, eğlendirir güldürür. Lakin bu kadar kötü şöhretle nasıl iki devam filmi çekilmiş, ne anlatılmış daha onu hala çözemedim. Uzun süre de çözmeye çalışmayı düşünmüyorum. The Mangler tek filmiyle kafidir gözümde.
Yigilante Kocagöz
Vay be Mangler! Bunu neden yaptım deme hiç. Arada bir hatta bol bol yap bunu hocam :)
Ne varsa eskilerde var. Tobe Hooper çok sağlam bir yönetmen, elinden tutan olsa şu an Spielberg kadar üretim yapmış olurdu ama Cannon bataklığına saplandı kaldı. Yazı çok güzel olmuş! Hemen filmi bulup bir kez daha iştahla seyretmeli!