Başkaldırıyorum, Öyleyse Varım!

The Master posterGünümüzde müzik bir filmin güçlü ve yadsınamaz kanatlarından biri olarak addediliyor ancak filmlerini müzikten bağımsız ve arınmış olarak çeken yönetmenler de mevcut. Michael Haneke’nin bugüne dek herhangi bir yapımında müziğe yer vermemesi ve müziğin sahnedeki yetersizliği kapatmak için sömürülmesini düşünmesi müziğin bir yapımdaki yerini sorgulatıyor. The Master için ise müziğin filme çok farklı bir boyut kattığını ifade etmek mümkün.

Öteki Sinema için yazan: Mustafa Yahşi

The Master, Paul Thomas Anderson’ın yönetmenliğini yaptığı 6. uzun metraj filmi. Anderson’ın aynı zamanda senaryosunu yazdığı filme değinmeden önce kendisi hakkında birkaç noktaya temas etmek istiyorum. Yönetmenin ilk filmlerinin fazlasıyla Robert Altman izleri taşıdığı, keza son filminin de Stanley Kubrick ve Terrence Malick esintilerinin mevcut olduğu söylenmekte. Bununla beraber gösterişçi yönetmen sıfatının üzerine yapışmış olması da cabası.

Filme dönecek olursak, temelde iki insan arasındaki ilişki üzerinden birçok konuya değinen bir yapım var karşımızda. II. Dünya Savaşı sonrası sivil hayata dönüş yapan Freddie Quell (Joaquin Phoenix)’in bulunduğu ortamlarda dikiş tutturamaması (tutturmak istememesi) ve kazara Cause adlı tarikatın lideri Lancester Dodd ile karşılaşması sonrası yaşananlar aktarılıyor perdeye.

Freddie ile Lancaster arasında karşılıklı çıkar üzerine başlayan ilişki bir noktadan sonra farklılaşmaya ve boyut kazanmaya başlıyor. Lancaster’ın Freddie’yi denek olarak kullanması, karakterimizin barınacak bir mekan arayışı görünürde ilişkinin sürme sebepleri. Lakin, Freddie içindeki biat etmeme duygusunu köreltebilecek mi, toplumdışı kalmaya alışmış karakterimiz kendini bulunduğu toplumdan (Amerika) soyutlayıp yeni ve çoğunlukla farklı değerler üzerine inşa edilen topluluğa uyum sağlayabilecek midir? Film bu sorulara cevap aranıyor görünse de çok farklı katmanlara sahip.

Editör Notu: İncelemenin bundan sonrası sürprizbozan içerebilir
ve film izlendikten sonra okunması tavsiye edilir!

The Master 07

Bilinç-içgüdü, duygu-mantık, isyan-sakinlik (sükunet), baba-oğul, sahip-muhtaç gibi birçok evreden geçiyor ikilinin ilişkisi. Filmde birçok tema işleniyor dolayısıyla ancak benim dikkatimi çeken varoluşçuluk konsepti ve bunun işlenişi. Albert Camus başkaldırı yani isyan etmenin insanın doğası gereği olduğunu savunurken Freddie de kendini bu şekilde ifade ediyor, yani duygularını sakınmadan. Bence Freddie de var olduğunu başkaldırışlarıyla ifade eden bir karakter. Lancaster Dodd bireyin bir başkasına ihtiyaç duyacağı ve herkesin bir topluma aidiyetini savunuyor (kendisinin sahibi (master) ise karısı Peggy Dodd (Amy Adams) olarak beliriyor) ve bunun dışında bir yaşam formunun imkansızlığını belirtiyor. Freddie ise belki daha önceden belirlenen kurallara uymanın anlamsızlığından belki de kendindeki aidiyet duygusunun körelmesinden dolayı öteki olarak kalıyor.

Paul Thomas Anderson,bu filmle hem iyi bir senaryo yazarı olduğunu hem de başarılı bir yönetmen olduğunu hissettiriyor net bir şekilde. Kameranın kullanımı ve yakın ölçek çekimler oyuncuların performanslarını sergileyebilmeleri için yeterince alan açıyor, ve yılın en iyi oyuncu yönetimlerinden birine şahit oluyoruz. Karakterlerin gelişimi, The Cause tarikatına herhangi bir önyargı yüklememesi (master’ın kendiyle olan çelişkileri insan olgusuna yapılan vurgu olarak beliriyor) ve sadece kendi yolunu arayan Freddie’nin hikayesini anlatması takdir edilesi. Filmin göreceli olarak nesli kapanan 65mm peliküle olarak çekilmiş olması ise kaliteyi artıran önemli bir nokta. Filmde fark yaratan olarak adlandırılabilecek birçok sahne de mevcut ,benim değinmek istediğim motosiklet ile insanın sınırlarının belirlendiği çöl sahnesi. Freddie burada da rahat durmuyor ve sınırları olmadığını ifade ediyor. Bununla beraber ikilinin köpek ile gözeticisi rolüne büründüğü sahne de ayrıca dikkat çekiyor.

The Master 01

Karakter incelemesine son vermeden önce, birkaç temadan bahsetme gereği duydum. Lancaster’ın kendi düşünceleri hakkında şüpheleri olduğu ve Freddie (hayvansal içgüdünü temsil ediyor karakter) üzerinden düşünceler pozitif sonuç alacak olursa kendisini ikna edeceği, yani kendi efendisinin onun düşünceleri olma ihtimali efendinin gerekliliğini sorgular nitelikte. Filmin kapanış sahnesinde Freddie’nin kendi yoluna devam edişini aksettiren sekans ise efendi ihtiyacını tersliyor.

Filmin, görüntü yönetmenliği ve sahne tasarımı açısından ayrı bir tebriki hak ettiğini belirtmek gerektiğini düşünüyorum çünkü etkileyici sekansların temelinde bu güçler yer alıyor. Film müziği ise Jonny Greenwood tarafından bestelenmiş (Aynı zamanda “we need to talk about kevin” ve “there will be blood filmlerinin de müziğini yapmış”) ve filmi güçlendirmek yerine farklı zemin sağlamış filme. İlerleyen zamanlarda ritimsel olarak bir bütünlüğü olmasa da daha fazla bu/benzeri tarz müziğe eğilimler görüleceğe benzer.

Ufak bir dipnot olarak, filmle ilgili Scientology tarikatına yapılan göndermeler söylentisi olsa da, film birey-toplum ilişkisi üzerinden Freddie’yi anlattığı için üzerinde duyma ihtiyacı güdülmedi.

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Prison (1987)

Korku filmleri ile insanların zorla kapatıldığı alanlar arasındaki ilişki hep
blank

Ayrıksı Bir Vampir Filmi: The Transfiguration (2016)

Yönetmen Michael O'Shea'nin ilk uzun metrajlı filmi The Transfiguration, bu