Bir film duyuruluyor, çekiliyor ve gösterime giriyor ama mesele bu kadar basit değil. Bu sistemin önünde pek de görünmemeye çalışan ama yine de çok büyük olan bir pazarlama ve algı yönetimi çarkı dönüyor. Bu çark, filmi izledikten sonra bile etkisini devam ettiriyor. Hatta film hakkındaki kanaatinizi doğrudan etkiliyor. Marslı, bu sistemin dışında kalarak izlediğim filmlerden biri oldu. Eleştirmenler öve öve bitiremese de, bazı çevrelerce yılın filmi seçilse de, Altın Küre’lere, Oscar’lara aday olsa da, benim kanaatim biraz farklı. Çünkü çark.

140 dakikalık film, inanılması biraz güç ama 90 dakikadan kısa hissettiriyor. Bir kaza sonucu Kızıl Gezegen’de tek başına mahsur kalan Mark Watney adlı bir astronotun hayatta kalma ve kurtarılma hikâyesini anlatan Marslı sizi hiç boş bırakmıyor. Bilim insanlarımız mutlu mesut çalışırken fırtına bir anda bastırıyor. Kaza filmin ilk 10-15 dakikasında olmuş bitmiş oluyor. Film hiçbir şeyi sündürmüyor ve olaylar birbirini izliyor. Aksiyon dozu az olsa da, Ridley Scott filmin temposunu yüksek tutarak bunu gayet güzel telafi etmiş. Bu iyi bir şey.

The Martian poster“Tek başına büyük bir mekânda mahsur kalan kahraman” biraz Yerçekimi‘ni (Gravity) andırıyor ama film kesinlikle taklitmiş gibi hissettirmiyor. Zaten mahsur kalan tek bir kişi olsa da filmin kalabalık bir kadrosu var. NASA yönetimi, birkaç mühendislik ekibi, uçuş kontrol ve gemi mürettebatı derken karakter sayısı bir hayli artıyor. Hiçbiri hakkında fazla bir şey bilmiyoruz ama kafalarının nasıl çalıştığı, motivasyonları, sebep sonuç ilişkileri net bir şekilde veriliyor. Dahası, bu karakterler bir filmde görebileceğiniz en iyi kadrolardan biri tarafından canlandırıyor. Matt Damon’lar, Chiwetel Ejiofor’lar, Jessica Chestain’ler ve hepsinden önemlisi Jeff Daniels’lar havada uçuşuyor. Sean Bean, Michael Pena, Kristen Wiig, Kate Mara gibi isimlerden meydana gelen ikincil oyuncu kadrosu bile şükela. Bu daha iyi bir şey.

Marslı, karakterlerin inandırıcılığı konusunda da belli bir düzeyin üzerinde seyrediyor. Hepsi konumuna göre meseleye duygusal veya bir politikacının soğukluğuyla yaklaşıyor. Filmdeki bilim insanları gözlüklü, içine kapanık, inek tipler değil. Birbirleriyle şakalaşan, taşı gediğine koyan, bazen direkt, bazen sinsi ama genellikle işleyen planlar yapan, disiplinli insanlar bunlar. Mantıklı olan da bu. Sonuçta belli bir zekânın üzerinde olan, çok çalışan insanlardan bahsediyoruz. Ama hepsinden önemlisi, filmin Roland Emmerich tarafından türün başına musallat edilen klişeleri de elinin tersiyle itmesi. Marslı’da son saniyede kurtulup “oh” çekmeler, parçalanmış aileler, kahramanın eski karısının filmin sonunda ölecek olan yeni sevgilisi, “milyarlarca insan öldü ama annemle babam yeniden sevişiyor” diye sevinen umarsız veletler yok. Bu da filmle ilgili en iyi şey.

The Martian 1

Peki bu kadar iyi şeyin bir araya gelmesinden neden “çok şey bir şey” çıkmıyor? Veya şöyle sorayım, Marslı, neden kendisini bir araya getiren parçaların toplamından az bir film? Çünkü yukarıda saydığım özellikleriyle türün gerekleri bağdaşmıyor. Tempolu kurgu keyif veriyor, ama hiçbir şey üzerinde fazla durulmamasına sebep oluyor. Sorunların çabuk halledilmesi, konunun çiklet gibi uzatılmaması güzel bir şey ama hiçbir olayın hiçbir karakter üzerindeki etkisini göremiyoruz. Yaşama elverişli olmayan koskoca bir gezegende tek başına kalan kahraman, sadece bir sahnede moralman çöküp kontrolünü kaybetmeye yaklaşıyor ve evet, bildiniz. O da hemen geçiştiriliveriyor. Söz konusu karakteri sevmemiz için yazılmış replikler de bu yüzden, özellikle ilerleyen dakikalarda aleyhine işlemeye başlıyor. Bir musibetle karşılaşıldığında “eyvah, ne olacak şimdi” sorusunun cevabı “Mark Watney yine espri yapacak” oluyor. Sadece kötü olaylar değil, uzun süreli yalnızlık da Watney’nin psikolojisi üzerinde hiçbir etki yaratmıyormuş gibi görünüyor. Filmografisinde Yaratık (Alien) gibi ağır tempolu ve atmosferik bir film bulunan Ridley Scott, burada farklı bir yol izlemiş. Zaten 140 dakika olan filmde karakterlerin psikolojisine eğilip hem daha ağır bir film çekmek, hem süreyi uzatmak, hem de tempoyu yavaşlatma riskini almak yerine daha pazarlanabilir bir film çekmeyi tercih etmiş. Bu yüzden de Marslı hiçbir zaman bir Yaratık olamayacak.

Kısacası film, Roland Emmerich klişelerinden kaçarken doluya tutuluyor. Son sahnesi hariç hiçbir şekilde gerilim yaratmayan film, tıpkı Disney menşeli Zor Saatler (The Finest Hours) gibi bir felaketten “aileyle izlenecek patlamış mısır filmi” çıkarmaya çalışıyor. Bu hedefe de ulaşıyor ve eğlenceli bir film olmayı başarıyor ama türü seven biri olarak tatmin olduğumu söyleyemem. Sanırım Emmerich’le Disney arasına sıkışan felaket filmleri konusunda bir öze dönüş gerekiyor.

Öteki Sinema için yazan: Kaan Zanbakcı

The Martian 2

blank

Kaan Zanbakcı

1976, İstanbul doğumlu. Sinema denen sanatın ne kadar büyülü bir şey olduğunu 1986’da, Şişli Site sinemasında izlediği Return of the Jedi ile farkına vardı. 10 yıldır çevirmenlik yapıyor. Önce Divxplanet bünyesinde, ardından Öteki Sinema’da film eleştirileri yazdı. Sender’in açtığı senaryo atölyelerine katıldı. Hayalî İcraat adında bir bilimkurgu/fantastik sinema sitesi hazırladı ancak o büyüklükte bir siteyi tek başına hazırlamanın zorlukları, hosting firmasının saçmalıklarıyla birleşince 6 yılda büyük mesafe kat eden, 800’ü aşkın makale içeren sitesini kapadı ve Öteki Sinema’ya geri döndü.

3 Comments Leave a Reply

  1. 16. ve 17. yy da yazılmış romanlarda gemi kazasından zor bela kurtulmuş ve bir adada mahsur kalan insanların romanları popülerdi. Etrafı denizle çevrili sonsuzluk hissi. Film insandaki bu yalnızlık korkusunu hissettiriyor. Modern Robinson diyebiliriz onun için. Öte yandan bilimkurgu sinemasının ergenlerle çevrildiği günümüz dünyasında marslı filmi bizler için hazine. Nasa rehberliğinde çekilmiş olması ve gerçeklikle yoğun bağı da önemli tabiki. Ancak elbetteki bu film kız arkadaşınızla ilk buluşmanızda gidebileceğiniz bir film değil.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Nochnoy dozor / Gece Nöbeti (2004)

Sergey Lukyanenko'nun dört kitabından uyarlanan serinin ilk filmi Gece Nöbeti,
blank

Ses Çıkartırsan Ölürsün: A Quiet Place (2018)

Bu filmi izlemeye girerken patlamış mısır falan almayı aklınızdan bile