blankGüney Koreli sinemacı Huh Jung, yazıp yönettiği ilk filmi Hide and Seek (2013) ile beklenmedik bir başarıya imza atmıştı. Yer yer aksiyon öğelerine de göz kırpan düşük bütçeli gerilim filmi, açılış haftasında gişenin zirvesine yerleşmiş, toplamda da beş buçuk milyondan fazla bilet satmıştı. (Eğer izlemediyseniz bu filmi de mutlaka izlemenizi öneririm.) Huh Jung da Güney Kore Sinema Yazarları Derneği (KAFC) tarafından o senenin en iyi yeni yönetmeni (best new director) seçilmişti. Filmin bir de yeniden çevrimi (remake) var ama bu sefer sanık sandalyesinde Hollywood oturmuyor. Jie Liu’nun yönettiği Çin yapımı yeniden çevrim de aynı ismi taşıyor: Hide and Seek (2016). (Orijinali izlediyseniz bunu izlemenize çok da gerek yok çünkü ilk filmin tam manasıyla birebir aynısı.) The Mimic, Huh Jung’un yazıp yönettiği ikinci film.

Hee-yeon ve kocası Min-ho, dokuz-on yaşlarındaki kızları Jun-hee ile birlikte Seul’da yaşamaktadır. Aile beş yıl önce acı bir trajedi yaşamıştır. Küçük oğulları Jun-suh kaybolmuş ve bir daha bulunamamıştır. Hee-yeon, muhtemelen Alzheimer ya da ona benzer zihinsel bir hastalıktan muzdarip kayınvalidesini hastaneden çıkarıp hep beraber yaşlı kadının memleketi olan Busan şehrine yakın Jangsan Dağı eteklerindeki köyde bulunan aile evine yerleşmek ister. Kocasını da ikna ettikten sonra aile yeni evlerine taşınır. Ancak Hee-yeon’un niyeti bambaşkadır. Kaybolan oğlunu son gören kişi kayınvalidesidir ama o da hiçbir şey hatırlamamaktadır. Onu doğup büyüdüğü eve götürürse iyileşme emareleri gösterip bir şeyler hatırlayabileceğini ve oğlunu bu sayede bulabileceğini ummaktadır.

blank

Oğlunun kaybolmasından dolayı kendini suçlayan Hee-yeon, aradan beş yıl geçmiş olmasına ve arada kullandığı ilaçlardan anlaşılan profesyonel yardım almasına rağmen hâlâ acıyla baş etmeyi öğrenememiştir. Min-ho ise acıyı kabullenmiş, kaybı bir kenara bırakıp elindekilerle yetinmeye çalışmaktadır. Kızları Jun-hee ise ilgisizlikten dolayı iyice içine kapanmıştır. Böylesi dalgalı bir ruh hali içindeki ailenin hayatı, Hee-yeon’un ormanda bulduğu küçük bir kızı alıp eve getirmesi ile kökünden değişir.

Kocasının ısrarlarına rağmen kendi adının da Jun-hee olduğunu iddia eden küçük kızı polise götürmeyi reddeden Hee-yeon, onu kayıp oğlunun yerine koyarak acısını dindirmeyi dener. Ancak gizemli küçük kızın akıl almayacak sırları vardır.

blank

Yönetmen Huh Jung, bu filminde Güney Kore’ye özgü yerel bir efsaneyi alıp modern bir korku hikâyesine dönüştürmeyi deniyor. “The Jangsan Tiger” olarak bilinen şehir efsanesine göre Jangsan dağında dolaşan, sivri dişleri ve bembeyaz tüyleriyle dikkat çeken bir kaplan, insan yiyerek beslenmektedir. Avını kendine çekmek için de insan sesini taklit eden bir ses çıkartmaktadır. Gerçekte ne Jangsan Dağı’nda ne de Güney Kore’de bu tarife uygun bir hayvan yaşamadığı biliniyor. Dolayısıyla şehir efsanesinin dallanıp budaklanmış halini esas alan filmde de bir hayvandan (ya da bir canavar veya yaratıktan) ziyade kötücül bir hayaletten bahsediliyor. Bu hayalet, avının tanıdığı ölü veya diri insanların seslerini taklit ederek onları büyülüyor ve yaşam alanı olan mağaraya çekerek avlıyor.

Esas aldığı şehir efsanesini başkarakteri Hee-yeon’un yaşadığı acıyı anlatabilmek için araç olarak kullanan The Mimic, bu yolda diğer bütün karakterleri ihmal ederek birer piyona dönüşmelerine sebep oluyor. Dedektif, kör kadın, filmin başında görünen katil gibi yan karakterler, kendilerine verilen görevleri yerine getirip kayboluyorlar. Katil yanlışlıkla kötücül hayaleti serbest bırakıyor, kör kadın Hee-yeon’a efsane hakkında bilgi veriyor, dedektif ormanda bulduğu kızın gerçekte kim olduğunu söylüyor. İşin kötüsü Hee-yeon’un kızı Jun-hee bile yeteri kadar süre alamıyor. Sanki sadece ormanda bulunan kızın onun adını ve sesini taklit edebilmesi için filme yerleştirilmiş gibi duruyor. Açıkçası filmin zayıf karnı burası ama bu durum göz ardı edilirse geriye müthiş bir işçiliğe sahip, heyecanla izlenen bir hayalet filmi kalıyor.

blank

İllaki dikkatinizi çekmiştir; Batılı filmlerde çocuğu ölen ya da kaybolan çiftler, bir şekilde birbirlerinden ayrılırlar. Bu davranış biçimi neredeyse bir klişe haline gelmiştir bile denebilir. Böylece çocuğun başına kötü bir şey gelirse çiftlerin ayrılması normalleştirilmiştir. Aslında The Mimic de böylesi bir ayrılığın, acı bir trajedi sonrası dağılan bir ailenin hikâyesini anlatıyor. Ne yaparsa yapsın oğlunun kaybını atlatamayan anne, acıyla baş etmeyi başaramıyor. Muhtemeldir ki benzer süreçlerden geçmiş baba ise artık bu kaybı kabulleniyor ve acısıyla beraber yaşamayı öğreniyor. Nitekim film de ayrılık sonrası konumlandırmayı ona göre şekillendiriyor. Kendine göre bir ödül-ceza değerlendirmesi yapıyor.

The Mimic, son yıllarda Güney Kore’den çıkan en iyi korku filmlerinden Train to Busan (2016) veya The Wailing (2016) kadar olmasa bile hemen onların altında oluşturulabilecek bir kategoride yer almayı hak ediyor.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

2 Comments Bir yanıt yazın

  1. hide and seek filmini bayagı begenmistim. bu filmi de hemen izlemeye calısacagım.

  2. Filmin başı iyi gibiydi ama sonu çok saçma bitti, ucu açık bitti hiçbir şey anlayamadık. Bence bunu izleyeceğinize farklı şeyler izleyin önermiyorum!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Hausu / House (1977)

Öncelikle söylemek istiyorum ki uzun zamandır böyle ruh hastası bir
blank

Kült Filmler Zamanı: Onibaba (1964)

Onibaba, üzerinden geçen onlarca yıla rağmen ilk günkü etkisinden bir