ÇÖLDE KUTUP AYISI: İÇEBİLDİĞİMİZ KADAR…
The Misfortunates / Çölde Kutup Ayısı’nın ülkemizde genel vizyon şansını elde ettiği tarih, acıklı bir ironiye tekabulen, içki yasakları konusundaki “aşırı” kısıtlama tartışmalarının kucak noktasını oluşturuyor demek pek de yanlış olmaz ne dersiniz?
Felix Van Groeningen’in yönetmenliğini yaptığı Belçikalı dram/komedi çeşitlemesi olan De Helaasheid Der Dingen, dünya gösteriminde The Misfortunates / Talihsizler adı ile görücüye çıkmış, geçtiğimiz yıl İstanbul Film Festivalinde ise “Şeylerin Boktanlığı” adıyla gösterilerek Altın Lale Uluslararası Yarışma Ödülünü’de sırtlayıp götürmüştü. Geçtiğimiz yılın yabancı film dalındaki oscar adaylığı da, imzasının altındaki diğer başarılar sayesinde oldukça öngörülebilir bir durumdu ziyadesi ile…
Son zamanlarda ağız alışkanlığı bir tabir olan ve artık neredeyse yerli yersiz her komedi-dram çeşitlemesi için sarf edilen “kendini iyi hisset filmi” etiketi, can sıkıcı bir sıklıkla Çölde Kutup Ayısı için de bıkmadan usanmadan sarf ediliyor. Elbette, ergenliğe yeni adım atmış olan Gunther’ın babası ve üç amcasından oluşan saz ekibinin ipe sapa gelmez hal ve hareketleri; aniden parlayıp kısa zamanda sönüşen depresif alevleri bu tanımın karşılığını veriyor, yine de bir tabirin gereğinden fazla kullanılmasının da takipçilere fenalık getirdiğini de kabullenmek gerek.
Groeningen‘in eserine dönecek olursak, her ne kadar babası ve amcalarının “amaçsızca” savruluşlarından mümkün olabilecek minimum hasarla kurtulup yazar olma hayalleri kuran Gunther’in durumunu da dolaylı bir başarı öyküsü olarak değerlendirmek lazım. Bir tarafta annesinin eksikliği sebebi ile “parçalanmış” diğer taraftan üç amcasının varlığı ve -kısmen- sahiplenişi ile birlikte israrla bir arada durmaya çabalayan iki farklı aile var aslında ortada ve her iki ailenin de kesişiminde Gunther yer alıyor. Buradaki “sahipleniş” anlayışı aynı orkestranın çalgıcıları olarak gürültü çıkartmaktan öteye gidemese de…
Genel tabloya baktığınızda, küçük Gunther’da dahil olmak üzere, ana karakterlerin tamamının en iyi yaptığı şeyin kafa çekmekten öteye gitmediğine kanaat getirebilirsiniz fakat kasaba halkının birbirinden ilginç yarışmalarında sergiledikleri belli başlı marifetleri de hesap defterinin bir köşesine karalamak gerekiyor. Filmin tanıtım kampanyasında yer alan ve afişinde de bas bas bağıran çıplak bisiklet yarışı da bu garip yarışmalardan biri.
Strobbegiller (kendilerine yazının bu kısmından itibaren bu şekilde hitap etmek istiyorum) sorumluluk duygusu ile tanışmamış bir elin parmaklarına tekabul eden maço bir erkek grubundan oluşuyor aslında. Büyük annelerinin fazla müdahaleci olmamakla birlikte bu beş koca bebeğe bakıcılık etmesi dışında herhangi bir doğrultuda yol kat etmek niyetinde de değiller. Yarın yokmuş gibi yaşamayı ilke edinmiş olmalarına rağmen yarınlar yeni dertleri yüklenerek kapılarını çalıyor. Kapıyı açtıklarında kendilerini münferit maskeler ile selamlayan bu dertler karşısında geçici sinir krizleri ile kendilerinden geçip yine alkol denizinde kulaç atmaları da kendi içerisinde bambaşka bir döngüye mahal veriyor.
Bütün bu harala gürelenin arasında Gunther’ın seçeceği yollar da çıkmaza giriyor. Zaman içerisinde “eğlenceli gibi gözüken” bu cozutuk klandan kapağı dışarı atabilmek için çabalıyor. Yatılı okul isteği, Gunther’ın sorumsuz babası tarafından pek sıcak karşılanmasa da bütün serzenişlerine rağmen Gunther çıkış yollarını tırmalamaya devam ediyor. Bir arpa boyu yol kat etmemesi kendilerine ilke edinmiş diğer aile fertlerinin arasında sıkışıp kalmak yerine büyümeye çalışıyor fakat kendi yaşadıklarını, çocuğuna yaşatmanın eşiğinden de kıl payı dönüyor. Eğer net bir cümleye ihtiyaç varsa; Evet!
Groeningen’in bu eğlenceli filmi, sulu sepken bir komedi olmamak ile birlikte; sulu göz bir drama dakikalarca malzeme çıkarabilecek bir konuyu, kara bulutların ardına gizlenmeden işlemeyi başarıyor. En “şanslı” karakterinin bile yerinde olmamak için her şeyininizi verebileceğiniz Strobegiller’den keyifle izlenebilecek bir hikaye çıkartmayı başarıyor ortaya. Üstelik Strobegiller’i uzun bir süre hafızanızın güzide sayılabilecek bir köşesini mesken tutacak şekilde sevdirmeyi bile başarıyor.
film çok güzel ama türkçe karşılıklarını hangi salaklar buluyor anlamıyorum.