“100 yıl önce Transylvanya karanlık bir çağdaydı. Van Helsing, vampirlerden ve canavarlardan kurtulmamızı sağlayacak savaşçı bir ekip kurdu. Bu ekiptekiler, dünyayı canavarlardan kurtarmaya çalıştılar… Beceremediler!”
Hayır hayır! Artık 80’lerin ne kadar keyifli olduğunun, o yıllara ne kadar büyük bir özlem duyduğumuzun, dönemin ruhunu bitmek tükenmek bilmeyen bir ısrarla çağırdığımızın tekrarına yeniden düşme peşinde değilim! Ama itiraf etmeliyim ki, 80’ler ve 90’lar bu gün geriye baktığımızda ağzımızdan düşmeyen “keşke” kontejyanını büyük bir hoyratlıkla işgal etmeyi sürdürecek gibi gözüküyor!
Öteki Sinema için yazan: Fatih Yürür
Yönetmenlik kariyerine Night of the Creeps filmi ile başlayan Fred Dekker’ın, kısa filmografisinin incisidir Monster Suqad… 90’lara Tales From The Crypt adlı kült televizyon dizisi ile giriş yapan Dekker, Robocop serisinin en rezil halkası olan üçüncü filminden sonrai kameranın ardından elini eteğini çekmek zorunda kalmıştı. Bu sebeple Dekker’ın bahsi geçtiğinde aklımıza ilk etapta, VHS döneminin cevheri olan The Monster Squad ve senaristliğini yapmış olduğu House filminin gelmesi oldukça normaldir.
VHS döneminde, ülkemizde filmin azımsanamayacak bir izleyici kitlesinin olduğunu söylemek gerek. Her ne kadar popülarite kat sayısı, The Goonies ya da Teen Wolf gibi türdeşlerinin bir adım gerisinde kalsa da, hem teknik anlamda hem de içerik anlamında bu gün bile göz okşadığını söylemek mümkün. Hele ki Hammer filmleri ile, Stephen Sommers’ın bol efektli curcunası olan Van Helsing arasında kalan uzunca dönemde, kendi yol ayrımını oluşturmuş ve korku konsepti ile aile komedisi anlayışını başarılı bir kolaj haline getirir. Ayrıca Show Tv’nin yayın hayatına başladığı ilk zamanlarda “Korku Kulübü” adıyla; video piyasasında ise “Canavarlar Takımı” adıyla izleyici ile buluşmuştur film.
The Monster Squad, 80’lerin bileşenlerinin tamamına içeriğinde yer verir. Nasıl ki, Scream serisi, teen slasher furyasının klişelerinden besleniyorsa; The Monster Squad da Hammer korkularının klişelerinin hemen hemen hepsini kendisine kaynak alır. Hatta yeni başlayanlar için, hızlandırılmış bir Hammer Korku Tarifi, niteliği bile görebilir. Bu tarifin içinde neler yoktur ki! Dracula, Kurt Adam, Frankestein’ın Canavarı, Mumya, ürkütücü komşular, amuletler, büyüler, geçitler, bakireler ve olmazsa olmaz gözüpek yumurcaklar, ağaç evler, macerası eksik olmayan banliyolar…
Sean, Patrick, Del ve Rudy olası bir canavar saldırısı karşısında ne yapacaklarını bilen ve canavar öldürme yöntemlerine kafayı takmış kafadarlardır. Adet olduğu üzere, Dracula, Van Helsing ile yapılan savaşın ardından kendisini yeniden toparlar ve dünyayı ele geçirmek üzere en ünlü canavarlardan oluşan bir takım kurar. Fakat Dracula’nın önünde büyük bir engel vardır. Van Helsing’in el yazmaları, Sean ve ekibinin eline geçmiştir. Dracula, bu görev için –niyeyse- Frankestein’ın canavarını görevlendirir. Fakat Frankie, çocukları öldürüp, kitabı almak yerine; onlarla dost olur. Emektar vampirimizin başka alternatiflere yönelmesinin zamanı gelmiştir artık!
Bu arada, yumurcakların kurmuş olduğu Canavar Avcıları ekibi de, tıpkı Hayalet Avcıları gibi, kasabanın çeşitli yerlerinden gelen ihbarlar üzerine canavarların köklerine kibrit suyu ekmeye başlarlarlar. Dracula, karanlıklardan sıyrılıp oyuna dahil olduğunda ise, işler biraz daha ciddiye biner. Yumurcaklar, takım ruhunun gazı ile gecenin yaratıklarını geldikleri yere postalamak için kolları sıvarlar.
Kendi tandansı içerisinde 80’lerin çocuklarına hitap eden en keyifli filmlerden biridir The Monster Squad. Stephen King’in, kitaplarına bol bol meze ettiği, ya da Spielberg sinemasının en önemli beslenme kaynaklarından biri olan “Kötülerin ve canavarların üstesinden gelen çocuklar” temasının en eğlenceli halidir. Duncan Regehr’ın Dracula güzellemesi zaman zaman itici gelse de, Tom Noonan’ın çizdiği Frankestein’ın Canavarı portresi, dönemin çocuklarının sempatisini kazanmıştır kuşkusuz.
Dönemin filmleri göz önüne alındığında, The Monster Squad, teknik ve görsel işçiliği ile pek çok benzerinin arasından sıyrılmaktadır. Pek çok defa televizyona da uyarlanan hikaye, 2007 yılında “Monster Squad Forever!” belgeseli ile, yıllar sonra yeniden 80’lerin çocukları ile buluşur. Hem yapım süreci, hem de 80’lere dair konsantre bir bakış sunan belgeselin, popülaritesi de, filmin değerinin anlaşılması konusundaki gecikmeyi toparlar niteliktedir.
Son tahlilde, The Monster Squad, çocukluğunu ya da gençliğini 80’lerde yaşamış olanların, kendilerine bir kere daha şanslı hissetme sebebidir diyebiliriz. Soğuk bir kış günü, dolaptan ya da çatı katından gelecek tıkırtılara aldırış etmeden, keyifli bir nostalji yaşamanız için de dört dörtlük bir alternatif.
The Monster Squad Trailer
Bayilirim bu filme, cocuklugumun favorileri arasinda buyudugumde halen sevdigim nadir filmlerden. Shane Black’in senaryosu konsepte kiyasla cok cok iyi. Arkadaslarim ve esim Goonies’e bayilir ama bence Monster Squad Goonies’den cok daha iyi. Hazin bir trivia: Horace (Fat Kid degil, ismi Horace!) canlandiran oyuncu zaturreden olmus bir kac yil sonra ne yazikki.
Ne güzel, ne hoş filmdir Tanrım.
Bazen bana yaşattığı nostalji için mi seviyorum diye düşünürüm, ama hayır, dolu dolu bir filmdir bu. Hem eğlencelik hem de benim izlediğim yaşalarda izlediyseniz korkunçtur da (Ben çocukken korkmuştum). Yönetmenin Night of the Creeps filmi de aynı şekilde nefes nefese izlenir, içinde yok yoktur.
Nedense belli bir yaştaki korkuseverlerin hepsi bu filmi izlemiştir ve taparlar bu filme. Frankenstein’in canavarıyla küçük kızın dostluğu gözlerde hafiften dolmaya sebep olur.
Video kasedin kokusu, kılıfından çıkarmanın hazzı, videoplayer’a konunca ilk başta makineden gelen o hışırtı-tıkırtılar ve televizyondan gelen hafif oynak, kayan renklerle başlayan film… Anlatılmaz, yaşanır.