Gizli bir görev için Afganistan’a gönderilen CIA ajanı Benjamin Keyes, hepsi işinin uzmanı bir grup Asker ve gönüllü Afgan rehber Abdul ile Afganistan’ın içlerine Taliban’ın bile girmeye cesaret edemediği bir bölgeye gider. Görünürdeki amaç Taliban’a karşı direniş oluşturmak için cemaatin ruhsal lideri Muhammed Abban’ın desteğini sağlamaktır ama Abban’ın inzivaya çekildiği dağlarda ekibi Taliban’dan bile korkunç bir düşman beklemektedir.
The Objective, sinemalarımızın kıyısına köşesine uğramayan ama tür meraklılarının mutlaka ilgisini çekecek bir film… The Blair Witch Project ile bütçesiz bir korku filmini en iyiler arasına sokan ve peşinden gelen sinemacılar için güçlü tarifler hazırlayan Daniel Myrick’in bu son projesi başlangıcından beri ilgimi çekmekteydi.
The Objective, politik sosunun altında müthiş bir X-Files öyküsü barındırmakta… Şahsen içinde korku, doğaüstü fenomenler ve bilim kurgu ögelerini barındıran filmleri çok severim. Bu birleşimin başka bir başarılı örneği Event Horizon idi. The Objective‘in merak duygusu Event Horizon örneği kadar güçlü olmasa bile Afganistan’ın tekinsiz doğasının müthiş bir şekilde aktarıldığı geniş alan çekimleri ile epey görsel bir ziyafet sunuyor.
Film, Afganistan coğrafyasına çok benzediği için Fas’ta çekilmiş… Fas, filmciler için cazip bir plato olma görevini sürdürüyor. Tabi eldeki malzemenin çok başarılı işlendiğini söylemek güç… Filmin ilk yarısı inandırıcı oyunculuklar ve giderek derinleşen doğaüstü bir tedirginlik duygusu ile devam etmekte, özellikle mağarada yaşayan yaşlı afganla karşılaşmaları ve ekibin o gece başına gelenler izleyiciyi koltuğundan zıplatacak kadar iyi ama bu aşamadan sonra film yeni bir şey sunmayarak sıkıcılaşmaya ve sermayeden yemeye başlıyor. Türün özellikle takipcisi olanlar belli bir doyumla sonuna kadar gideceklerdir ama sabırsız “yeni sinema seyircisi”nin o kadar toleranslı davranacağını düşünmüyorum. sinemalar.com okurları filmi taşlamak için sıraya girmişler neredeyse… Çoğu The Objective‘i 1.5 saatlik bir vakit kaybı olarak görüyor ama bana göre bu filmde çok daha fazlası var.
Eldeki malzemenin iyi işlenmediğini ve pek çok fırsat kaçırıldığını kabul ediyorum ama bilimkurgu ile harmanlanmış bir Ecinni öyküsünü izlemek, doğu kültürünün fenomenlerini sinemada görmek… bunlar bence önemli şeyler.
Filmin bir cin hikayesini anlattığını şu örneklerle tesbitleyebiliriz;
1- Mağaradaki yaşlı adam aslında yaşlı bir büyücü ve cinlerle temas kurabiliyordu. Çıplak gözle görülmeyen bu yaratıklar ekibin gece görüş kameralarına takıldı. Yaşlı adamın ekibin mataralarına doldurduğu su daha sonra kuma dönüştü ki cinler yiyecek ve içeceklerini kumları dönüştürerek sağlar
2 – Cinlerin ölülerin cesetlerini parçalayıp yeme hikayelerinden ekibin bir üyesi de nasibini alıyor.
3- İslami referanslara göre cinlerin sesi, vızıldayan bir arı şeklindedir. Filmde de doğaüstü olaylar yaşandığında vızıldayan bir helikopter sesi duyuluyor.
4- Garip ışıklar; Ezoterik kayıtlarda cinlerin sürekli yer değiştiren ışıklar şeklinde gözüktükleri rivayet edilir.
5- Manyetik fenomenler: Eski bir Arap hikayesi Fas’ın ortasında “yeşil ada” denen bir bölgeden bahseder. Cinler tarafından kaçırılan insanlar buraya getirilmektedir. bu şekilde yeşil adaya giden biri döndükten sonra adanın haritasını çıkarır ve yıllar sonra modern araştırmacılar tarafından yapılan araştırmalarda bu adanın koordinatlarının Bermuda Şeytan üçgenine denk geldiği saptanır.
5- Cinlerin gerçeği gizli tutmak için gizli telepatik yetenekleri vardır ve filmin sonu da bu gücün uygulanışına işaret eder. (IMDB kullanıcı yorumlarından…)
Yine filmde bahsedilen Hint fenomeni “Vimana” ile ilgili şöyle bir referans var ki okurlarımızdan birinin yolladığı bu linkteki bilgiler filmi daha iyi açıklıyor.
Eski Hindistanda ufolar (vimana)
Hindistan’ın ulusal destanı Mahabharata, aslında bir şiirdir ama çok büyük ve karmaşık bir şiir külliyatı olarak düşünülebilir. Sözcük sayısı ” Mesnevi ” den çok daha ötededir ama büyük olasılıkla tek bir kişitarafından yazılmamıştır.Sanskritçe yazılmış olan Mahabharata şimdiye kadar yazılan en uzun şiirdir ” Stanza ” denilen yüz bin kıtadan oluşur yani Ansiklopedi Britannica ‘nın tamamı kadardır. Bazılarına göre MÖ3-5. yy aralarında yazılmıştır, bazılarına göre MS.4.yy ‘da derlenmiş, bazılarına göre ise çok daha eskilere 19-20.000 yıl evvel yazılmıştır. Hintlilere göre Mahabharata’da olmayan bir şey hiç bir yerde yoktur. Batı dünyası bu inanılmaz dev destanı ancak 18. yy’dan sonra tanımıştır o da destanın sadece küçük bir bölümü olan 1785’de Londra’da Charles Wilkins çevirisiyle yayınlanan “Bhagavadgita”dır. 19.yy’ da doğubilimci Hippolyte Fauche, 200 kişilik bir ekiple tüm destanı Fransızca’ya çevirmeye başladı ama ömrü vefa etmedi. Sonuçta eksiksiz çeviri 20.yy’ın başlarında yine Hintliler tarafından Bombay’da gerçekleştirildi.
Mahabarata’ dan Alıntılar
Sanskritçe’de ” Maha ” büyük ve her şeyin toplamı anlamına gelir; ” Bharata ” ise komünyel bir isimdir veya bir bilgeliğin tanımıdır. Daha öte metafizik yorumlarda sözcüğün ” insan ” anlamında olduğu da söylenir; bu bağlamda ” insanlığın öyküsü ” yazılmıştır.Destanda anlatılan dev savaş öncelikle Klanlar arası bir çatışma gibi görünse de, aslında tüm gezegenin egemenliği yolunda bir kavgadır ama sonunda öyle bir savaş başlar ki, tüm evren yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Savaşta kullanılan silahlar hem dünyasal ( Ok, balta, kılıc, mızrak gibi ) hem de tanrısaldır ( işınlar, atomik silahlar, uçan araçlar gibi ) Bir bakışa göre, Mahabharata en eski bilim kurgu örneğidir ve zeki canlılar arasındaki bir anlaşmazlığı bir savaşı ve günümüz teknolojisinin çok ötesinde silahların kullanıldığını anlatır. Örneğin bir bölümde içinde destanın kahramanlarından olan Krisnha’ nın da bulunduğu Vrishni ‘ler Salva adlı kötü bir güçle kuşatırlar. Bunun üzerine zalim Salva, her yere gidebildiği Saubha adlı arabasına binerek “yükselir” ve sayısız cesur Vrishni genciyle birlikte tüm bir kenti harabeye çevirir. Saubha adlı araç daha önceki bölümlerde anlatıldığına göre savaşın yönetildiği bayrak gemisidir ve Salva’nın kentinde bulunmaktadır. Yani oradan kalkıp savaş alanına getirilmiştir.Buna karşın Vrishni savaşcılarının da benzer silahları vardır; Pradyumna adlı kahraman özel bir silah kullanır bu silah en yüksekteki tanrıları dahi durdurmaktadır;silah için ” Savaş alanındaki hiç bir insan onun oklarından kurtulamaz ” tanımı yapılır ve Salva Krisnha’ya doğru gider Krisnaha gökte Salva’yı izlemeye başlar fakat Saubha adlı araç göklere özgün tanımla adeta yapışmıştır. Krisnaha tüm silahlarını durmaksızın fırlatır; roketler, misiller, mızraklar,çiviler, savaş baltaları, üç yüzlü oklar, alev püskürtücüleri vb… Gökte yüzlerce ay ve güneş belirir, yüzlerce yıldız doğar. Ne gece ne de gündüz vardır zaman anlaşılmaz.
Radyoaktifin Reddedilemez Tarifi
Krisnha’ nın Salva ‘nın saldırılarını savuşturmak için kullandığı silahların seslerinin anlatımı, aynen günümüzdeki antibalistik roketlere benzemektedir; ” Onları savuşturdum, bir hayal gibiydiler. Hızla vuran sütunları yolladığımda, gökler parladı ve parçalara ayrıldılar. gökte büyük gürültüler oldu ” ve sonra Saubha’nın görünmez olduğu anlatılır sanki Krisnha hedefi hiç şaşırmayan akıllı bombalar kullanmaktadır. Bu arada atılan bir okun ” Roketin ” sesiyle savaşçılar ölürler Salva’nın askerleri ” Danavalar ” acı çığlıklar atarak yerlere düşerler onları güneşe benzer parlaklığı olan okların sesi öldürür. Saubha kaçmak için saldırıya kalkışır, o zaman Krisnha ” özel ateş silahı “nı kullanır bu silah güneş şeklinde halesi olan bir disk şeklindedir. Ve disk Saubha’yı ikiye böler ” kent ” gökten yere düşer ve Salva ölür. Bu olay Mahabharata’nın sonudur. En garip silahlardan birisi Pradyuma’nın kullandığı özel oktur; bu okun öldürücü gücünden hiç kimse tanrılar dahi kaçamaz. Agneya’nın kullandığı silah ise dumansız ateş okudur “yoksa ok yerine ışın mı demeliyiz”. Derken savaş alanına birden bir karanlık yayılır,kimse çevreyi göremez ama gece olmamıştır vahşi bir rüzgar başlar, bulutlar kükrer, gökten toz ve çakıl taşları yağar doğa dengesini yitirir, güneş gökte sallanmakta, dünya titremekte, korkunç silahtan yayılan kavurucu sıcaklık, her şeyi yakmaktadır. Filler alevler içinde, çılgın gibi oradan oraya koşuştururken, diğer canlılar buruşarak yere düşmektedir, vahşi ışınlar gökten yağmur gibi yağmaktadır. Ve ateş fırtınasının yanı sıra Gurkha ‘nın silahının sesini duyanlar da ölürler. Bütün bunlar sanki nükleer bir patlamanın yanı sıra radyoaktif çöküntünün birebir tarifi gibidirler.
Mahabarata ve Vimanalar
Gurkha’nın çok hızlı ve güçlü bir Vimana’ sı vardır; Vrishni’lerin ve Andhaka’ların üç kentine uçar ve saldırır evrenin tüm güçünü taşımaktadır. Duman ve ateş sütunları fışkırtır, on binlerce güneş parlaklığında ışınlar yayarak yükselir Vim ana’nın ” Demir şimşek ” diye tanımlanan süper bir silahı vardır, her iki aşiretten sayısız insanı ve kentleri küle dönüştürür. Cesetler tanınmayacak kadar yanarlar, ölmeyenlerin şaçları ve tırnakları dökülür, çanaklar, çömlekler kendi kendilerine kırılırlar, yiyecekler zehirlenir. Kaçmaya çalışan savaşçılar ve eşyaları küllerle yıkanmaktadır. Nedir bu silahlar? Başka hiçbir mitolojide böyle bir tanım yoktur, yıldırımlar, şimşekler vardır ama ötesi yoktur. Bunu anlamak şu anda mümkün değil; umudumuz zamanla öğrenmek. Destan’da anlatılan olaylar gerçek midir ? yani fiziksel midir ? Yoksa metafizikçilerin yaklaşımıyla simgesel midir? 1944 yılında Paris Üniversitesi Hint Uygarlığı Enstitüsü’nden Emil Senart’ın özgün çevirisi olan “La BhagavadGita” böyledir. ( Ruh ve made yayınları 1995 ). Türkçe çevirinin ön sözünde Ergün Arıkdal şöyle der “. .. o halde insan kendiyle, maddenin hakimiyeti ile savaşa hep devam etmektedir. “Galiba her ikisi de doğrudur yani Mahabharata hem çok uzak geçmişte kaybolmuş bir uygarlığı ve belki de yaşanmış en büyük savaşı anlatmakta, hem de dev bir ruhsal öğretiyi içermektedir.
“Puspaku adlı araç güneşe benziyordu ve kardeşime aitti, onu Ravan’dan almıştı, uçuyordu ve mükemmeldi, istenilen her yere gidiyordu, Lanka kentinin göklerinde uçarken parlak bir buluta benziyordu” Ramayana Destanı
Salva’ nın aracı çok gizemliydi, gökte bazen görünüyor bazen de kayboluyordu. Yani görünmeme yeteneği vardı; Yadu Hanedanı’nın savaşçıları bu garip aracı bir türlü tam olarak algılayamadılar; bazen yerde bazen gökte beliriyor sonra birden bir tepeye veya bir ırmağın kıyısına konmuş olarak ortaya çıkıyordu. Bu uçan harikulade araç, gökte bir ateş fırıldağı gibi dönüyor ve bir an bile yerinde durmuyordu” Bhaktivedanta, Swami Prabhupada, Krsna
“Kralım; uçan araç mükemmeldi, Şeytan Maya tarafından yapılmış ve bir savaş için gereken tüm silahlarla donatılmıştı.Hayal edilmesi ve anlatılması imkansız bir araçtı; görünmezlik özelliğine sahipti. Oturulan yerde koruyucu bir şemsiye ve serinletici bir güç vardı. Mihrace Bai’ nin çevresinde kaptanları ve kumandanları bulunuyordu; geceleyin gökte yükselen bir ay gibi görünüyor, her yönü aydınlatıyordu”. Swami Prabhupada, Bhaktivedanta, Srimad Bhagavatam
“Pushpaka bir gök arabasıydı, insanları Ayodhya kentine taşıyordu.Gök bu harika uçan araçlarla doluydu, gece karanlığında yaydıkları sarımtırak göz kamaştırıcı ışık göğü aydınlatıyordu.” Mahavira of Bhavabhuti ( 8.yy dan kalma bir jain yazısı)
“Vata’ nın arabası ne görkemli; gök gürültüsü gibi ses çıkarıyor, göklere dokunuyor; parlak bir ışığı var; kırmız göz kamaştırıcı ve alev gibi ; bir girdap gibi dönerken, dünyanın tozunu kaldırıyor” Rigveda ( Vata bir Aryan rüzgar tanrısı)
“Bir zamanlar Kral Citaketu , kendisine Tanrı Vişnu tarafından verilen parlak ve ihtişamlı bir uçan araçla dış uzaya yolculuk yapar ve Tanrı Şiva’ yı görür…Oklar ışınlar “Şiva tarafından yollanır. Işınlar güneş benzeri bir küreden fışkırır ve içinde yaşanan üç gök aracını kaplar ve o araçlar bir daha görünmezler”. Srimad Bhagavatam VI, Canto, Bölüm 3
Ufoloji ve Vimanalar
” Batılılar tarafından Güney Hindistan’daki bir tapınakta bulunan antik Sanskrit metinlere göre, Vimanalar uçan tüm araçların en üst noktasıydılar.İtalyan bilimci Dr. Roberto Pinotti 12 Ekim 1988’de Bangalore’da yapılan Dünya Uzay Konferansı’nda yaptığı konuşmada Hindu antik metinlerinde tanrılarla insanlar arasında yapılan bir savaşın anlatıldığını belirtti. Piontti metinlerde bir destan olarak bakılmasını istiyor ve göklerde pilotların kullandığı silahlı uçan araçlarla yapılmış bir savaşın açıkça anlatıldığına dikkat çekiyordu. Kullanılan silahlar, savunma ve saldırı amaçlıydılar; yedi ayrı mercek ve ayna sistemlerini içermekteydiler.Örneğin pilotları ” kötü ışınlar “dan koruyan ” Pinjula Mirror ” bir ” Görsel ayna ” idi; Marika adlı silah düşman araçlarını vuruyordu.Sonuçta Dr.Pinotti bu antik silahların bugün kullandığımız Laser teknolojisinden çok farklı olmadıklarını iddia ediyor ve;” Araçlarda Somaka, Soundalike and Mourthwika” adları verilen özel ısı emici metaller kullanılmış olmalı ” diyordu. Pinotti’ye göre, tanımlanan itici güç prensibi elektriksel ve kimyasal olmalıydı ama güneş enerjisinin kullanımı da çok ileri düzeydeydi. Diğer bilimciler Pinotti’nin kuramını daha da ilerig*türerek, araçların bir tür” civa iyonlu itici güç ” sistemi ile çalıştığını varsaydılar.”Pinotti Vimana’ların binlerce yıl önce var olduklarını belirtirken modern UFO ‘lara olan benzerliğe de dikkat çekiyordu ama Hindistan’da unutulmuş bir uygarlık vardı.Bu araştırmanın ve tartışmanın ışığında Hindu kökenli Sanskritçe metinler daha iyi gözden geçirilmeli ve tanımlanan Vimana modelleri daha bilimsel bir incelemeye tabi tutulmalıdır. Nick Humphries “UFO GUİDE “
“Hindistan, Mysore’da bulunan uluslararası Sanskrit Araştırma Akademisi’nin direktörü olan G.R Joyser,25 Eylül 1952’de yaptığı bir açıklamada, 7.000 yılık yazmalarda çeşitli tiplerde uçan araçların yapımlarının anlatıldığını söylemişti. Bu özel yazmada üç tip vimana vardı; “Rumka,Sundara ve Shakuna “; yaklaşık 500 stanzada (dörtlük ) karışık detaylar veriliyor, metallerin seçimi ve hazırlanması anlatılıyordu. Ayrıca yazmada, çeşitli Vimana türlerinin parçaları tanımlanıyordu.Yazma 8 bölümdü ve bir hava aracının yapımı planlarının yanı sıra su altında da gidebilen veya bir duba gibi su yüzünde durabilen Vimana planlarını da içeriyordu, bazı stanzalarda ise pilotların nitelikleri ve eğitimileri anlatılıyordu
Brad Steiger ” Worlds Before Our Own “
Tamamen doğu kültürüne ait bir fenomeni sinemalaştırdığı için Daniel Myrick’e teşekkürler. Ayrıca Mısırlı hafız Abdüssamed’in okuduğu ezan seslerinin reverse edilmesi ile inanılmaz bir ses kaydı elde edilmiş ve filmde de çok doğru bir şekilde kullanılmış. The Objective, bu çapta bir yapım için, 8.000.000 USD gibi oldukça mütevazi bir bütçeye sahip. Açıkcası böyle bir proje zaten büyük stüdyo desteği alamazdı ama yapımcıların her kuruşunun doğru harcandığını düşünüyorum.
Film Afgan kültürünün yabancılığını gösterirken bunu asla bu kültürü ve insanlarını aşağılayarak yapmıyor ki bu da politik doğruluk açısından önemli bir hadise…
Filmi bende büyük heyecanla izlemiştim ama galiba beklentim fazlaydı. Olaylar atmosfer güzel ama çok büyük bir etki bırakmadı filmin sonunda. Blair Witch gibi efsane bi filmden sonra yine aynı ayarda bi film bekliyo insan. Red Sands diye bir film daha var benzer konuyu işliyor . Yine Amerikan ordusu çöllerde o filmde de cin hikayesi var. O da ilginç bi film.
Uzun zaman önce fragmanını izleyip etkilenmiştim. Şimdi baktım da film ve DVD’si çıkmış. İlk fırsatta izliyicem.
Red Sands’da mevcut ama henüz izlemedim. Çok benzer bir konuyu işlediğini biliyorum. Onu da izleyip bir karşılaştırma yapılabilir. Red Sands umarım The Objective’in izinden giden bir “mockbuster” değildir.
The Objective’in en büyük kabahati sonuna kadar getirdiği merak unsurunu finale taşıyamaması ve izleyicinin katharsis’ini sağlayamaması oldu bence..
Aslında oldukça benziyolar ama The Objective’ den esinlenerekmi yapıldı bilmiyorum. İkisini yakın zamanlarda izlemiştim. İkisininde ayrı bi havası var gibi hatırlıorum. Red Sands’ te bilimkurgu bir taraf yok bariz şekilde bi cin var ortada ikisini ardarda izleyip bi yorum yapılabilir dediğiniz gibi.
The Objective, Murat Tolga’nın da yazısında bahsettiği gibi X-Files tadında bilim-kurgu bir hikaye anlatıyor. Red Sands ise benzer temayı kullanan vasatın altında bir korku filmi.
Birbirlerinden etkilenmeleri konusuna gelecek olursak ben öyle bir hisse kapılmadığımı söyleyebilirim. Zaten bu aralar ABD sinemasının sıkça tercih ettiği yönelim Irak ve/veya Afganistan’da geçen filmler çekmek. Bu “cin” konusuna girmeleri de kaçınılmazdı diye düşünüyorum.
Bu yazıyı yazan arkadaşa teşekkürler ama cin konusunun %90 ı yanlış. Bir kere olay tamamen Hindistan’ın destanı olan bir eserden alınma. CIA ajanı diğerleriyle konuşurken tüyoyu veriyor: VİMANA. Vimana eski çağlarda var olmuş uçabilen bir cisim.
Benim merak ettiğim filmin sonundaki röportaj gerçek mi yoksa film için mi yapılmış. Eğer gerçekse çok esrarengiz birşey olduğu kesin. Eğer bilen varsa lütfen belirtsin çünkü ben bu destanı incelemeye başlıyacağım gerçekse.
Bu arada destanda geçen şeylerin çoğu günümüz teknolojisi sayesinde elde ettiğimiz şeyler. Yani safsataya filan hiç benzemiyor… Aşağıdaki adresi okursanız vay anasını diyeceğinizi tahmin ediyorum.
http://www.nuveforum.net/1133-uzay/34454-radyoaktifin-rededilmez-tarifi-mahabarata-vimanalar-ufoloji-eski-hindistanda-ufola/
@Yok, haklısın verdiğin link filmle daha ilgili… Cin’le ilgili kısım parantez içinde de belirttiğim gibi IMDB kullanıcı yorumlarından alınma…
Ama senin verdiğin link filmi daha iyi açıklıyor kesinlikle.
Müslüman olduğumuz için film beni daha çok gerdi. Zaten bizler Allah’a korkutularak inandırılmaya çalışılan bir toplum olduğumuz için o ezan seslerini duydukça tüylerim diken diken oldu. Doğu kültürünü aşşağılamadan anlattığı için film bana sıcak geldi. Ama sondaki o bilinmeyeni açıklayamamak filmi eksik bırakmış. Onun dışında herşey çok iyiydi bence.
Film bana Blair witch’in kötü br kopyası gibi geldi. İzlenen yol aynı. Sabah durgunluk gece karanlığında biz birşey görmezken bişeler olup duruyor sürekli. Filmi çok beğendiğimi söyleyemem ama bağzı sahneler gerdi. İlginç bir fikir daha iyi çekilebilirmiş. Sona doğru iyice dağıtıyor. Blair Witch’in tırnağı bile olamaz ama.
Belki zıtlık olacak ama kimi yerlerde sırıtan CGI efektleri kuıllanmak yerine (bir kaç yerde filmi doğrudan video için çekilmiş bile sandım) daha imalı davransalardı keşke. Biliyorum, film özel efekt odaklı değil ama gizem söz konusu olduğunda bu konuda biraz dikkatli olmak gerekir. (Bkz. İsim vermeden söyleyeyim, intihar sahnesinde ilk düşme anı yeterince etkiliydi. Devamına gerek var mıydı?)
Soyut, belirsiz finalleri severim, yerine göre. O yüzden sonundan şikayet etmeyeceğim.
Filmi izlerken, Daniel Myrick’e rağmen Blair Witch aklıma bile gelmedi. Bu hafta izlediğim iki film (Underworld: Rise Of The Lycans ve Friday The 13th) o kadar karanlıktı ki bu filmin ki bana daha ferah geldi. Ne de olsa açık hava korkusu. Bu tür konulara ilgisi olanları, inananları tatmin etmeyeceği kesin ama benim gibiler için yeterince gizemli bir 90 dakika sayılır. Hem de sıkılmadan. Daha ne isteyeyim?!
Ayrıca belli ki, kimilerinde Blair Witch’de olduğu gibi “abi bunlar gerçek mi” hissi yaratmış.
Konusu gayet ilginç.Bulup izlemek lazım.Tanıtım ve inceleme yazısı için çok teşekkürler.
Bu filmi izleyip kendine göre saçma bulanlara bir kitap tavsiye etmek istiyorum: Yaşam Enerjisi-Ahmet Maranki.Bu kitapta Dünyamızda Kozmik enerjisi bir hayli yüksek yerlerin mevcut olduğu ve süper güçlerin(ABD,Rusya) bu yerlere ilgi gösterdiği anlatılmaktadır.Ve herkes tarafından bilinen ama kimilerince küçümsenen bir gerçek var o da şu; kainatta sadece insanlar ve hayanlar yaşamıyor.Dinen belirtildiği üzere Cinler de yaşıyor ve onların bulunduğu yer farklı bir boyut.Işte belirttiğim kitapta kainatta sadece bir kaç boyut değil yüzlerce ve hatta binlerce boyut olduğu ve bu boyutlarda bizim idrak edemediğimiz canlıların yaşadığı anlatılıyor.Benim tahminim bu filmde anlatılan yer kozmik enerjisi oldukça yüksek olan dünyanın sayılı yerlerinden biri ve bu yerlerin özelliği boyutlar arası geçişi kolaylaştırmalarıdır.
Bence Vimana mevzusunu ekleyip, konuya açıklık getirdikten sonra, “Filmin bir cin hikayesini anlattığını şu örneklerden tesbitleyebiliriz;” başlığı tezat oluşturmuş.
Filme dönersek,
*Konunun ayakları kesinlikle yere basıyor.
*Film ağır ilerliyor ama sıkmıyor.
*Basmakalıp değil, özgün.
*Ses efektleri etkileyici. İzlediğimin ertesi sabahı yakındaki caminin ezan sesi kısa bir süre için filmdeki efektle benzerlik gösterince ürktüm doğrusu :)
Tabi ki eksikleri de var filmin ama ben tatmin oldum hasılı.
Kişisel kanaatim bu filmin değerinin anlaşılamadığı yönünde.
http://www2.yazete.com/fotogaleri.asp?kat=9846&page_number=7 bende farklı bısey soylıcem fılmle ılglı fılmın sonundakı nesne ıle bu verdıgım lınkdekı resım aynı degılmı
öncelikle filmde ucan cisim gelince çalan ezan seslerini çok alakasız buldum amatörce ve kesinlikle müslüman alemine hakaret sayılabilecek bi durum.
diğer taraftan herkezin dediği gibi filmin sonundaki gariplik filmin sonunda elinde cisimle yatakta yatan kişi bu bizi kurtaracak dedi.
acaba filmin 2. serisimi var kafalarda çok soru işareti var
ama bence söylenenin aksine izlerken insanı merakta bırakan bir film
Bu filmi izlemeden önce ne yorumlara baktım, ne fragmanı izledim. imdb puanına bile bakmadım. herhangi bir aksiyon filmi zannedip aldım. film gayet güzel gidiyordu, güzel çatışma sahneleri vardı. asker gecegörüşüyle bakarken araba farlarının ikiye ayrılıp uzaklaştığını görünce filmi durdurdum. evet dedim sonunda beklediğim o film bu diye düşündüm. gerçekten sonuna kadar ne olcak diye heyecanla izledm. son 3 dakikaya kadar filme verdiğim puan 8/10. sanırım son 3 dakikaya bütçe ya da fikir yetişmemiş, “deprem oldu hepsi öldü” gibi bi sonla karşı karşıya kaldık. bi şey anlamadık. ve senarist artı yönetmene acı sözler söyledik :) gerçekten bu film okullarda okutulmalı, bir senaryo nasıl rezil edilir :)
filmin ilk ceyregie kadar keyifle izledigim daha sonra bunaltan bir filmdi
Objective filmi ve görünmeyen ordular 1
“Siz O’na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O’na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O’nu (Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah O’na ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, O’nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi, 40)
Ayeti kerimede açıkça belirtilen görmediğimiz ordu, iman eden nerde varsa ve zordaysa onları desteklemek için yeryüzünde olmuştur ve olacaktır.
Yakın zamanda seyrettiğim ve beni çok derin düşüncelere sevk eden bir filmden yola çıkarak bu ordudan bahsetmek istiyorum. The Objective filmi 2008 senesinde gösterime girmiş bir film. Konusu, bir ABD ordusu timinin, görevli bir ajanı Afgan dağlarında bir muhbirle görüşmek üzere belirtilen yere ulaştırmasıyla başlıyor. İlerleyen sahnelerde görünmeyen bir obje, Kur’anî bir sesle yaklaşarak çarpma etkisiyle tek tek timi yok ediyor. Daha sonra elindeki kamerayla gördüğü her şeyi Amerika’da CIA merkezine gönderdiğini söyleyen ajan, peşine düştüklerinin bir muhbir değil görünmez bir orduolduğunu söyler.
Tam burada bu ordunun nerelerde daha önce görüldüğünden bahsedelim ve yeniden ABD neden bu orduyu bulmanın derdindeye dönelim.
Kılıç Alparslan komutasındaki İslam ordusunun Bizans ordusuyla çarpıştığı Malazgirt meydanında nelere kadir olduğu tarihi birkaç nüshada açıkça yer almıştır. Karşısında kendinden kat be kat güçlü orduya gelip, gelen İslam ordusunun ele geçirdiği Bizans askerlerinin “Siz miydiniz bizimle savaşan? Asla karşımda gördüklerim siz değilsiniz” dedikleri ve bu lafın bir on yirmi kişiden duyulmasıyla Kılıç Alparslan’a iletilmesi üzerine biriyle konuştuğu ve o Bizans askerinin söylediklerinin ardından yukarıdaki ayeti okuduğu o dönemin tarihçileri tarafından not edilmiştir.
Tüm yorumları okudum. Yine güzel bir öteki yazısı olmuş ki sıkı yorumlar gelmiş. Selçuk IŞIK’ın dedikleri kulağa yakın geliyor. Çarpışmalarda duyulan sesleri de açıklayabilecek bir tez gibi.
gayet güzel bir film. açık sonları severim fakat “açık” denilemeyecek, istenilen gizemi veremeyen bir son olmuş. horror/war temalı filmler her daim hoşuma gider nitekim, bu da islamik soslarla bezenmiş, hint efsaneleriyle temellendirilmiş keyifli bir seyirlik olmuş. tek eksiği sonu söylediğim gibi.
red sands’ı izlemedim fakat the objective tadında, horror/war severlere başka birkaç önerim olabilir; deathwatch (2002), the bunker (2001), r-point (2004), outpost (izlemeyen yoktur herhalde) favorim ise birinci dünya savaşı temalı olan deathwatch.
keyifli günler.
Horror/War temalı filmlerle ilgili yine benzer bir örnek olan Kolombiya yapımı El páramo‘nun (The Squad) tanıtım yazısının altında güzel bir sohbet dönmüştü. Bu türe ilgi duyanlar için ilgi çekici olabilir:
https://www.otekisinema.com/pek-yakinda-el-paramo-the-squad/
selamlar Murat Kızılca,
sözünü ettiğiniz filmi ilk defa duyuyorum ve doğrusunu isterseniz çok heyecan verici görünüyor. acaba siz izleyebildiniz mi?
Hayır henüz izleme şansım olmadı ama izler izlemez düşüncelerimi Öteki Sinema’da paylaşacağımdan emin olabilirsiniz…
bu filmi ben ciktigi yil izlemistim sanirim. gayet gizemli ambiyansli bir film diye aklimda kalmis. yamulmuyorsam tek kotu tarafi bizi gerim gerim germesi fakat sonunda bir climax yakalayamamasiydi.