“Bir Apaçi öyküsü vardır. Adam bir sabah uyandığında rüzgârda bir şahin görmüş. Dışarı çıkmış ve bir daha dönmemiş. Öldükten sonra, ruhlar dünyasında rastladığı karısı nedenini sormuş. O da ‘şahin uçmaya devam etti’ demiş. Sırada her zaman bir şey vardır. Ve o insanı alıp götürür.”

Backdraft (Alev Kapanı, 1991), Apollo 13 (1995), A Beautiful Mind (Akıl Oyunları, 2001), The Da Vinci Code (Da Vinci Şifresi, 2006) ve Frost/Nixon (2008) gibi sağlam filmlere imza atmış olan Ron Howard edebiyat uyarlamalarında (Cinderella Man, In the Heart of the Sea, Ransom) başarılı bir yönetmen, bence en önemli özelliği, hakiki insan portreleri sunmaktaki yeteneği. Cate Blanchett ile Tommy Lee Jones’u bir araya getiren kovboy filmi The Missing (Kayıp, 2003) bunun bir kanıtı.

Açıkçası Kayıp filmini The Homesman (Yolcu, 2014) ile karıştırdığım için izlememişim, benim için bir sürpriz oldu. Aslında film türlü klişelerle dolu, hikâyenin ana akslarından biri (asker kaçağı Apaçilerin genç kızları satmak gayesiyle kaçırmaları) pek inandırıcı değil ama yine de filmin bir albenisi var. Bu albeni büyük ölçüde filmde baba kızı oynayan Tommy Lee Jones’la Cate Blanchett’tan kaynaklanıyor. Karakterleri iyi işlenmiş, aralarındaki gerginliğin gerekçesi inandırıcı. Samuel Jones ile Magdalena Gilkeson arasında üstünden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen kapanmamış bir yara var, bir babanın ansızın terk edip gidişini hazmedemeyen bir kızın hikâyesini izliyoruz ve böylesi bir konunun etkilemeyeceği insan yok denecek kadar azdır.

blank

Aslında Kayıp son derece kanlı bir film. Belki grafik şiddet olarak değil ama olay örgüsü bakımından başından sonuna dek kanla kaplı. En az iki düzine insan birkaç farklı sahnede öldürülüyor, bunların arasında korkunç bir şekilde can verdiğini öğrendiklerimiz de var. Vurulup yaralanan insanlar, kaçırılan insanlar, yaşlı cinayeti, bebek ölümü, kadın cinayeti, intihar, katledilen hayvanlar… Çok kanlı bir film bu ama izlerken dikkatinizi cezbeden bu olmuyor, Ron Howard’ın başarısı, bir tür sürek avı içeren, yaklaşık 30 kişinin hayatını kaybettiği böylesine kanlı bir hikâyenin merkezine hayli dramatik bir baba-kız çatışmasını usulca yerleştirmiş olması.

Ron Howard, Tom Cruise ve Nicole Kidman’lı Uzak Ufuklar’da (Far and Away, 1992) da bunu başarmış, hikâyesinin zaaflarını iki ana karakterin derinliğiyle telafi etmişti. Howard ana karakterlerine hayat veren oyuncuları o kadar iyi yönetiyor ve onlardan o kadar yüksek bir performans alıyor ki şapka çıkarmak lazım. Zaten Ron Howard’ın yönettiği filmlerin bu kadar çok sayıda oyuncu ödülü alması (ya da adaylık alması) tesadüf değil. Kayıp’ta Blanchett ve Jones resmen döktürmüşler, zaten bir anlığına bile inandırıcı olamasalar hikâye çökerdi. Blanchett’ı izlerken içinde biriktirdiği öfkesi size dokunabileceğiniz kadar gerçek geliyor. Korktuğunda, paniklediğinde, sinirlendiğinde ya da ağladığında yüreğiniz parçalanıyor.

blank

Tommy Lee Jones da zor bir işin üstesinden gelmeyi başarmış. Jones daha önce görmediğimiz türde bir rolde, başına buyruk, özgür ruhlu bir adamı oynuyor. Halk arasında ipi kırık denilen türde biri. Kendini hayatın akışına bırakan, geride çoluk-çocuk ne varsa unutabilen biri, hatta beyaz olmayı reddedip bir Apaçi gibi yaşamaya başladığını öğreniyoruz. Jones rolüne büyük bir incelik katmayı başarıyor, insanı meraklandıran bir portre çizmiş. Neyse o olduğunu anlattığı, sevdiklerine/çevresine zarar vermek üzere olduğunu hissettiği ân çekip gitmeyi seçtiğini anlattığı sahne beni çok etkiledi. Bilmiyorum böyle insanlar tanıdınız mı ama bazıları böyledir, karşı koyamadıkları bir çekip gitme isteğiyle yanıp tutuşurlar. Sana bana rasyonel gelmeyen bir istek/dürtü uğruna feda edemeyecekleri hiçbir şey yoktur. Kumar bağımlılığı gibi bir şeydir bu. Jones’un gidişini kendi açısından gerekçelendirdiği sahnede boğazım düğümlendi. O açıklanamaz olanın izah edilmeye çalışılma çabasının gırtlağını zorladığını hissettim, Tommy Lee Jones çok iyi oynamış. İşin ilginci, yazımın başına koyduğum replik, filmin uyarlandığı Thomas Eidson romanı The Last Ride’da yer almıyor.

Kayıp, insan kaçakçılığı, ev baskını, sel felaketi, silahlı çatışma, büyücülük gibi birbirinden ilginç temalar içeren dolu bir film. Yardımcı rollerde Evan Rachel Wood, Aaron Eckhart ve Val Kilmer gibi isimleri görüyoruz ama filmin sürprizi, son derece tehlikeli bir Apaçi büyücüsünü canlandıran Eric Schweig. Chidin’in western filmleri tarihinin en ayrıksı kötü adamlarından biri olduğunu söyleyebilirim, üç ayrı sahnede (toz büyüsü, saç büyüsü, atlarını istediği Meksikalılar) bunu kanıtlıyor. Chidin’in (“Brujo”) yer aldığı tüm sahnelerde gözlerinizi ondan alamıyorsunuz.

Ron Howard’ın gösterişsiz yönetimi James Horner’ın müziklerine çok şey borçlu. Horner klasik westernlerdeki müzikal dokunun harikulade bir çeşitlemesini yapmış. Howard’ın fetiş görüntü yönetmeni Salvatore Totino etkileyici bir sinematografi ortaya koymuş, bilhassa kanyon görüntüleri çok çarpıcı. Kayıp (The Missing, 2003), iki başrolünün, Cate Blanchett ile Tommy Lee Jones’un oyunculuğuyla öne çıkan dikkate değer bir western. Ben sevdim, umarım siz de beğenirsiniz. İyi seyirler…

blank

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Batman: The Dark Knight Returns – Part I (2012)

The Dark Knight Returns, Warner Bros ve DC Comics işbirliğiyle
blank

Kadınlar Korkutuyor: XX / Korku Tüneli (2017)

Korku Tüneli, Türk sinema seyircisinin alışık olmadığı türden bir yapım,